UN HELVASI

– AYFER YILDIZ

*

O zamanlar Namıkların evinden her sabah tozu dumana katan sesler gelirdi.

Onların sabah senfonilerini duymadan uyanabilene aşk olsun. Namıklar beş numarada, biz de hemen bitişiğindeki altı numarada oturuyorduk. Namık’ın annesi Lütfiye teyze ile onun eşi Lütfü amcanın “Bu sabah bakkala kim gidecek?” kavgaları, şenlik apartmanı sakinlerinin çalar saatiydi âdeta.

Namık; okula gittiğimiz veya dışarıya çıktığımız zamanlarda da dut yemiş bülbül misali etraftaki hareketliliğe, uyuşmazlıklara, kavgalara gıkı çıkmayan, bulaşmayan sinsiliğine ve ezikliğine sinir olduğum komşumuz; benim de ikide bir tartakladığım arkadaşımdı. İki numarada oturan Kübra’yı için için sever, Kübra ise ona hiç mi hiç yüz vermezdi. Bir numaradaki Bitli Yeşim, Namık’ı seviyor olmalıydı ki Kübra’nın Namık’a yaptığı cadılıklara sinir olur, başını hart hurt kaşıyarak kikirder, söylenilenleri papağan gibi tekrarlayarak ortalığa laf taşırdı.

Üç ve dört numaralı daireler yurt dışında yaşayan Sefer amcalarındı; haziranda gelirler, eylül ayında da dönerlerdi. Şenlik Apartmanı’na türlü türlü armağanlar getirir; biz çocuklara, hiçbir yerde rastlayamayacağımız kalemler, defterler, güzel şekerlemeler hediye ederlerdi. Bu yüzden onların gelmesini herkes dört gözle beklerdi.

Okulların kapanmasına az bir zaman kala, Sefer amcaların geleceği günün arefesi annem ve Lütfiye teyze evi temizler, yemek yaparak evi hazırlarlar ve hepimiz güle oynaya komşularımızı karşılardık. Böylece apartmanca çok mutlu olacağımız anların tadını çıkarırdık.

Yine bir haziran günü, Sefer amcaları karşılamak üzere hazırlıkların yapılacağı hafta, Almanya’dan gelen bir haber tüm apartman sakinlerinin yüzünü düşürmüştü.  Apartman sakinleri de dualı konuşmalarla apartman toplantısı yapılmasına karar vermişti.

Normal zamanda tembih sözlerini duymamış ve anlamamış gibi davranan Namık; “Sefer amca Kapıkule sınırına yakın bir yerde kaza yapmış ve ailece hastaneye kaldırılmışlar.” deyince Kübra, ben ve Bitli Yeşim tarifsiz tanımsız bir şok yaşamıştık.

Yaz tatiline girecektik. Karnelerimizi almak için okula gideceğimiz gün, ilk defa evdeki saatin ziliyle uyanmıştım. Lütfü amca ile Lütfiye teyzenin tatlı didişmeleri, bağrışmaları yoktu artık. Anlaşılan şenlik apartmanının keyfi kaçmış, Sefer amca’nın geçirdiği kaza herkesi derinden sarsmış, üzmüştü.

O kadar net anımsıyorum.  Büyüklerimiz, ahizeli telefonlarının başında hastaneyle sürekli irtibata geçiyor; Sefer amcalarla ilgili bilgiler alıyorlar, iyi bir haber almak için de dua üstüne dua ediyorlardı.

Kazadan yaklaşık on gün sonra babam, annemin eline un ve şeker dolu fileleri tutuşturdu. Annemin gözleri tıpkı babaannemi kaybettiğimizdeki gibi kıpkırmızıydı. O an çok önemli bir olayın olduğunu fark ettim.

Ben, Namık, Kübra, Bitli Yeşim hayatımızın ilk ortak acısını yaşamıştık Sefer amcayı kaybetmiştik. Büyüklerimizden öğrenemediğimiz örf adet, gelenek ve görenekler onlarla birlikte yok olup gidecekti. Aynı duyguları biz çocuklar da kendi çocuklarımıza yaşatacaktık. Artık apartmanda hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Olmadı da… Ölümünden birkaç ay sonra Sefer amcanın oğlu üç ve dört numaralı daireyi satışa çıkardı. Daire kısa bir zamanda değerinin çok altında satıldı. Evin yeni sahipleri, yine yurt dışında yaşayan, kısa bir süre önce de ülkeye kesin dönüş yapan bir aileydi. Ailenin bizim yaşlarımızda üçüz çocuklarıyla kısa sürede arkadaş olduk.

Üçüzlerden biri Ayşe adında kadife yüzlü bir kızdı. Kim derdi ki Sefer amcanın vefatı, benim hayat arkadaşım olacak insanı karşıma çıkaracak, Bitli Yeşim ve Kübra da üçüzlerin iki erkeğiyle hayatlarını birleştirecek, Namık’ın Kübra ile ilgili içinde yaşadığı ne çok hayali vardı ki o da tıp adına birçok bilimsel başarıya imza atacak. Ve yine kim derdi ki babamı kaybettiğimde elimdeki helva malzemelerini eşim Ayşe’ye verirken oğlum Sefer, olup bitene bir anlam veremeden gözlerimin içine bakacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Facebook
Twitter
YouTube
Instagram