Emniyeti Edebiyata Taşıyan Yazar; Mustafa Kalender, YARPUZ ESİNTİSİ Programına konuk oldu.
İsimde ki Sır adlı Roman ile Edebiyat Dünyasına giriş yapan ardından ise Ebuzer Kalender ile birlikte Ceraim-46 adlı Romanıyla okuyucularını selamlayan Mustafa Kalender’in hem İsimde ki Sır hem de Ceraim-46 adlı Romanları ikinci baskılarını yaptı.
Ceraim-46 Romanının ikinci baskısını yapması sonrası YARPUZ ESİNTİSİ Programına konuk olan Yazar Mustafa Kalender ile Roman tadında Röportaj gerçekleştirdik.
Röportajımızı hem yazılı olarak okuyabilir hem de görüntülü olarak izleyebilirsiniz.
- İsterseniz klasik bir soruyla başlayalım, Mustafa Kalender kimdir?
1980 yılında Afşin’de doğdum. . Kırgız-Türk Manas Üniversitesi, Türkoloji (Türk Dili ve Edebiyatı) mezunuyum. 2004 yılında üniversiteyi bitirdim ve Türkiye’ye döndüm. Kendi alanımda istihdam olanağı az olduğundan 2008 yılında polislik için başvurdum ve yaklaşık on yıl kadar polis olarak görev yaptım.
- Yazmaya nasıl başladınız, edebiyatla tanışıklığınız ne zaman başladı?
Yazmanın ilk koşulu okumaktır. Okumadan yazılmaz. Ortaokuldan başlayarak özellikle Doğu ve Batı klasiklerini okudum. Üniversitede özellikle yazma içerikli derslerden yüksek puanlar alırdım, o dönemde hocalarım beni yazmaya teşvik ettiler.
3-Polisiye Roman nedir?
Polisiye romanın tanımını yapmadan şunu belirtmek gerekir ki, polisiye de olmazsa olma iki unsur vardır. Bunlar: suç ve muammadır. Bu kapsamda polisiye romanı, “Gizemli bir suçun, bir soruşturmacı tarafından araştırılarak aydınlanmasını tahkiye eden romanlardır,” diye tanımlayabiliriz. Buradaki soruşturmacı polis, dedektif, gazeteci ve ya herhangi bir kişi olabilir.
Diğer taraftan polisiye roman da aynen bir sosyal roman, tahlil romanı, tarihi roman gibi roman türünün bir alt dalıdır ve aynı zamanda ayrılmaz bir parçasıdır.
4-Neden polisiye roman türünde eser veriyorsunuz?
Yaklaşık on yıl polislik yaptım, meslek hayatım boyunca Emniyetin birçok biriminde çalıştım, bu durum belli bir meslekî birikimimin oluşmasını sağladı. Bir yandan polislik mesleği ile ilgili bir birikim, diğer yandan edebiyatçılık derken ikisini bir harmanlayıp zemini Emniyet olan polisiye bir roman yazmaya karar verdim. İstedim ki roman kahramanı olacak kişi polislik mesleğine, Emniyete hakim olsun.
5-Ebuzer Bey ile ortak kaleme aldığınız Ceraim: 46’yıo- okudum ve çok beğendim. Katile akıl yürütme ve teknolojik imkanları birleştirerek ulaşılmış, bu konuda ne demek istersiniz?
6- Gerek “İsimdeki Sır” gerekse “Ceraim:46” romanında başkarakter olarak Barman Kara’yı görüyoruz, bu isim nereden gelmekte, var mı bir öyküsü?
Evet, bir öyküsü var. Bu isim Alper Tunga Destanı’nda geçen bir Türk savaşçısının ismidir. Arkaik bir isim, artık kullanılmıyor.
Eski savaş geleneklerine göre iki ordu karşı karşıya geldiğinde ordulardan birer cengâver meydana çıkarak dövüşür ve böylece ordular birbirlerine psikolojik üstünlük kurarmış. Bir gün Türk ordusuyla Pers (İran) ordusu karşı karşıya gelir. Türk ordusundan Barman, Pers ( İran) ordusundan da Kubat çıkar meydana, dövüşürler ve Barman, Kubat’ı öldürür. Bu büyük Türk savaşçısının ismi hiç olmazsa bir romanda yaşasın istedim.
7- Barman Kara, karakter olarak nasıl biridir? Başkarakteri oluştururken kendinizden mi esinlendiniz?
Barman Kara bizden, yani içimizden biri. Belli ilkeleri olan, işini seven, kendini işine adamış bir polis. Öyle filmlerdeki ya da romanlardaki gibi olağanüstü yeteneklere sahip biri değil. Zaten serinin ilk romanı olan İsimdeki Sır’da kendisini şöyle tanımlar: “Bir yetmiş beş boyunda, geniş omuzlu değil, dar omuzlu, boyuna göre orantılı kilosu olan, uzun yüzlü ve esmer tenli biriyim. Öyle olağanüstü güçleri yahut on parmağında on marifet olan biri de değilim.”
