– MURAT KAPKINER
*
Sorun galiba şu: Mahalli sanatçının yapıtını evrensel kılabilmesi. Merhum Neşet Ertaş gibi. Ankara radyosunda ilk yayınlandığı zamanlar mahalli sanatçı diye anons ediliyordu. Kısa zamanda türkü dinleyen, seven kim varsa herkesin sevgilisi oldu. Besteleri, ulusal yapıtlar olarak ileriye kaldı. Böyle bir iki istisnayı saymazsak özellikle Aşık Veysel’i, biliyorsunuz türkücüler ya mahalli ya ulusaldır; sanatçı her yöreden çalabilmeli, okuyabilmelidir. Ama istisnalar her yöreyi kendi kabuğuna çekebiliyor.
Bu girişi kimileriniz belki bir uzak benzetme olarak değerlendirecek ama kimi şairler ve kimi şairlerin ürünleri hakkında da benzer şeyler düşünüyorum. Burada mahallilik, yöresellik değil içerik.
Mesela dünyaca ünlü hangi komünist şair olursa olsun, eğer yapıtlarında hep bu ‘dava’larını söylüyorlarsa mahallidirler. Çünkü hangi dava olursa olsun ya hedef kitleleri açısından ya kronik açıdan marjinaldir. Yani ya muhatabı sınırlı ya kullanma tarihi açısından başı sonu belli bir ömrü var olduğundan sınırlı. Komünizm bitebiliyor. O şiirler ne işe yarayacak. Ya da İslam davası şiirleri. İslam egemen oluncaya kadar kimilerine heyecan verebilir ama İslam egemen olunca anlamsızlaşır. İki örnekte de ‘ideoloji’den bahsettiğimin altını çizmem herhalde gerekmiyor.
Ama mesela bir komünist şair veya bir İslamcı şair bütün dünyayı komünist veya Müslüman yaparsa sözümüz yok: o artık Neşet Ertaş istisnasıdır.
Kültür fukarası olduğum için bildiğim birkaç şairi şöyle bir aklımdan geçiriyorum.
Üstat N.Fazıl Kısakürek’in kalıcılığı dava şiirlerinden ötürü mü yoksa Otel Odaları, Çile, Kadın gibi şiirlerinden mi? Bence ikincilerden.
Üstat Sezai Karakoç yarına kaldı. Balkon, Anne ve Çocuk, Mona Roza ilgisiyle mi dava şiirleri ilgisiyle mi diye soruyorum. (Kaldı ki ilerde geleceği üzere, onun dava şiirleri de salt dava şiiri değil).
Attila İlhan; Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı şiiriyle mi tarihe kalacak, yoksa Ben Sana Mecburum, Aysel ve benzerleriyle mi kalacak.
Mehmet Akif; İstiklal marşı ilgisiyle mi yoksa Küfe, Bülbül vs. gibi varoluşsal şiirleri ilgisiyle mi edebi çevrelerde unutulmazdır.
Komünist Nazım Hikmet; tecavüzcü askeri anlattığı şiiri, Ustamızın Ölümü (Lenin) şiiri, milli mücadeleyi anlattığı şiirleriyle mi yoksa Bu Gün Pazar ve emsali şiirleriyle mi daha da ileriye kalacak.
Yine zamanın komünist ozanı Mahzunî Şerif “Erim Erim Eriyesin” (zamanın başbakanı) ile mi ileriye kaldı yoksa mesela “İşte Gidiyorum Çeşm-i siyahım”la mı?
Gene Komünist Aragon, Mutlu Aşk Yoktur ve emsali şiirleri yazmasaydı bugünkü şöhretini hak eder, hâlâ herkes tarafından okunur muydu?
Rahmetli Erdem (Bayazıt) Ağabey’e bir gün: “Abi! İşbu dava şiirlerini külliyen yadsıyacağım ama Mehmet Akif, N. Fazıl, Sezai Karakoç var.” demiştim. Bana: “Dava şiiri yazılmaz değil, değil de; riskli…” demiş, beni aydınlatmıştı.
Bu anımı da şunun için anlattım: Bütün söylediklerimden “dava” şiiri hiç olmaz demek istemediğimi anlatabilmek. ‘İdeolojik’ şiiri evet tamamen yadsıyorum ama ‘dava’ şiirinin, eğer varoluşsal bir boyutu da varsa, ya da şöyle söyleyeyim, söz konusu davanın müşterileri dışında da müşteri bulabiliyor, insan gerçeği, bilinçaltı yoklamaları yapabiliyor, ‘herkesi’ düşündürebiliyorsa sorun yoktur. Bu bölüme benim bildiğim, bütün şiiriyle giren şair Sezai Karakoç.
Sonuç itibariyle anlatmaya çalıştığım şairler belki değil ama şiirlerinin çoğu mahalli.
Önemlisi bu şiirlerin hiçbiri gelmemiş, üretilmiştir. Şiiri ideolojiye, hatta davaya bulaştırmaya bülbülü eti için kesmek benzetmesi yapılırdı. (Yoksa ben mi yapıyorum).
Demem o ki, bir de mahalli olmayan şairler var. Evrensel şairler. Herkese, her çağda hitabeden nebevi şairler.
Sezai Karakoç, Hölderlin, Rainer Marie Rilke gibileri.