GÖNÜL HÛN OLDU ŞEVKİNDEN (DAHÎLEK YÂ RESÛLÂLLAH)

                                                                                                         “Cihanda itibarımız varsa “O’ndandır !”

 Yüzyıllardır şiir üzerine çok şey söylendi yazıldı, şüphesiz hepsi de doğrudur. Bize göre de şiir, az sözle çok şey anlatma sanatıdır. Belki de şiirin tercih edilmesindeki sır da burada gizlidir.Yani şiir sayfalar dolusu sözle ifade edeceğiniz bir şeyi birkaç dizede ifade edebilme becerisidir bir bakıma. Sonra şairlerin gayretleri, meramlarını ifade edebilme veya aktarma endişesi de değildir sadece. Anlatılmak istenilen duygu ve düşüncelerin en güzel, en kısa şekilde anlatılması da herkesin isteğidir. Kısacası şiir her millette ve dönemde sevilmiş, yazılmış ve okunmuştur. Türk edebiyatında şüphesiz şiir her zaman başköşede yer almıştır. İslamiyet sonrasında olduğu gibi İslamiyet öncesinde de Türkler arasında çok değer görmüştür. Türkler İslamiyet öncesinde ölülerin ardından “yug” törenlerinde sagular (ağıtlar), aşk, tabiat gibi konularda koşuklar söylemişlerdir. İslamiyet’ten sonra ise Türkler en güzel duygularını şiirle dile getirmişlerdir. Sevdalarını gazel, koşma, semai gibi türlerle dillendirmişler hatta birbirleriyle en güzeli söyleme ve yakalama gayreti içinde olmuşlardır. Yeri gelmiş muhataplarını kasideler yazarak göğe çıkarmışlar, yeri gelmiş yerdiklerini acımasızca (taşlama, yergi ve hiciv) şiirleriyle yerin dibine geçirmişlerdir. Şüphesiz bu sanatkarların (şairlerin) her zaman yüreklerinde şiirin en güzelini, sıra dışı olanını yazmak endişesi hep olmuştur. Bu bağlamda  Allah’a olan muhabbetlerini kulluk ve şairlik görevlerini münacaatlar yazarak, yine Efendimize(a.s) olan sevdalarını, aşklarını şiirin efendisi olarak bilinen naatlar yazarak dillendirmişler ve bu hususta da yarışmışlardır. Naatın  lügat manası “bir şeyi överek anlatmak ” demektir ve sözlerin en güzelini de şüphesiz Efendimize (a.s) ithaf etmek gerekirdi. Onun için şiir geleneğimizde naatların ayrı bir yeri vardır. İslam edebiyatında ilk naatı “Peygamber Şairi” olarak da bilinen Hassan Bin Sabit’in yazdığını biliyoruz. Türk Edebiyatında ise ilk naatı Yusuf Has Hacip “Kutadgu Bilig” adlı meşhur eserine münacaat bölümünden sonra on beş beyitlik bir naat yazarak başlamıştır. Daha sonra Türk edebiyatında münacaat ve naat yazmak bir gelenek haline dönmüştür. Çünkü sözlerin en güzeli önce Allah’a sonra Efendimize (a.s) ithaf edilmeliydi. Veya şairlerimiz en azından kendi sözlerini, eserlerini  müracaatlarla veya naatlarla güzelleştirmeliydiler. Fuzûli’nin ;

                           Yümn-i natünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü-i şehvâra su

Ey Allah’ın Resûl’ü, seni övmenin bereketinden dolayı (naatini söylediği için) Fuzuli’nin sıradan sözleri nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su damlası gibi birer inci olmuştur, yine Fuzuli’nin ifadesiyle O (Efendimiz): “Seyyid-i nev’-i beşer, derya-yı dürr-i ıstıfadır. Yani insanlığın Efendisi, deryanın en seçkin incisidir.

Bu gelenek, Türk Edebiyatında yüzyıllar boyu devam etmiştir. Belki de en kısır dönmelerini Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Naat yazan M.Akif, N.Fazıl, A.Nihat Asya gibi şairler öne çıkmaktadır. Yine bu dönemde bu şairlerin yanında peygamber sevdalısı olarak bilinen Yaman Dede’yi de görüyoruz…Bu mezkur ifadelerden hareketle Yaman Dede’nin Gönül Hûn Oldu Şevkindenadlı natını inceleme gayreti içinde olacağız. Şüphesiz bu güzel naat birçok yazar tarafından incelendi, gözler önüne serildi, bizim de gayretimiz bu güzel naatın ve şairinin  canlı tutulması ve bizim de kelamımızın bu güzel ifadelerle saf bulması ve zenginleşmesidir. Aslında gayrete ve himmete muhtaç olan biz ve bizim sözlerimizdir, yani sözlerimizin Fuzûli’den mütevellit, böyle güzel bir naatla süslenecek olmasıdır. Bundan başkaca bir gayretimiz de yoktur. Zaten sözlerin ve yazılanların en güzeli, O’na (Efendimize) ithaf edileni değil midir…? Yine şiire geçmeden önce Yaman Dede hakkında birkaç kelam etmekte fayda var zannındayız…

