GÖNÜL ABLA

Mahzende sıkışan çocukluğumun flasteri. Bozuk plak misali cızırdayan gençliğimin ağrı kesicisi. Kim ne derse desin. Karanlık gecemin taze sabahıydı ömrümün Gönül ablası.

Hayatın sancıları kemik iliğime kadar işlemişken güneşledi yaralarımı. Tebessümü, kahkahası… Unuttururdu acılarımı esirkiş bakışları. Sohbeti, hasbihâli…  Alnından vurdu can çekişen ağrılarımı. Uzun bir kışı yaşıyorken dal ve yapraklarım, cemreleriyle ısıttı gövdemi, hücre tabakalarımı.  

Dedem, komşu, mahalleli… Sokak, cadde, bulvar esnafı… Boş bir çerçeve içinde kenardan kenara çarpıp duruyorlar biçareyi. Görmeye dursunlar köşeden çıktığını. Kulaktan kulağa fısıldaşmalar, işaretleşip gülüşmeler. Dallanıp budaklandırıyorlar iki dudak arası homurdanmalarını.

Yokmuş edebi, hayâsı imanı. İçkili bir gazinoda söylermiş türküyü, şarkıyı, nağmeyi. Sürüp sürüştürür, takıp takıştırırmış haramı, yasağı. Giyermiş crop topu, mini eteği, sırtı açık elbiseyi. Sabaha doğru bulurmuş evinin yolunu. Açarmış kapısının kilidini. Rujunu, farını gören gözler nedense görmek istemiyor Gönül ablanın Zümrüdüanka yüreğini.

Sererken varlığıma zemherisini aralık, kalın urbasını geçiriverdi kamburlaşmış sırtıma. Pabuçlarım yenik düşmüşken hayatın zehir zemberek savaşına, kalkan tuttu gövdemi hedef alan kurşunlara. Kaderin griye boyadığı çizgileri, beyazdan yıldızlara dönüştürdü kalın uçlu fırçasıyla.  

Annemin elleriyle ördü okula giderken saçlarımı. Babamın heybetiyle korudu sarkıntılık yapınca yukarı sokağın sapkınları. Harçlıksız bırakmadı yetmeyince simit parasına dedemin emekli maaşı. Ateşlenince hastaneye, delinince pabuçlarım kunduracıya taşıdı körpe bedenimi.

Taşlayınca mahallenin yaşlıları Gönül ablayı, başımdan aşağı kaynar kazanın suları döküldü. İndirince kapısını ve penceresini apartmanın gençleri aklım yerinden çıktı, beynime çiviler çakıldı. Yırtınca Şefika teyze ablamın posta kutusundaki evraklarını kalbim göğüs kafesinden söküldü, boğazıma yumrular takıldı. Yapınca dedikodusunu Bademli’nin kadınları sol yanım tutmaz, ciğerlerime hava dolmaz oldu.

Ne istiyorlardı neden sevmiyorlardı ki feriştemi? Unuttum, Melek ablayla konuştuğum için dedemden yediğim tokatların sayısını. Annem ve babamı elim bir kazada kaybettiğimden beri ondan başka kim sarıp sarmaladı ki sıyrıklarımı? Aç ve naçar kaldığımızda, dedemden habersizce peri peykerimden başka kim doldurdu buzdolabımızı kim?

Sen Şefika teyz! Ruj sürmüyorsun fakat tekme tokat dövüyorsun merdivenleri gürültülü çıktığı için apartmanın çocuklarını. Siz binanın olgun yaşta kadınları! Dekolte giymiyorsunuz da ne olmuş. Akşama kadar, fiskos, gıybet, çene yarışı… Sen bakkal amca! Akşam ezanıyla eve giriyorsun, evet. Lakin kimsesiz bir kadıncağızın camlarını taşlatırken düşünmüyorsun değil mi sevabı, günahı,  kul hakkını. Sen dede! Türkü şarkı söylüyor diye görüşmeme engel oluyorsun ya… Gelgelelim bacaklarına dolanan yavru kedileri acımadan tepeleyecek kadar rahat bir vicdan taşıyorsun yüreğinin içinde. 

