– HARUN ÇİTİL
*
Mehmet Öğretmen köyde tek öğretmendi. Mesleğine başlayalı on üç yıl olmuştu. Beyaz tenli, uzun boyluydu. Bünyesi de zayıf olduğundan kamburumsu bir görüntüsü vardı. Bu köye geleli beş yıl olmuştu. Mesleğini severek yapıyordu. Kendisi de köylü çocuğu olduğu için köyde severek çalışıyor ve her yıl birkaç öğrencisinin Anadolu lisesini kazanmasını sağlıyordu. Bu başarısından dolayı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Takdirname ile ödüllendirilmişti. Köylüler de muhtar da öğretmenlerinin bir dediğini iki etmiyorlardı. Onu çok seviyorlar ve ona saygı gösteriyorlardı.
Mehmet Öğretmen geç evlenmişti. İki kızı vardı. Büyük kızı Aslıhan bu sene okula başlayacaktı. Küçük kızı Ayşe ise üç yaşına yeni basmıştı. Hanımı Fatma, ilkokul mezunuydu ama akıllı, yetenekli bir kadındı. Çok güzel yemekler yapar, elbise diker, kazaklar örer ve boş zamanlarında da kitap okurdu. Ayrıca lojmanın yanındaki kümeste tavukları besliyor ve tavukların hem etinden hem yumurtasından faydalanıyorlardı. Doğal besleniyorlardı.
Yaz mevsimi bitmek üzereydi, ağaçların yaprakları tek tük sararmaya başlamıştı. Güz gelmişti. Havalar soğumaya başlamıştı. Kışlık yiyeceklerin ve giyeceklerin yanında, kışlık söğüt odunları da hazırlanıyordu. Yılın altı ayı şiddetli kışın sürdüğü bir köyde yaşıyorlardı.
Fatma Hanım, ilçeye gidip kışlık giyecek ve mutfak ihtiyaçlarını almak istiyordu. Mehmet Öğretmen, esasen ay başının gelmesini bekliyordu; cebinde alışveriş için yeteri kadar parası yoktu çünkü. Aldığı maaş dört kişilik bir ailenin geçimine ancak yetiyordu. İlçedeki bütün esnafları yakinen tanıyordu. Eşinin ve çocuklarının ısrarına dayanamadı:
—Yarın alışveriş için ilçeye gidiyoruz, deyince çocuklar babalarının boynuna sevinçle sarıldılar. Mehmet Bey de çocuklarına sıkıca sarıldı. Fatma Hanım gülümseyerek onları izliyordu. Hele hele Ayşe’nin mutluluğuna diyecek yoktu çünkü babası ne zaman ilçeye gitse ona topitop, somruk şekeri getirirdi. Köyde tek bir minibüs vardı. Şoför Ahmet; çok konuşkan, neşeli biriydi. Aynı zamanda öğrenci velisiydi. Mehmet Bey ilçeye gideceklerini söyleyince Şoför Ahmet minibüsün ön koltuğunu onlara ayırdı.
Ertesi gün erkenden kalktılar, minibüsün ön tarafına oturdular. Minibüste oturacak yer kalmadığından bazı yolcular kucak kucağa sıkışık oturmuştu. İki erkek yolcu da ayaktaydı.
Şoför Ahmet bagajları yerleştirdi, arabayı çalıştırdı. Teybe Mahzuni’nin kasetini koydu. İşte gidiyorum çeşm-i siyahım, türküsü çalıyordu. Hâsılat iyiydi. Neşeyle sigarasını tüttürdü. Yaklaşık kırk beş dakikalık bir yolculuktan sonra ilçeye vardılar. Şoför Ahmet, köy garajında yolcularını indirdi ve ikindi sonu köye döneceklerini herkesin duyacağı bir sesle söyledi.
Fatma Hanım; iplikçi dükkânından beyine, kendisine, kızlarına kışlık kazak örmek için çeşitli renkte çile çile ipler aldı. Tuhafiye dükkânından beyine, kendisine, kızlara iç çamaşırı, çorap aldı. Kırtasiye dükkanından Aslıhan’a mavi bir çanta ve kitaplar, defterler, dosyalar, renkli renkli kalemler, silgiler aldılar.
Aslıhan sevinçten uçuyor, çantasını elinden bırakmıyordu. Bir lokantada et yemeği yediler. Çocuklar çok sevdikleri Coca Cola’yı sevinçle içtiler.
Vakit epeyce geçmişti. Güneş sallanmış, ikindi yaklaşmıştı. Oldukça sıcak bir gündü. Köy garajında bulunan Bakkal Durmuş’tan mutfak ihtiyaçlarını alacaklardı. Bakkal dükkânına vardıklarında birkaç müşteri vardı. Onlar gittikten sonra Bakkal Durmuş güler yüzle:
—Hoş geldiniz Mehmet Öğretmen, yenge hanım siz de hoş geldiniz, dedi.