Yaman Dede, Kayseri’de Hıristiyan Rum bir ailenin çocuğu olarak 1887’de dünyaya gelir. Adını “Diyamandi” koyarlar. Daha sonra Kastamonu’da Rüştiye Mektebi’ni okurken,Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin tesiriyle ilk aşk ateşi kalbine düşer. Liseden sonra İstanbul Hukuk Mektebi’ni bitirir, yirmi yıla yakın devlet hizmetinde bulunduktan sonra vefatına kadar serbest avukat ve gönüllü öğretmen olarak çalışır. Ailesini üzmemek, onları Patrikhânenin tepkisinden korumak için imanını kırk yıl açığa vurmaz. Kırk yıl boyunca oruçlarını gizli gizli, çoğu zaman sahursuz veya iftarsız tutmak zorunda kalır; namazlarını kendi mahallesinden  uzak semtlerin mescitlerinde kılar. Fakat yüreğindeki Peygamber aşkını ve imanını daha fazla gizleyemez. 1942 yılında  Mehmet Abdülkadir ismini alarak Müslüman olduğunu duyurduğunda  ailesi onu terk eder, eşinden ve çok sevdiği kızından ayrılmak zorunda kalır. Evini, sahip olduğu bütün malını mülkünü ailesine bırakır. Bir süre avukatlık bürosunda mahrumiyet içinde yaşar ama artık orucunu ve namazını gizlemek zorunda olmadığından mutludur.İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde edebiyat ve Farsça dersleri okutur, talebelerine çok düşkündür ve onları çocukları olarak görmektedir. 1962 yılında yüksek ateşten vefat eder. Kabri İstanbul Karacaahmet mezarlığındadır.

                                            DAHÎLEK YÂ RASÛLÂLLAH

                                  Gönül hun oldu şevkinden, boyandım yâ Resûlallah,
Nasıl bilmem, bu nîrâna dayandım yâ Resûlallah,
Ezel bezminde bir dinmez figandım yâ Resûlallah,
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resûlallah.

       Yukarıda da izah ettiğimiz gibi bütün İslam şairlerinin en büyük hedefleri her zaman güzel bir naat yazmaktır şüphesiz. Kimileri şairliklerini perçinlemek, şair kimliklerini öne çıkarmak için yazdıkları gibi (ki birçokları böyledir) kimileri de yüreklerinde tutamadıkları Allah, peygamber sevdasını iniltiler, feryatlar şeklinde dışa yansıtmıştır. Bu konu uzun zamandır hep bizi meşgul eden hususlardan biri esasında. Yani Yunus Emre’ye, Mevlana Celaddin-i Rumi’ye ,Niyazi Mısri’ye, Eşrefoğlu Rumî ve  yakın zamanımızdaki gönül dostu Hulusi Darendevi (k.s) gibi (hepsine selam olsun)  örnekleri çoğaltmak mümkün, bu zatlara  şair kimliğini giydirip seslenmek çok cılız ve yersiz ifadelerdir bize göre. Gerçi bunları “mutasavvıf şairlerimiz” diye adlandırmış olsak dahi yine de tam anlamıyla kimliklendirmiş olamayız. Bize göre bu gönül dostları hiçbir zaman şair kimliği almak için şiir söylememişlerdir. Zaten birçoğu  aldığı bu unvandan dahi haberdar olmadan çekip gitmiştir, Avam arasında çok hoş bir söz vardır “Dert söyletir, aşk inletir” diye . Hakikat çok doğru, bu gönül dostları da yüreklerindeki Allah-peygamber aşkını zapt edemediklerinden gönüllerini kavuran ateşler dışarı şiir veya sözcükler şeklinde çıkmıştır. Bizler dahi bu sözcüklere şiir veya özlü sözler  deyip geçiyoruz. Efendimizin(a.s) ”Ümmetimin alimleri beni İsrail’in peygamberleri gibidir” sözü bir bakıma bu güzel insanları işaret etmektedir. Yunus’un “ Ölürse tenler ölür, aşıklar ölmez” dediği gibi Aşkın, sevdanın muhatabı, sahibi olan Allah, kendi sevdasından dökülen kelamları ve bu kelamları dökenleri zayi etmiyor, yere düşürmüyor, söylenenleri ve söyleyenleri de yaşatıyor. Bu bağlamda Yaman Dede’miz de yüreğinde zapt edemediği aşkı,sevdayı bu şekilde dillendirmiş ve naatınaDAHÎLEK Y RESÛLÂLLAH” yani “Sana sığındım ey Allah’ın Resûlü” diyerek sevdasını, aşkını terennüm etmeye başlamıştır. Gönül dostları, sevdalarını dillendirirlerken, açığa vururlarken bile haddi aşmamaya, edebi gözetmeye çok dikkat ederler. Yaman Dede’miz de Efendimizden (a.s) bir bakıma himmet ve izin isteyerek sevdasını kelimelere dökmektedir…

                              Gönül hun oldu şevkinden, boyandım yâ Resûlallah

                              Nasıl bilmem, bu nîrâna dayandım yâ Resûlallah.

