Eylül’ün 28’inde gerçekleştirilecek olan DÜŞEYAZ Dergisi 3. Şiir Şöleni’ne derginin imtiyaz sahibi Sayın Vedat Ali Kızıltepe tarafından davet edilmiş, bu davetten duyduğumuz memnuniyeti belirterekkatılacağımızı bildirmiştik. Bu tür şölenlerin hem şairler hemde şairlerin kendilerini ifade mecralarından biri olan edebiyat dergileri için öneminin farkında olmanın getirdiği bir sorumluluktu bu davete icabet etmek çünkü.
28 Eylül cumartesi günü saat 19.00’da Necip Fazıl Kültür Merkezi’de yapılacak olan şiir şöleni için hazırlıklarımı tamamlayıp, önceden buluşmak üzere sözleştiğimiz Sayın Mehmet Osmanoğlu ve Kazım Gök’ü Erçene kavşağından almak üzere yola revan olduk. Onlar şölene Afşin’dan katılacaklardı.
Erçene dedim de aklıma düştü.
Çünkü Erçene, “Acem Kızı” türküsünün söz yazarı Tenecioğlu Âşık Hüseyin’in köyüydü.
Tabi ki aklınıza “bu Tenecioğlu Âşık Hüseyin kim ola ki” sorusu gelebilir.
1896’da doğup 1945’te vefat eden Tenecioğlu Âşık Hüseyin, yaşadığı dönem itibariyle savaşların, kıtlıkların, yoklukların arasında geçen gençlik çağında sazı omzunda Çukurova’yı, Gaziantep’i,Kahramanmaraş’ı oba oba, köy köy adım adım dolaşarak düğünlerde gelin alaylarına eşlik eder, söz sohbet meclislerini şenlendirir, yiğitlere destan, ölenlere ağıt, kalanlara öğüt vererek geçimini temin etmeye çalışan bir garip Âşık. Gezip dolaştığı çevrelerin merkezine koyduğu Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde ikamet eder.
Oba oba, köy köy dolaşan aşığın yolu, Adana’nın Kadirli ilçesinde bir hasat zamanı çeltik ağalarıyla birlikte gittiği teletura’da şanoda dans eden Acem Kızıyla kesişir. Bizim aşık aklını başından alan bu güzel karşısında duygularını ifade etmek için irticalen, aşağıya bazı dörtlüklerini aldığımız ve zamanla birçok sanatçı tarafından söylenen türküyü söyler.
*
Çırpınıp da şanoya da çıkınca
Eğlen şanoya da kal Acem kızı
Uğrun uğrun kaş altından bakışın
Can telef ediyor bil Acem Kızı
*
Canım kurban olsun tekrar güdene
Belin ince boyun benzer fidana
Ateşine yanmış Ceyhan Adana
Nasıl zil vuruyor el Acem Kızı
*
Amerika kurban çatı kaşına
Avrupa Belçika düşmüş peşine
İngiliz Fransız köle döşüne
Bir de Alman kurban bil Acem Kızı
*
Âşık Hüseyin’im söyler söz olur
Çok sallanma güzel sana göz olur
Mısır’ı Bağdat’ı versem az olur
Ara menendini bul Acem Kızı
–
1940 yılında Acem kızına söylenen dörtlükler; “Gayrı dayanamam ben bu hasrete-Ya beni de götür ya sen de gitme”,“Bilemedim kıymetini kadrini- Hata benim günah benim suç benim” dizeleriyle devam eder etmesine de Tenecioğlu Âşık Hüseyin’in söylediği bu meşhur türkü dilden dile, telden tele dolaşır, gönüllerde kendisine ulaşılmaz bir yer edinerek günümüze kadar ulaşır. 1945’te vefat edenÂşık Hüseyin’in bu türküsü söyleyeni tam tespit edilemediği için başka ellere geçer, orası ile burası ile, alttan-üsten ufak tefek oynanarak sahiplenmelere kapı aralanır. Ne yazık ki bu tür sahiplenmeler bir çok tanınmış sanatçı tarafından da yapılır o dönemlerde. Bazı sanatçılar kendilerine ait olmayan fakat yazarı kendileri kadar tanınmış olmayan bu güzelim türkülerin kaynak kişisi olarak kendilerini yazdırırlar ya da yazılmasına itiraz etmeyerek adına tescil edilmesine göz yumarlar ne yazık ki!
Elbistan ağıtlarını derlerken 2010 yılında izine rastladığım Tenecioğlu Âşık Hüseyin’inle ilgili çalışmayı, kaderin bir vesileyle karşıma çıkardığı Dr Halil Atılgan ile birlikte “Acem Kızı ve Tenecioğlu Âşık Hüseyin” ismiyle kitaplaştırmıştık. -Afşin, Elbistan ya da hiç değilse Kahramanmaraş’ta basılmasına vesile olacak duyarlı birilerine ulaşamadığımız gibi herhangi bir kurum da basımını üstlenmeye yanaşmamıştı.- Çok şükür ki Adana Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı yayını olarak meraklılarının kitaplığında yerini aldı da bu çalışma böylece boşa gitmemiş oldu.
