SUS BAHAR VE UMUT

 – NURKAN GÖKDEMİR

Pencereden sokağa ve karşı evin bahçesindeki çiçeklenmiş ağaçlara hayranlıkla baktı. Müjde yüzlü mevsim, gizil bir telaşa bürünerek gelivermişti yeryüzüne işte. Yoksa sezinlemiş miydi ardı sıra gelecek apansız âlemi karayı kışı? Ondan mıydı farklı gelişi ve telaşı, kim bilir? “Nasıl bir bahar?” dedi sessizce.    

Büyüleyici renkler ve ışıyan görkemle dolu bir bahçeydi. Gözlerini okşayan bu güzelliğe derince dalıp gitmişti. Kuş gibi hafiflediğini hissetti ve esridi birden… Gerçeğin esaret zincirlerini gizil ruh gücüyle kırıp baharın rengârenk öyküsüne uçuruverdi özgür düşlemini. İşte şimdi, muhteşem bambaşka akan bir şenliğin içindeydi! Ne güzel!

“Özlemli doğa, sevgili bahara arzuyla upuzunca kollarını açmıştı. Umutla müjdelerle beklenen o müthiş kavuşma… Yeryüzü cümbüştü, öteydi. Rengârenk, ardı sıra patlıyordu toprakta özce dolu tohumlar. Dallardaysa coşkun ve tomurcu kutlamalar. Misce salınıyordu havaya dirim çağrılı rayihalar. Esrik rüzgârların nefesiyle salınıyordu filizlenmiş dallar. Allı sarılı, yeşilli morlu süslenmişti bahar. Güneş yeryüzüne bambaşka gülümsüyordu. Mavi huzurdaydı gökler. Umutlar gönençliydi. Dallarda ve göklerde sürüyle kuşlar neşeyle sevi şarkıları söylüyordu. Diğer yercil canlar da onlara eşlik ediyordu. Delişmen sular çağlayarak karışıyordu bu ahenkli koroya. Davetkârdı eşsiz güzelliğiyle doğa. Göz alıcı parlıyordu öz/dirim tüm varlığa…”     

Pampuş’un o şirin “miyaavv” sesiyle birden gerçek âlemine dönüverdi… Ne de güzeldi düşler, huzur doluydu. Ya gerçek âlem? Tuhaf ve bungundu. Sokakları şehirleri düşündü ve koca yuvarlak yaralı dünyayı… Sıra dışı bir bahar yaşanıyordu. Fakat bu renkli bahar tablosunda insanlar yoktu. Doğadan epeyce uzaktaydılar. Beklenmedik ürkünç bir hadiseyle bir anda betonlara hapsolmuşlardı. Yalnız, yollar ve sokaklarda birtakım maskeli, korku dolu siluetler görünüyor; sonra hızla kayboluyordu. Dört duvar tutsaklığındaysa bahara özlemli solgun gölgeler dolaşıyordu. İçre âlemlere hüzünler dolup taşıyordu. Bir anda nasıl da değişivermişti akış, zaman ve döngü? Akıllar durmuştu adeta. Ruhlar donmuştu daha ilk mevsimin başında… Nedendi? Ne olacaktı bundan sonra?      

Kimse bir şey bilmiyordu. Evlerdeki ‘zehirkara teknokutular’ korku, telaş saçıyor; ölüm ve kıyamet tellallığı yapıyordu. İnsanlar birbirlerinden oldukça uzaktı iletişimlerinde. Hep sayrılık, önlemler, korku ve ölüm üzerine konuşuyorlardı. Dualar, helalleşmeler, acı dolu sözlerle birbirlerini bunaltıyor; adeta sözleriyle öldürüyorlardı. Tüm hayata telaş ve korku egemen olmuştu. Bütün bunlar, artık onu da çok bunaltıyordu.      

