escort izmir twitterBeylikdüzü escortkuşadası escortmalatya escorthttps://1baiser.com/escort/parissexemodelbodrum escortizmir escorthalkalı escortcasino siteleriEscort Londonhttps://www.turkcasino.net/casino sitelerihttp://www.milano2018.com/ http://www.elculturalsanmartin.org/canlı casinoslot sitelerideneme bonusu veren sitelerkumar sitelerihttp://www.robinchase.org/online casino india real money

KANLI KÜHEYLAN

 – MEHMET ŞİRİN AYDEMİR

*

Ne kadar da sevinmiştim küheylanın doğumuna, sanki yeni bir kardeş gelmişti bana, alnının tam ortasında avuç içi kadar bir ak leke; geri kalan vücudu ise kırmızı ve kızıl karışımıydı. Sanki ismiyle doğmuştu, nedense ona kızıl küheylandan ziyade kanlı küheylan ismini daha çok yakıştırmıştım, ismi bütün köyün diline pelesenk olmuştu, merhaba demişti küçücük dünyama. Ona böyle bağlanmamın sebebi belki de benden iki yaş küçük olan kardeşimi kızamıktan kaybedişimdendi. Annemin evlat acısı dindi mi bilmem ama ne yalan söyleyeyim bir nebze olsun kardeşimin ölümünden duyduğum acı azalmıştı kanlı küheylanın doğumuyla.

Altı yaşındaydım, daha okula başlamamıştım. Bazen ağabeyimle on keçi ve on beş kadar da koyundan oluşan sürümüzü merada, bayırda otlatmaya giderdim. Yaşımın küçük olduğundan mı kardeşim küçük yaşta öldüğünden mi bilmem ama annem çok da izin vermezdi hayvan gütmeme. Öyle feryat etmişti ki annem kardeşimin ölümünde, feryadı nerdeyse dağlardaki bütün çığları koparıp aşağı indirecek gibiydi. Köyümüzün hemen altından geçen ırmağın bile en sığ yerinde yüzmeme izin verirdi. Bir melek gibi iyi huylu ve uysaldı. Katı yürekli, sinirli ve sert bir mizaca sahip olan babamın korkusundan, gönülsüz de olsa pek sesini çıkaramazdı babamın beni hayvanların peşinden koşturmasına. “Bırak hatun! Hayatı öğrensin. Hayvan da gütsün, tarladaki çakılları da ayıklasın.” derdi.

Köyümüz sıradağlarla çevriliydi. Yaşım küçük olmasına rağmen ismini duyduğum Cilo Dağı’na çıkmak için can atardım. En yüksek yerine çıkıp en parlak yıldızı ellerimle gökten koparıp annemin saçlarına takmak isterdim. Hep gizemli gelmiştir dağlar bana, hele Cilo’nun şelalelerini, buzullarını ne çok merak ederdim. Yazın en sıcak günlerinde bile ısrarla güneşe karşı koyup erimeyen buzulları. Hem belgesellere, filmlere bile konu olmuş diyordu ağabeyim, Cilo endemik bitki örtüsüyle.

Sevinçliydim, artık bir tayımız vardı, belki büyüyünce beni sırtına alır, en çok da hayalini kurduğum Cilo’nun buzullarına götürür diye. Aylar ayları, mevsimler mevsimleri, yıllar yılları kovalıyordu. On yaşındaydım artık. Tayımız da büyümüş, dört yaşında, uzun yeleli, rüzgâr gibi hızlı, alımlı bir kısrak olmuştu. Üstüne binip hayal ettiğimden çok daha fazla yer gezmiş, daha önce görmediğim çeşit çeşit kelebek ve çiçekler keşfetmiştim. En yakın arkadaşımdı o, en zor anımızda bize Hızır gibi yetişen, hasta olduğumuzda dağ taş demeden bizi kasabadaki hastanenin acil servisine ulaştıran aracımızdı; her şeyden önce o bir canlıydı, başını okşayıp sevdiğimizde bunu anlar, başını yüzümüze göğsümüze sürter, sevgisini gösterirdi.

Zaman hızlı geçiyordu. Annem ve babam biraz daha yaşlanmış, ağabeyim uzak bir kentte üniversitede okuyordu. Benim de bıyıklarım terlemeye yeni başlamıştı o yıl. Köyümüzde varlıklı olanlar artık atları pek tercih etmiyor, ulaşımda ve bağ bahçe işlerinde tercihlerini traktörden yana kullanıyorlardı. Köyümüzün zenginlerinden sayılan muhtar, köylüyü ücret karşılığında kasabaya götürüp getirmek için bir minibüs bile almıştı. Eskiden yetmiş haneli köyümüzde neredeyse her evin ağılında bir at bulunurdu. Bu atların bakırköy escort sayısı parmakla sayılabilecek kadar azalmıştı ve ben hep merak ederdim bu atların nereye kaybolduklarını, en çok da yaşlı ve iş kazaları sonucu sakat kalan atları. Öyle ya etleri yenilmez ki mezbahaya versinler. Peki köylü ne yapardı bu ıskartaya çıkan atları? Elbette her şeyin bir zamanı vardı, zamanı gelmeden öğrenemezsiniz ne kadar merak etseniz de. Bazı şeyler size acı çektirerek merak ettiğiniz sorunun cevabını verir.