Günlük getirisi olmayan kültüre ve kültür adamlarına yapılan yatırımların zarar sayıldığı bu süreçte maalesef Tenecioğlu Âşık Hüseyin gibi bir değer de nasibine düşenden fazlasını almıştır. Nice ehl-i kıymet gibi Tenecioğlu Âşık Hüseyin de maalesef halaAfşin, Elbistan ve Kahramanmaraş’ta tanınmamaktadır. Hiç değilse adı bir sokağa, bir caddeye verilerek yaşatılabilecekken, aynı isimlerin her yere verilmesi garabetinden vazgeçmeye niyeti olmayan yöneticilerimizin kulakları çınlar umarız…Bu kadir kıymet bilmezlik nice öz değerimizin yok olmasına sebep olmuştur kim bilir!
Neyse sözü fazla uzatmayalım da yol arkadaşlarımızı Erçene’den alarak yola devam edelim en iyisi.
Şair Ömer Kaya’nın kullandığı arabada beş şair arkadaş birardaydık. Dolayısıyla da muhabbet şaire ve şiire dair oluyordu. Bu coğrafyanın yetiştirdiği büyük şairlerden bahsederken kıymet bilmezliğe iç geçiriyor, değerlerinden habersiz yetişen gençliğe fazla suç bulmuyorduk.
Yolculuk esnasında etrafı seyrediyoruz sohbetten fırsat bulabilirsek. İnişler çıkışlar, ormanlık ve dağlık alanlar, küçük derecikler…bu güzel manzaralar eşliğinde şiir sohbeti.
Göksun’dan sonra (yeni yol açıldığı için) eski yol diye tabir edilen Değirmendere rampasından kıvrıla kıvrıla çıkarak Püren geçidinden geçiyoruz. Altmış dört Avrupa ülkesinin neredeyse elliye yakınının, elli dört Afrika ülkesinin yarıdan fazlasının ve on altı Ortadoğu ülkesinin tamamının kullandığı, İç Anadolu’yu Akdeniz’e bağlayan (bazı tünellerde çökme olduğu için) ve devletin kudretinin nelere yetebileceğini gösteren yola girerek, yol üstünde bulunan Tekir’de eğleşmeden bahse konu olan konforlu yoldan devam edip Üngüt kavşağından dönerek Kahramanmaraş’a ulaştık.
Maraş’a geldiğimizde önceden telefon ederek geleceğimizi haber verdiğimiz Abdulhakim Eren hocamı Medine Camisi’nin karşısındaki (6 Şubat depreminde iş yeri çöktüğü için) konteynerden müteşekkil iş yerinde bizi beklerken bulduk. Ayaküstü hal hatır sorduk. Yanımızda getirdiğimiz Pınarbaşı Dergisinden verdik. Müsaade istediğimizde“böyle olmaz, bir ikramımız olmadı” diyerek itiraz etti. Biz de“o vakit akşam programda görüşürüz” diyerek, şairlere verilecek yemek için adres olarak gösterilen “seyir tepesine” hareket ettik.
Seyir tepesine vardığımızda her şeyi hazırlanmış bir halde bulduk. Yemeklerin söylenebilmesi için masalar tanzim edilmiş, bizden önce gelen misafirler masaların etrafında yerlerini almışlardı. Bizim gelişimizle masalarda oturan gönül dostları hareketlendiler, karşılıklı hoş beşten sonra muhabbet faslı yemeklerimizi yerken de devam etti.
Afşin-Elbistan’dan yöresinden gelmiş olan bizlere hissedilir şekilde bir ilgi vardı ve bu da bizi memnun etti açıkçası.
Sayın Ramazan Avcı, Ali Algın, Lütfü Bilir, Yasin Mortaş ve Yalçın Yücel beylerle yaptığımız doyumsuz sohbet, sohbete MESTER derneğinde devam edilmesi yönünde gelen teklif üzerine kesildi ve MESTER’e hareket edildi. Ali Avgın hocamın sıcak soğuk ikramları arasında MESTER de bir araya geldiğimiz söz ustalarıyla kurulan şair-şiir meclisinde yapılan sohbetten ziyadesiyle istifade ettik.
Akılla, duygunun dengelendiği, tevazunun kibirden daha ağır geldiğini bir kez daha müşahede ettik. Sevdasız sinelerin etten, aşksız gönüllerin çölden farksız olduğu hükmüne vardık, tanıdıkça sevmeyle, sevdikçe tanımanın arasındaki farkın şiirdeki yerine dokunduk.
Şairle diğer insanlar arasındaki farkı; taşı, taş olarak gören insanla, taşın içinde gizlenen heykeli gören iki insan arasındaki fark olarak, nitelendirip hükme bağladık tabiri caizse. Bu zevkli sohbetin ardından bizleri misafir eden gönül dostlarına teşekkür ederek, programın yapılacağı salona geçtik.