Bakkal Durmuş, kızlara topitop şeker ikram etti. Küçük kız Ayşe topitop şekerini alır almaz maç maç emmeye başladı. Mehmet Öğretmen yaklaşık beş yıldan beri mutfak alışverişini düzenli olarak bakkal Durmuş’tan veresiye yapıyor ama maaşını alır almaz, ilk olarak bakkal borcunu ödüyordu. Şimdiye kadar borcunu hiç aksatmamış, düzenli ödemişti.
Fatma Hanım elindeki listeden ihtiyaçlarını söylemeye başladı: iki kilo pirinç, iki litre Kristal zeytinyağı, bir kilo siyah zeytin, üç paket sana yağı, gofret, helva, tahin, bisküvi, sabun, tursil, pril… Bakkal Durmuş, söylenenleri tek tek hazırlayarak poşetlere koydu.
Mehmet Öğretmen çay tiryakisiydi. Hele hele karanfilli çayı çok severdi. Akşamları misafirlerine çayı bizzat kendisi demlerdi. Köylük yerde çay sohbetlerine doyum olmazdı.
Mehmet Öğretmen:
—Durmuş amca, iki kilo kesme şeker ile bir kilo da Filiz çayı ver. Sana zahmet bunların hepsini benim hesabıma yaz, önümüzdeki hafta aybaşı öderim, dedi.
Bakkal Durmuş orta halli bir bakkaldı. Memlekette 1980’li yılların yüksek enflasyonu vardı. O yıllarda şeker ve çayı Tekel malı olduğu için peşin alıyor, bundan dolayı da peşin satıyordu. Piyasa o kadar kötüydü ki birçok ürünü sattığı fiyata alıp raflara koyamıyor, zarar ediyordu. Piyasada stokçuluk yapıldığından, en çok çay ve şeker kıtlığı vardı.
Bakkal Durmuş:
—Mehmet Öğretmen, çayı ve şekeri peşin parayla aldığımızdan peşin satıyoruz, borca vermiyoruz kusurumuza bakma, dedi. Mehmet Öğretmen; bir hafta sonra maaşını alacağını, şimdiye kadar bir kez bile borcunu ödemeyi aksatmadığını üzüntülü bir ses tonuyla söyledi, ama Bakkal Durmuş yine de “olmaz” deyince çok mahcup oldu. Duydukları karşısında donup kalmıştı. Cebinde çayı ve şekeri peşin alacak parası yoktu.
Konuşmaları hanımı Fatma da duymuştu. Hanımının yanında böyle bir duruma düştüğü için çok utandı. Yüzü kızardı, gözünün beyazı kızıllaştı. Kulakları uğuldadı, başı dönüyordu.
Bakkal Durmuş da yaptığının yanlış olduğunu anlamıştı; ama iş işten geçmişti. Fatma Hanım eşinin daha fazla üzülmesini istemediği için:
—Mehmet minibüs kalkacak; geç kalıyoruz, hadi gidelim, dedi.
Mehmet Öğretmen küçük kızını kucağına aldı, eşi de Aslıhan’ın elinden tuttu. Diğer poşetleri de almadan bakkaldan üzüntüyle ayrıldılar. Bakkal arkalarından bakakaldı, hiçbir şey söyleyemedi. Yaptığı hatanın şaşkınlığı içindeydi.
Minibüs, yolcularını almış onları bekliyordu. Mehmet Öğretmen, yaşadığı bu olayı bir türlü kabullenemiyordu. İçin için kendini yiyordu. Sessizce ve üzüntüyle minibüse bindiler. Minibüs köye hareket etmişti. Herkes birbiriyle derin bir sohbetteydi. Gözü, küçük kızın emdiği topitop şekerine takıldı. Çocuk; hiçbir şeyden habersiz, neşeyle şekerini yalıyordu. Minibüs şose yolda tozu dumana katarak ilerliyordu. Hiç kimseyle konuşmadı. İçinden düşünmeye başladı. Bana şeker ve çayı borca vermeyen bu insanlar; kendi canlarından, kendi kanlarından olan en kıymetli varlıklarını, çocuklarını, biz öğretmenlere nasıl emanet ediyorlar, diye düşündü. Bu durum ne yaman bir çelişkiydi! İçinden, “24 Kasım Öğretmenler Günü’nde bizleri kuru kuruya öven ve öğretmenleri bu duruma düşüren yöneticilerimiz utansın!” dedi. Köye yaklaşmışlardı. Derin düşüncelere dalmıştı. Şoför Ahmet sıkıntılı bir durumun olduğunu anlamıştı; ama kalabalıktan dolayı ona soramadı. Mehmet Öğretmen’in kulaklarında, Bakkal Durmuş’un ve öğrenci velilerinin söyledikleri sözler çınlıyordu:
—Bakkal Durmuş:
—Mehmet Öğretmen, kusura bakma, çayı ve şekeri borca veremiyoruz!
—Öğrenci velileri:
—Öğretmen Bey, çocuğumuzu önce Allah’a sonra size emanet ediyoruz. Yeter ki okusun, adam olsun. Hayatını kurtarsın. Vatana, millete hayırlı bir evlat olsun! Eti senin, kemiği benim olsun!