“Ovadaki kimi âşığın mısraları Yarpuz’un mor sümbüllü bağlarından alır kokusunu. Fabrika şekerlerinin dillere değmediği zamanlarda üzüm her şeydir. Pekmezdir, pestildir, cevizli samsadır, cevizli sucuktur, cepte kuru üzümdür. Bu toprakların şairi, aşığı olup da mor sümbüllü bağlardan ilham almamak olur mu? Hele de Yarpuz’un Erçene Köyü’nün üzüm bağları varken. Ev yapımı şarapları ve boğma rakıları nice aşığa bade olmuştur. Erçene, Çağılhan, Altaş ve Tıl-Avşın bir dörtgenin dört köşesi gibidir. Göksun Çayı ile Hurman Çayı’nın birleşip Ceyhan’a dönüştükleri kavşağa da tanıklık eder bu dörtgen. Yani üzüm bağları diyorum; Binboğalar’ın, Berit’in, Nurhaklar’ın suyunu taşıyan Göksun Çayı, Hurman Çayı, Ceyhan Nehri diyorum. Yani Erçene Köyü’nün bu topraklardan beslenen aşığı, Âşık Hüseyin (Tenecioğlu-Tahtacı) diyorum. Baba adı Yemliha olan Âşık Hüseyin 1896-1945 yılları arasında yaşamış, yaşadıklarını söze-saza dökmüş bir Yarpuzlu âşık. Hüseyin birçok bölge insanı gibi ekmeğini Çukurova’da aramış bir âşık. Sazlı sözlü kumpanyalarda şanoya çıkıp çalıp-söylemiş. Gönlünü de açmış elbette.
“Çırpınıp da şanoya da çıkınca
Eğlen şanoda da kal Acem Kızı.
Uğrun uğrun kaş altından bakınca
Can telef ediyon bil Acem Kızı.
*
Gözlerin olmuştur zemzem dolabı
Kaşın eder Beyrut ile Halep’i
Kıvrılmış saçların sırma kelebi
Gün vurdukça parlar tel Acem Kızı.
*
Amerika kurban çatık kaşına
Avrupa, Belçika düşmüş peşine
İngiliz, Fransız köle döşüne
Bir de Alman kurban bil Acem Kızı.
*
Seni gören âşık neylesin canı
Yumdukça gözünden döker mercanı
Burnu fındık ağzı kahve fincanı
Şeker mi şerbet mi dil Acem Kızı.
*
Seni gördüm yüreciğim sızılar
Ak gerdanda dizim dizim gaziler
Çark elinden çıkma gibi pazılar
Altın burma takmış kol Acem Kızı.
*
Canım kurban olsun ikrar güdene
Belin ince, boyun benzer fidana
Ateşine yanmış Tarsus, Adana
Nasıl zil vuruyor el Acem Kızı.
*
Şahin gibi yükseğinde düneği
Avrupa’dan gelmiş cansız bineği
Berber aynasından duru yanağı
Akıyor dudaktan bal Acem Kızı.
*
Kaşlar arasında Zühre Yıldızı
Seni görenlere düşer bir sızı
Gerdan beder beder, dudak kırmızı
Açılmış yanakta gül Acem Kızı.
*
Aşık Hüseyin’im söyler söz olur
Çok sallanma güzel sana söz olur
Mısır’ı Bağdat’ı versem az olur
Ara menendini bul Acem Kızı”
Kumpanyada şanoya çıkan Acem kızına döker içini. Amma burası Maraş ve Çukurova ağalarının borusunun öttüğü yerdir. Bir güzeli bir âşığa yar etmezler. Âşık Hüseyin sırtını dayar mor sümbüllü bağlara “ya beni de götür ya sen de gitme” der.
“Dayanamam gayri ben bu hasrete
Ya beni de götür ya sen de gitme
Ateş-i aşkına yakma çıramı
Ya beni de götür ya sen de gitme
*
Ahtı amanımız vardı seninle
Gönül mü eğledin yoksa benimle
Kavli kasem eylemiştik yeminle
Ya beni de götür ya sen de gitme
*
Sen gidersen kendim berdar ederim
Bülbül gül dalına konmaz niderim
Elif kaddim büker keman ederim
Ya beni de götür ya sen de gitme
*
Aşk-ı muhabbetle düştük dillere
Bu hasretlik beni salar çöllere
Bırakıp da gitme gurbet ellere
Ya beni de götür ya sen de gitme
*
Yâr sineme vurdun kızgın dağları
Viran koydun mor sümbüllü bağları
Hüseyin’im geçiyor gençlik çağları
Ya beni de götür ya sen de gitme.”
*
Dağlarıyla, vadileriyle, çaylarıyla, ovasıyla endemik bir iklime duran bu çanakta Melûli’nin sesi, Viranî’nin sesine, Derdiçok’un sesi Haydari’nin sesine, Ali Haki’nin sesi Behlûl Ali’nin sesine, Âşık Hüseyin’in sesi Mücrimî’nin, Tacim Dede’nin sesine karışıp Hurman’ın suyuna berraklığını, Nurhaklar’a isyanını, Binboğalar’a deyişlerini bağışladı. Yeni filizlere su oldu, hava oldu, toprak oldu. Aşık Yener’e, Kul Hamit’e, Kul Hasan’a, İbreti’ye, Mahrumi’ye, Afe Ana’ya, Aladeli’ye, Abdurrahim Karakoç’a, Hayati Vasfi’ye, Perişan Güzel’e, Hayretî’ye, Nizari’ye, Aşık Hüdai’ye, Aşık Fedai’ye, Mahzuni’ye, Maksudi’ye, Yemliha’ya ve daha nicelerine dönüşen kültürel bir iklim oldu.”
(Yemliha Abi, s.73-75)
*
Mustafa Ertekin