Üniversite mezunu, kitap okumasını seven biri. Emniyet teşkilatında bir karakolda ya da herhangi bir birimde rastlayabileceğimiz bir tip, devletin polisi. Biraz da şüpheci. Romanı okuyan tanıdıklar,“Ya, bu adam sana çok benziyor.” diyorlar, bana benzerlik gösterebilir ama ben değilim.
8-Karakterlerinizi oluştururken zorlanıyor musunuz?
Doğrusu, karakterleri oluştururken çok zorlanmıyorum. Karakterleri genelde gerçek kişilerden esinlenerek oluşturuyorum.
Şöyle bir örnek vereyim. Olay Yeri İnceleme biriminde çalıştığım dönemlerdi, sokakta giderken genç bir adam selam verdi, selamını alıp devam ettim yoluma. Ben bu adamı nereden tanıyorum diye düşünmeye başladım, yüzü tanıdıktı ama kimdi? Bir saat kadar sonra hatırladım. Bu genç adam, bir ay kadar önce, hırsızlık suçundan sabıka dosyası oluşturulması için fotoğrafını çekip parmak izini aldığım kişiydi. Hırsız, maganda, katil, tecavüzcü vb. suçlularla işimiz gereği etkileşim halinde oluyorduk.
Diğer taraftan birçok birimde çalıştım ve hâliyle birçok meslektaşımı gözlemleme imkanım oldu. Polis karakterleri oluştururken de onlardan esinleniyorum.
9- Polisiye ve dil olayına nasıl bakıyorsunuz?
Her şeyden önce, dil ve anlatım akıcı ve anlaşılır olmalı diye düşünüyorum. Bunun az edebilik ya da çok edebililikle ilgisi yok. Dil ve konu uyum içerisinde olmalı. Sosyal romanın alt dalı olan bir köy romanını düşünün, köyde, şırıl şırıl akan bir pınarın başında, bir köy delikanlısının, bakracına su dolduran sevdiği kıza, Fuzuli’den bir beyit mi yoksa Karacaoğlan’dan bir dörtlük mü okuması daha yerinde olur.
Elbette ki her iki şairimiz de çok büyük ve çok kıymetlidir. Ama pınar başına Karacaoğlan daha çok yakışacaktır. Kısacası dil ile konu ve tür uyum içerisinde olmalıdır.
10-Siz tarz olarak farklısınız, bu neden kaynaklanıyor?
En önemli neden, yöntem farklılığıdır. Ben,“Katil kim?” polisiyesi yazmıyorum. “Katil kim?” polisiyesinde bir cinayet işlenir ve bir soruşturmacı ki, bu genelde bir dedektiftir, şüphelileri sorgulayarak üç beş şüphelinin içinden katili bulur. Tabii bu türde güzel ve saygıdeğerdir.
Ben, katilin bulunmasında gerçek hayatta bir polisin izlediği metodu, prosedürü izliyorum. Gerçek hayatta, bir cinayet işlendiğinde çoğu zaman katil açısından elimizde üç seçenek vardır. Ya cinayetin faili bellidir ve yakalanmıştır; ya faili bellidir ama fail elde değildir, yani olay faili firardır; ya da katil bilinmiyordur, yani faili meçhuldür. Dolayısıyla her zaman ortada polisin sorgulayacağı üç beş şüpheli yoktur.
11-Konuyu yaşanmış olaylardan mı seçiyorsunuz?
Tam olarak yaşanmış olaylar diyemeyiz, ama gerçeklerden esinlenilmiş, gerçekle harmanlanmış, edebiyatın gerekleri göz önüne getirilerek tahkiye edilmiş olaylar diyebiliriz.
Birçok okur, romanlardaki bu olaylar yaşanmış mı diye dönüyor bana, bu durum okuyucuların romanları gerçekçi bulmalarından kaynaklanıyor. Gerçekçi bulmalarının sebebi Barman Kara’nın, Emniyete, polis jargonuna hakim olmasından ve roman zemininin Emniyet olmasından kaynaklanıyor.
12-Bu Durumun yani gerçekçi polisiyenin avantajları ya da dezavantajları nedir?
Gerçekçi polisiyenin elbette ki avantajları da var, dezavantajları da. Avantajı, daha inandırıcı ve ayağı yere basan bir roman oluyor. Okuyucu kendini daha rahat veriyor kitaba. Dezavantajı ise uyulması gereken hukuk kuralları başta olmak üzere mevzuatlar, prosedürler, başkarakteri sınırlandırıyor, zorluyor.
Her zaman olmasa da zaman zaman tekrara düşmek durumunda kalınıyor. Örneğin, bir ceset olduğunda savcı, Olay Yeri İnceleme ekibi, Asayiş Büro/Şube polisi olay yerine intikal ediyor, rutin tutanaklar tutuluyor. Söz gelimi her cesedin tırnak arasına bakmak gerekiyor, çünkü bu çok önemli, katile ait bir biyolojik delil olabilir. Olay yerinde benzer çıkarımlar yapılabiliyor çünkü cesetler farklı olsa da izlenen metotlar aynıdır.
13-Sizin için Emniyeti edebiyata taşıyan kişi diyorlar, bu konuda ne demek istersiniz?
Evet, öyle diyorlar. Yakıştırma için teşekkür ederim. Amacımdan biri de Emniyeti edebiyata taşımaktı. Sanırım bunu başardık.