“Meçhul, hayata hiç bu denli dâhil edilmemiş, sorgulanmamıştı.” diye düşündü… Yarın/lar ne olacak/lar: Hiç…? Hayat ve ölüm, şimdiye değin, hiç böylesine iç içe hissedilmemiş düşünülmemişti. Bu tuhaflıklar, şaşkınlıklar ve korkular nedendi? Ruhu üç günlük dünya hayatına kaptırmaktandı belki; kendinden alabildiğine kaçıştan, ölümden ve ölmeden önce ölümü yaşamamaktandı belki de… Meçhulün ürkünç sureti dolaşıyordu gece düşlerinde bile. Hayat altüst olmuş, her şey kâbusa dönmüştü birdenbire. Şimdi insanlar korku ve suskunun egemenliğindeki evlerinde, tecrit edilmiş büyük yalnızlıklarıyla baş başaydı… O da biricik oğlu ve Pampuş kedisiyle… Tüm dünya modern ölüm hücrelerine hapsolmuştu. “Evsizler, yurtsuzlar, sürgünler ve kovgunlar dışında!.. “

“ve işte özgürlük (!) evcil/leşti/rilmişti / yaşasın/dı sonunda!

şimdi özgürlük pencere genişliği/ydi / yalnız sayrı ve sus/ca

yaşasın ölüm! / ve yaşasın gizil infazlarla /kurgu sayrılıklarla

can çekişen zavallı / kan kızılı kin karası / bu bahtsız Dünya!”

Düşe/yazdı birden böyle bir şiir us/ulca defterinden… Gün âleme dalıp gitmişken… Artık toparlaması gerekiyordu, çünkü çok dağılmıştı düş/ün/leri, yorgundu. Yavaşça kalktı, odanın içinde biraz dolaştı, pencereden dışarı baktı. Şaşkındı hayat… Yer, gök, ağaçlar, kuşlar da şaşkındı fakat coşkuluydular da… Doğa, şehirler, parklar, hiç bu denli insansız olmamıştı. Masum canlar da hiç böylesi özgür olamamıştı, ne hoş! “Tüm gariplik ve esaretlere rağmen yine de güzel şeyler oluyor, hayat acı tatlı devam ediyor işte!” diye düşündü. Umut hep vardı, asla yitmemeliydi, bizi hiç terk etmemeliydi.    

Yüzünde şimdi bir tebessüm belirmişti. Mahzunca duran oğluşuna ve Pampuş’una sevgiyle sarılarak, “Yaşam devam ediyor ve birlikteyiz, ne güzel! Hiç üzülmeyelim, umutta kalalım, bu günler geçecek inşallah. Öyle değil mi benim güzel canlarım?” dedi. ”Nefes alabiliyorsak, hâlâ hayat doluyuz demektir. Ve biz inanıyoruz ki Yaradan ne yücedir, tüm varlığa nefes verendir. Her şeyi gören, bilendir. Güzel/i dileyenle beraberdir. O, ‘umut ve sevgi’dir.”

                       

Bu güzel düşünceler, içini birden huzurla dolduruverdi. Kalktı, evin esaret kokan penceresini hızla açtı, ardından sokağa ve tüm insanlara seslendi: “Selam herkese! Şimdi beni dinleyin lütfen! Ölümü birlikte güzelce dirilttik değil mi, kutlarım hepimizi! Biraz da hayatı diriltelim ve kararmış kalplerimizi! Sevgiyle umutla ‘bir olma vakti’ haydi! Açalım esaret pencerelerini hayata! Baharı kucaklayalım düş kollarımızla! Hep birlikte seslenelim dünyaya:

               

“Şer gitsin, umut rengârenk gelsin.  Şer gitsin, hayat yeniden gelsin.”

                                

Her şeye rağmen dirim dolu, rengârenk Bahar!

Her şeye rağmen gizem dolu, tomurcuk Umut!

                                                  

                                               

                                                                                        

                                                    

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Facebook
Twitter
YouTube
Instagram