Şefika teyzenin dövdüğü çocukların elemi geçsin diye onlara pamuk şeker alan Gönül abla. Mahalledeki kadınların namusuna dil uzattı diye sapık Necmi’nin kafasını kıran Gönül abla. Bakkal amcanın icra borcunu ödeyerek bakkalın kapanmasını engelleyen yine Gönül abla. Dedemin teptiği kedileri, cebindeki bütün parasıyla mama alıp besleyen de Gönül abla… 

Merhametsiz oğlu, dövüp kış günü kapı dışına bırakıvermişti yetmiş sekiz yaşındaki Güzide teyzeyi. Komşu  Gönül’den başka hanginiz açıverdi evini biçareye? Askerde sağ kolunu kaybetmişti öksüz yetim Suat ağabey… Topladığı bağışlarla kim taktırdı Suat abinin sağ koluna protezi? Gönül, size gül uzattı; siz Gönül’e diken fırlattınız. Gönül size pamuk attı siz onu taşların altında bıraktınız.

Martının kırık kanatlarıyla uçmaya çalışırken kırık kanatlarımın kanadı oldu melek. Fenerim ışıksız, pusulam ibresizken yolumun kandili, yönümün kılavuzu oldu ferişte. Göğsümü parçalarcasına yağan içimin yağmurlarında gönlüme çadır kurdu, sineme otağ. Benimle beraber yas tuttu, benimle karalar bağladı sele kapılan yaprağa peri. 

Bir kış ikindisinde hava eksi bilmem ne derece. Fizik, kimya, matematik…  Derken yorgun argın okul çıkışı tuttum evin yolunu. Ellerimde eldiven, boynumda atkı, başımda bere… Üçü de ablamın el emeği göz nuru. Yokladım ceplerimi. Sol cepte üç, beş, sağ cepte on, on beş derken tamamladım bir adet karanfil parsını. Yalan dolan, dedikodu. Dün akşam yine çok üzmüşlerdi ablamı. Karanfili severdi bilirdim. Hem de kıpkırmızı olanını. 

Sırtımda okul çantası… Elimde karanfil. Hem de kırmızı olanı. Girince apartmana çaldım Gönül ablanın kapsını. Kendisi hemen bir alt katımızda oturuyordu. Bugün evde olmalıydı. Çarşamba günleri çalışmaz hafta iznini kullanırdı. Nedense bir türlü açılmak bilmedi kapısının kolu. Eve çıkmak üzereyken binanın afacanlarından Bilal oğlan beliriverdi karşımda. “Bütün eşyalarını doldurup kamyona, gitti buradan Gönül abla.” demez mi?

Hızla koşuverdim apartman kapısının önüne. Camlarda ne tül var ne de bir perde. Tırmandım pencerenin korkuluklarına. İçeride terkedilmiş, hırpalanmış, haksızlığa uğramış, itilmiş, kakılmış, yıpratılmış bir boşluğun hüznü. Dünyanın bütün yüksek duvarları üstüme devrildi. Gözyaşlarım bulandı kirpiklerimde. Bağırmaya başladım olanca gücümle “Kırmızı karanfilini alamadan mı gidiverdin Gönül abla?”

Mahzende sıkışan çocukluğumun flasteri.  Bozuk plak misali cızırdayan gençliğimin ağrı kesicisi. Kim ne derse desin. Karanlık gecemin taze sabahıydı ömrümün Gönül ablası.

*

GÜLÇİN YAĞMUR AKBULUT

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pendik Escort Bayan Maltepe Escort Bayan Kartal Escort Bayan Kadıköy Escort Bayan Ataşehir Escort Bayan Ümraniye Escort Bayan Anadolu Yakası Escort Bayan Şişli Escort Bayan Mecidiyeköy Escort Bayan Taksim Escort Bayan Beşiktaş Escort Bayan Ataköy Escort Bayan Bakırköy Escort Bayan Bahçeşehir Escort Bayan Avcılar Escort Bayan Beylikdüzü Escort Bayan Şirinevler Escort Bayan İstanbul Escort Bayan Avrupa Yakası Escort Bayan
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram