Bu yazıyı sadece bir küçük kıza yazmak istiyorum. Evet. Sadece ona… Sarı saçlı kalın gözlüklü bir kıza. Sırtında yeşil çantası ve üzerinde bordo ceketi olan belki biraz şımarık belki biraz çok sevilen sarı saçlı bir kıza yazmak istiyorum. Okul yollarında gördüğüm siyah çizmeli kıza yazmak istiyorum. Belki yıllar sonra…
Ey küçük kız!
Bugün gözlerin annesiz bir çocuğun bakışı gibi sessiz şimdi… Annesiz kalma korkularını taşıyorsun içinde. Bu rüyamı yoksa? Annen gerçekten yok mu artık? Sağında solunda hep yalnızlığın… Ey acısına ram olduğum uzak iklimlerin esen nuru… İçinin sessiz çığlıklarında boğuldun. Ellerinden aldılar en sevdiğin oyuncaklarını. Sana hiç kimsenin yaşamadığı bir mevsim kalmış sanki. İçinde güneşin olmadığı ıssız mevsimler…
Bir eylül böylemi yaşlandırır insanı? Bilmiyorum. Bir acı ne kadar büyültür insanı? Eylül hep böyle hüzün mü kokarsın? Ey acısına ram olduğum uzak iklimlerin esen nuru. Kalbimi yaşlandıran gözyaşlarını gömdüm yüreğime. Hüzün kokan cümlelerimin hecesisin. Ayrılık dolu şiirlerimin ağıt dolu bitişi…
–Ağlıyor musun? Ama böyle daha çok şiir olursun. Böyle daha çok kanarsın en ince yarandan.
Yürüyorsun. Görüyorum seni uzaktan. Rüzgâr bu sefer saçlarını değil gözyaşlarını savuruyor. Gözyaşların kuruyor yanaklarında. Ayaklarının altında kurumuş yapraklar var. Onların sesini duyuyorsun. Kuşlar kanatlarında bir gözyaşı taşıyarak hüzün taşırlar hiç bilmedikleri iklimlere. Sonbahar böyle işte… Biraz hüzün, biraz şiir biraz ayrılık kokar. İnsan kuş olup uçar yeni ülkelere. Ayrılıklar büyütür gidenlerin adını. Ben bunu önceden tanırım. İnsan bir yaprak gibi kopar dalından. Sen halâ annesinin küçük, yaramaz ve şımarık kızı… Sırtında yeşil çantanla üzerinde bordo ceketinle ve siyah çizmenle halâ okul yollarındasın. Ve ben belki birazdan ellerinde kitaplarla görebilirim seni. Birazdan ürkek adımlarından seni tanıyabilir, sana seslenebilirim.
Benim kalbim, bahçesinde duvarları olmayan bir şehrin kenar mahallesidir. Sokak lambaları mahallenin haylaz çocukları tarafından sapanla kırılmış, şehrin en tenha, en ücra mahallesi gibidir. Benim kalbim bütün yaşam aydınlıkları alınmış bir mahalle gibidir. Senin evinin önünden cadde geçer, benim evimin önünden sokak. Sen, apartman balkonlarından ışıklara ve şehre bakardın. Ben, tahta çerçeveli penceremizin kenarından gökyüzüne… Benim kalbim bir sancıyı taşırdı. Sonra kelimelerle taşardı hep. Benim kalbim bir çocuk gibidir. Kullanılmış bayramlıklarını geceden kalma bakışları ile ütüleyen…
Parası olursa bir çeyrek tost yiyebilen… En güzel şekerlerini saklayan bir çocuk gibidir. Benim kalbim alıngan bir çocuk gibidir. Benim kalbim uzun yaşanacak bir sonbahar gibidir. Ve ben, akreple yelkovan arasında kalmış eski zamanlardan, mürekkep sinmiş ceketimin iç cebinden hüzün ve ümitle bir şiir çıkartabilirim sana…
İçimden şehirler geçiyor tek caddelik şehirler
Büyüyorum çocukluğuma ve her insan hayat oluyor karşımda
Kayboluyorum arasında insanların
Ve tanınma korkusu peşimi bırakmayan…
Mülteci bir çocuk gibiyim şehrin arka sokaklarında
Yalın ayak hayatım, üşüyen hayallerim var
Silsem bir mendile geçmişimi verimi bu hayat kaybettiklerimi?
Kaybolan kendimi bir cami avlusunda buluyorum
İkindi sesine karışıyor kuş cıvıltıları su sesleri
Ahşap yapılardan ezanla birlikte naftalin kokuları geliyor
İlmeği kaçmış eski bir halı okşuyor yorulmuş ellerimi.
*
İBRAHİM BİRGÜL