nedendir bu mezar
burada hep kendine benzer
oysa senden bana hatıra kalan bir avuç toprak
bahçende yetişen bir akasya ağacı
ve kavanozda bir tutam kurumuş
ıhlamur yaprak.
o gözyaşlarına tutunarak
gelmemiş buraya kim var sâki
bir semazen-i deveran
– gibi – benden de mi dökülür ne
o gözyaşı mezarındaki çimler üstüne
her sabah nemli, perişan, hüsran olarak
geliyor sanki güneşin matemden huzmeleri de
gözyaşlarıma doğup ateşten ağlayarak.
bir kapı aralandır mezarından ya da toprağından
selamsız bir ömür yarası ile kavuşmak
değil bana göre burası bir mezar ve toprak
aç kapını yarım dudak bükümü kadar aralık
anladım bana göre değil burada sensiz yaşamak
damar damar ırgalanarak
tomar tomar yaralanarak.
işte, girmek içeri bir yürek yarısı kadar
bir ıhlamur yaprağı kurusu kadar
aç kapını ben geldim senden
geriye kalan bir nefeslik sesimle
– merhaba – diyecek kadar
ve sonsuza kadar.
senden bende kalan ne varsa yanıma alarak
ve bir de heybemde sakladığım
yanağından düşen ırmaklar kurusu göz yaşını
yüreğimde ıslatarak.
bir kitabe aşk yaşayarak gelenlerden tutun da
bir tohumu dahi tutarak getiremeyenlerden öte
bir mezarlık mıdır burası ya da buradakiler
bir avuç kara toprak.
gülsüz, çiçeksiz, nefessiz ve yalınayak
aç mezarını ben geldim
içinde leyla bulunan heybeme
mecnun’dan kalmış bütün çölleri
…toplayarak…
*
MEVLÜT KILINÇ