İşte o gün her şeyin hızla değişmesine rağmen bir türlü babamın değişmeyen kötü ve sert huyu sayesinde yaşlı ve sakat atların ne olduğunu öğrenmiş olacaktım. Babam her zaman olduğu gibi yine taşıyabileceğinden fazla yük yüklemişti kanlı küheylana, zar zor yürüyebilen hayvan dereden geçerken suyun içindeki kaygan taşlarda ayağı kaymış, değirmene öğütmek için götürdüğümüz sırtındaki buğday çuvallarıyla boylu boyunca derenin içine uzanmıştı. Buğdaylar ıslandığı için babam küplere binmiş, bir de düşmenin etkisiyle hayvanın sağ ayağı da kırılınca adeta çıldırmıştı. “Bu hayvanın artık bize değil, kendine bile hayrı yok, atların ayağı kırılınca iyileşip eskisi gibi sağlıklı olması neredeyse imkansızdır.” demişti babam.  Bir hafta olmuştu küheylan sakatlanalı fakat durumunda herhangi bir gelişme olmamış, iştahı iyice kapanmış ve zayıflamaya başlamıştı. Bu hali içimi burkuyordu. Ayağa kalkmaya çalışıyordu fakat hem yem yemediği için takatten düşmüş hem de henüz bir iyileşme göstermeyen ayağının ağrısından yere geri yatmıştı. En yakın arkadaşım, yoldaşım olan kanlı küheylan için üzüldüğümü gören annem de benim için üzülüyor, beni teselli etmeye çalışıyordu.

Vakit ikindiyi çoktan geçmiş, kanlı küheylan hâlâ doğru dürüst verdiğim yemden bir şey yememişti. Belki yer diye tarladan bir tutam taze ve en güzel otları toplayıp kanlı küheylana vermek için tam ağılın önüne vardım ki babamın ve komşumuz olan Ali dayının bir at arabasıyla orada olduklarını gördüm. O sıralar atla, arabayla bir işimiz olmadığı için merak edip neden o arabayı getirdiğini sorduğumda atımızı veterinere götüreceğini söyledi babam. Saatin geç olmasından ve veterinerin köyümüze oldukça uzak olan kasabada bulunmasından dolayı bu cevaba pek ikna olmamıştım. Oysa daha önce defalarca ısrar etmeme rağmen babam kanlı küheylanı veterinere götürmeye yanaşmamış, veterinerin yapabilecek bir şeyi olmadığını söylemişti. Nereden çıktı şimdi bu saatte veteriner işi? Pek inandırıcı gelmemişti babamın dedikleri. Aklıma, atımızı alıp ıssız bir yere bırakıp geri dönmesinden başka bir şey gelmiyordu. Ali dayının da yardımıyla kanlı küheylanı arabaya bindiren babam yola çıkınca ben de gizlice çalıların, taşların arkasına gizlenerek takip ettim. Hiç olmazsa bırakacağı yeri öğrenir, gider arada bir beslerim diye. Babam arabayı buzullara doğru sürüyor ve ben takip etmeyi sürdürüyordum. Güneş, gökyüzünde kızıl bir renge bürünmüş; Cilo Dağı’nın zirvesine sanki el uzatsan tutabilecek kadar yaklaşmış, yavaş yavaş bize ve her şeye veda etme hazırlığındaydı.

Sonunda buzullara varmıştık. Babam, Ali dayıyla beraber kanlı küheylanı arabadan indirirken ben de onların iyice yakınlarına sokulmuş, hemen birkaç metre aşağılarında olacakları seyrediyor, bir yandan da kanlı küheylanı beslemek için geldiğimde bırakacakları yeri rahat bulayım diye çevreye göz atıyordum. Karga tulumba indirip buzulların üzerine bıraktılar kanlı küheylanı. Neden toprağa değil de buzullara bıraktılar düşüncesi kafamı kurcalıyor, bir yandan da hâlâ çevreyi keşfediyordum. Birden çok yakınımda, adeta kulak zarımı patlatan bir el silah sesi geldi kulağıma. Silah sesiyle beraber kanlı küheylandan acı bir kişneme sesi duydum, hemen telaş ve korkuyla o yana baktığımda babamın elinde parlayan tabancayı fark ettim. O an dünyam başıma yıkılmış, öyle bir çığlık atmıştım ki Cilo ile beraber etrafımızdaki bütün dağlarda çığlığım defalarca kez yankılanmış, acıma eşlik etmişlerdi. Babam ne kadar onları takip ettiğime kızıp bağırsa da ben babamı duymuyor feryat etmeye devam ediyordum. Ali dayı beni tutmaya çalışmış fakat zapt edememişti. Kanlı küheylan, ismi ile müsemma olmuştu artık, sanki olacakları daha doğduğunda hissetmiş, ondan dolayı ona bu ismi vermiştim. Buzullar al kana boyanmıştı. Kanlı küheylanın yanına oturmuş, başını dizime koymuştum. İşte şimdi aradığım sorunun cevabını bizzat yaşayarak ve acı çekerek öğrenmiştim, demek ki bütün atların ortak kaderiydi bu. Kanlı küheylan böğrünü parçalayan kurşun yarasına daha fazla dayanamamış yavaş yavaş tükenmekte olan gücünü ancak tek gözünü aralayabilecek kadar toparlayabilmişti. Zor bela açabildiği gözündeki tek damla yaşla veda etti bana. Bir an sanki köpük gibi bulutların üzerinde kuş gibi uçarken, rüzgârda uçuşan ak yelesi geldi gözlerimin önüne. “Ah maralım, kanlı küheylanım, vay ben ölem senin yerine, şimdi kim bana arkadaşlık, yoldaşlık edecek?” diye feryat ediyor, bir yandan da babam ile Ali dayıya bağırıyordum. Neden atları vurdunuz, neden?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Facebook
Twitter
YouTube
Instagram
erotik hikaye sex hikaye seks hikayeleri ormanda tecavüz izle