Salona vardığımızda azımsanamayacak bir dinleyici kitlesinin yanı sıra kıymetli dostlarla da karşılaştık. Kahramanmaraş Kültür Spor ve Turizm Dairesi Başkanı Duran Doğan, 12 Şubat Belediyesi Eski Kültür Müdürü Serdar Yakar, Yazar Duran Boz, Ses sanatçısı Cemile Sönmez, Akademisyen Yar. Doç. Mustafa Kök, Şair Tayyib Atmaca, Sanat ve Edebiyat düşkünü Abdulhakim Eren, Standup’cu Salman Kaptanoğlu, Dağcı Bünyamin Bozkurt…
İyi ki şiir var. Başka türlü bir araya gelemeyeceğimiz dostlarla bir aradaydık.
Kitap Ağacı Yayınevi sponsorluğunda, Hospitacar Oto Ekspertiz ve Ra Pozitif Danışmanlık katkılarıyla, “Düşeyaz Dergisi” tarafından düzenlenen 3. Şiir Şöleni’ne katılan şairler yaşa göre sıralanmıştı.
Sunucular Yaşar Demirel ve Tezay Tezcan Akkurt’un sunumunu yaptığı gecede biz de listenin ilk başlarında yer aldığımıza göre, demek ki artık yaşlanma vakti gelmişti.
Katılımcı şairler şu şekilde sıralanmıştı:
Hanifi Yılmaz, Yalçın Yücel, Zekeriya Çakabey, Lütfi Bilir, Ramazan Avcı, Mehmet Gözükara, Haşim Kalender, Fuat Bostancı, Yasin Mortaş, İsmail Göktürk, Kazım Gök, Vedat Ali Kızıltepe, İnci Okumuş, Kadriye Kırdök, Süleyman Kaba, Meryem Yardımcı Küçük, Emine Abacı, Özlem Polat, Tuğba Tezcan Akkurt, Hayriye Göztaş, Şükran Karaşahin, Selma Dolgun, Gamze Gökçek, Ömer Kaya, Gülşen Kırmacı, Ziya Göçebe, Ayşe Aslan Mehmet Osmanoğlu, Nimet Tekerek, Eda Tosun, Ayşe Arıkan ve Afşin Ozanlar Derneği mensupları ile birlikte programa gelen Ali Başpınar şiirlerinden örnekler okudular.
Ses Sanatçısı Kemal Kutlu’nun da sahne aldığı programa halkımızın, şairlerimizin, yazarlarımızın, basın mensuplarının yoğun ilgi gösterdiği bu geceye, davet edilmelerine rağmen katılmayan belediye başkanları, bürokratlar, oda başkanları, parti temsilcileri…bunca insanı halktan mı saymadılar ya da şiir şölenini önemsiz mi saydılar anlayamadım açıkçası. Her zaman halkla birlikte olmanın gerekliliğinden bahseden yöneticilerin halkın yanında olmamasının garabetini nasıl açıklayacaklarını merak etmemek elde değil. Yoksa bizzat katılarak katkı verecekleri pop starlarla görüşme mi yapıyorlardı da vakit bulup buraya teşrif edemediler.
Bir popçu’ya verilen önemin, 30 şairden esirgendiğini görmek her akıl sahibi gibi beni de rahatsız ediyor. Böyle idareciler tez günde bu millete hizmet veren makamlardan gider inşallah.
Söz şiirden açılmışken buyurun şiire;
İSTEMİYORUZ
–
Kültür edebiyat sanata karşı
Olan idareci istemiyoruz
Milli marş yerine yabancı marşı
Çalan idareci istemiyoruz
*
Eğri direk zarar verir yapıya
Bir türlü uymuyor kilit kapıya
Doğuyu hor görüp gidip batıya
Gelen idareci istemiyoruz
*
Döküp yaprağını kırıp dalını
Papatyanın servis edip falını
Kılıfa uydurup beytûlmâl’ını
Çalan idareci istemiyoruz
*
Aramayan yitiğini bulamaz
Ekini ekmeyen ürün alamaz
Ulu camilerde abdestsiz namaz
Kılan idareci istemiyoruz
*
Makam gayet rahat mevki şahane
Ocakta kaynıyor ıhlamur nane
Yapmadığı işe bin bir bahane
Bulan idareci istemiyoruz
*
Pasosu var uçak tren gemiye
Mezar yeri beleş tabut hediye
Millet cenazemi taşısın diye
Ölen idareci istemiyoruz
*
Orman gibi yansın ormanı yakan
İster müsteşar ol isterse bakan
Öz babam da olsa milleti sokan
Yılan idareci istemiyoruz
*
İlkbaharda yaprak dökse söğütler
Yürekleri soğutur mu öğütler
İki gidip bir gelirken yiğitler
Gülen idareci istemiyoruz
*
Gözükara’m devlet zırhı giyerek
Tek şiş tüm ekmekle yürek yiyerek
Senin işin mümkün değil diyerek
Salan idareci istemiyoruz
*
Mehmet Gözükara