Dağın bir yamacından Dadaloğlu, diğerinden Karacaoğlan seslenirse elbette ki Âşık Yener de bir yandan:
”Ne gezip durursun hep garip garip
Kız sen İstanbul’un neresindensin.
Gel söyle derdine olayım tabip
Kız sen İstanbul’un neresindensin” der Emel Sayın’ın sesinden, diğer yandan:
“Bitmez çile, tükenmeyen sefalet
Yıllar yılı başımızda taç bizim
Vicdansızlar kanun çiğner maharet
Gerçekleri söylememiz suç bizim
*
Anadolu susuz susuz kuyular
Her gün artar işsiz, güçsüz sayılar
Havyar yerken komprador dayılar
Halk sınıfı tüm midemiz aç bizim
*
Ankara’da türlü türlü plan var
İstanbul’da açık açık talan var
On milyona köpek satıp alan var
Sorsak hele kıymetimiz kaç bizim
*
Paylaşılmış denizlerle karalar
Ağalara tapulanmış buralar
Patronların bankalarla paralar
Üretici tüm çalışan güç bizim
*
Kanuni Han önder olup askere
Seferi var Avrupa’ya kaç kere
Ecdadının at sürdüğü yerlere
Çöpçülüğe akıl eden göç bizim
*
Vurguncular sayfiyede Ada’da
Köşkleri var Şişli, Levent, Moda’da
Yedi nüfus kiracı tek odada
İki metre yerimiz yok hiç bizim
*
Âşık Yener bozma gene asabı
Soysun hele fırsatçılar kasabı
Elbet bir gün sorulacak hesabı
En sonunda alınacak öç bizim” der Mahzuni Şerif’in sazından sesinden, söz biraz değişse de.
Der, der de, yine de aklıma takılıyor. Ve hatta ‘coğrafya kaderdir’ diyen de var. Bunların hepsini geçtim de, acaba Coğrafyamın yarattığı iklim, kendine has endemik şairler ozanlar da mı yetiştiriyor.
Gürün-Afşin sınırında Güllübucak ile Akdere Köyü arasında toprağı delip Kerevin’de coşan, İtkıran Dağı ile Binboğalar’ın arasında taşıp yer yer Ayran Dede’ye dönüşüp coşa geldiği Hurman Çayı Tanır’da Afşin-Elbistan Ovası’nı emziren diri bir anaya dönüşüyor. Nasıl bir iklimdir ki, aynı şairin bir eline gül diğerine gürz veriyor. Dadaloğulu’nun, Karacaoğlan’ın, Pir Sultan Abdal’ın pınarından su içince şiir gülün rengine de gürzün rengine de bürünüyor. Sanırım çanak içine aldığı sıvıya da şeklini, ruhunu veriyor…
Bu çanağın ozanı olup da Binboğaları, Beritleri, Nurhakları anmadan olur mu?
”Seher yeli bizim ele var hele
Göğçebel’de mor sümbüller açtı mı
Eğlenip de Yaylalara sor hele
Üçgül, nergiz kokusunu saçtı mı
*
Serin olur Binboğa’nın havası
Yükseğinde kartal şahin yuvası
Yeşillenip Elbistan’ın ovası
Bizim köyler yoncaları biçti mi
*
Gurbet ele düşen yiğit der eyvah…
Yanıp yanıp kül olur da çeker ah
Meri keklik yavruları bir sabah
Kanat açıp yuvasından uçtu mu.
*
Mor koyun sürüsü Bostanbeli’nde
Köroğlu misali türkü dilinde
Mavzeri dalında, sazı elinde
Dirgen İsa Dikenli’ye göçtü mü.
*
Kalktım-ola Berit Dağın dumanı
Atamadım gönlümdeki gümanı
Bir bahar mevsimi yayla zamanı
Türkmen kızı sevdiğine kaçtı mı.
*
Koçyiğitte göğkıratın yuları
Sanki düz olur Nurhak Dağları
Derde derman İçmece’nin suları
Ak gelinler sularından içti mi.
*
Aşık Yener dilimizde ahüzar
Aramızda karlı karlı dağlar var
Yollarımı bekliyor mu nazlı yâr
Yoksa bizden farayıp da geçti mi.”
Tanırlı Âşık Yener Afşin-Elbistan çanağının endemik ikliminin tipik bir temsilcisidir. Şiirlerinde Bektaşi kültürünü, memleket sevdasını, aşkı, haksızlıklara isyanını yan yana görürüz. İnsanının yaşam koşullarını da dağlarının sümbül kokusunu da mısralarına nakşeder. Kimi zaman Binboğa’nın çiçekleri kimi zaman Hurman Çayı’nın suyu şiirlerinde dile gelir. Bu nitelikleriyle onun şiirleri Mahzuni Şerif ve İsmail İpek gibi yöre ozanlarının sesine ve sazına uyumludur. Bu yüzden her ikisi de Âşık Yener şiirleriyle plak yapmıştır.
Âşık Yener’in mahpus Yılmaz Güney’e şiirle seslenişini İsmail İpek saza döker.
“Doğuda batıda uzak yakından
Sana kucak kucak selam var Yılmaz
Senin çok sevdiğin fakir halkından
Sana kucak kucak selam var Yılmaz
*
Gönlüm sevgi dolu geldim ben sana
Kapanıp düşünme hücre odana
Seni çok özledim Mersin Adana
Sana kucak kucak selam var Yılmaz
*
Ceyhan Yenice’den dertli anandan
Deniz’den Yusuf’tan yiğit inandan
Nurhak dağlarından cesur Sinan’dan
Sana kucak kucak selam var Yılmaz
*
Biz öç alacağız halkı soyandan
Devrimci gençleri hapse atandan
Hüseyin Cevahir Mahir Çayan’dan
Sana kucak kucak selam var Yılmaz
*
Bir güneş doğuyor umut dağından
Yılmazlar gezecek hürlük bağından
Bütün memleketin dört bucağından
Sana kucak kucak selam var Yılmaz
*
Yolum insanlığa çıkar her yandan
Bakar feyz alırım fenden hünerden
Kahramanmaraş’ta Âşık Yener’den
Sana kucak kucak selam var Yılmaz”
*
MUSTAFA ERTEKİN
(Yemliha Abi, Mustafa Ertekin, s.419)