   Ey Allah’ın Resûlü(a.s) senin aşkından ,sevdandan benim gönlüm kan oldu, kana boyandı; senin ayrılığına ben nasıl dayanıyorum bunu bilemiyorum.  Birçok şair ve insan sevdasını dillendirirken diliyle söyler, ancak Yaman Dede’nin biz hayatı boyunca bu aşk ve yangınla yaşadığını biliyoruz. Onun için o ateşin  kendisini  yaktığı gibi bizi de yaktığını görüyoruz. Zaten yanmayan yakamaz da…

Bir gün ikindi ezanına  yakın bir zamanda bir talebesiyle karşılaşırlar ve o esnada Ezan-ı Muhammedî okunur ve müezzin efendi, Efendimizin ismine geldiğinde Yaman Dede’miz sendelemeye başlar. Talebesi, “Hocam hayırdır, neyiniz var hasta mısınız? der. Bunun üzerine Yaman Dede: “ Yok evladım, O’nun ismini (Efendimizin) duyduğumda kendimi kaybediyorum. Ayakta duracak gücüm kalmıyor. Ya bir yere  dayanmam ya da oturmam gerekiyor.”der.

                                  Ezel bezminde bir dinmez figandım yâ Resûlallah.
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resûlallah.

 Ey Allah’ın Resûlü (a.s) ben ruhların toplandığı ilk mecliste (Bezm-i ezel)  senin sevdandan inleyen bir figandım, yani senin sevda ateşin o zaman da bende vardı, figanım dinmiyordu yani benim feryadım ruhların yaratıldığı o günden beri devam ediyor, bu ayrılığın ateşiyle yandım, kavruldum. yüzünü, cemalini göster de ferahnak (sevineyim, neşeleneyim) olayım. Ezel Bezmi, bütün Allah dostlarının en çok üzerinde durdukları konulardan biridir. Ruhlar yaratıldıktan sonra kainatın sahibi Rabbimiz bütün ruhları bir araya toplayarak o meşhur hitabıyla (Araf 172 ) Elestübirabbiküm” “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da, Kalu bela, şehidna’’Evet, buna şahit olduk” dediler, dedik… İşte Allah dostları kendilerini hep bu hitabı,sesi duydukları günden beri sarhoş kabul ederler ve biz “Elest Bezminden beri sarhoşuz” derler.

                                              Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifasın sen,
Muazzam bir sehâsın sen, dilersen rûnümâsın sen;
Habîb-i Kibriyâ’sın sen, Muhammed Mustafâ’sın sen;
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resûlallah
.

Efendim (a.s) sen yanan kalplere devasın ve tek şifa kaynağısın. Senin cömertliğine, ihsanına, keremine, sınır ve hudut yoktur. Çünkü sen kainatın sahibinin ,sevgilisi, habibi Muhammed Mustafa’sın. Bir kudsi hadiste kainatın sahibi olan Allah,Efendimize hitaben: “Seni yaratmasaydım, seni yaratmasaydım alemleri yaratmazdım.” buyurmaktadır. Yani bütün kainatın tek yaratılış gayesi Efendimizdir. Bizler de onun ümmetiyiz, bu aşıklar için büyük bir saadettir. Yaman Dede de bunun farkındadır. Bütün yaratılmışların ona ihtiyacı olduğunu bilmekte ve Efendimize(a.s) hitaben , Ey Allah’ın Resûlü  bu ayrılık acısına, ateşine dayanacak gücüm kalmadı, yandım lütfedip yüzü göster demektedir.

                                              Gül açmaz, çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsa,
Söner âlem, nefes kalmaz felek manzurun olmazsa,
Firâk ağlar, visal ağlar ezel mesrurun olmazsa,
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resûlallah
.

Efendimizin (a.s) nuru olmasaydı,güller açmayacak, çağlayanlar, ırmaklar akmayacaktı. Hatta Efendimiz (a.s)  yaratılmasaydı kainatta hiçbir şey yaratılmayacak “Levlake sırrı tecelli etmeyecekti. Efendimizin(a.s) nuru, nazarı olmasaydı alemler söner, ışıksız nursuz kalır, nefes alamazdı; hiçbir varlık, canlı yaşayamazdı. Bütün inananların,aşıklarının tek tesellisi Bezm-i Elest’te seni görmüş olmak sevinci ve tekrar sana kavuşma isteğidir. Hatta öyle ki bu kavuşma vaadi ve sevinci olmasaydı ayrılık da kavuşma da senden ayrı kalmaya dayanamaz, ağlardı. Ayrılığın da  ve kavuşmanın da tek tesellisi sana yeniden vaat edilen  kavuşma arzularıdır. Ey Allahın Resûlü  artık benim bu ayrılık acısına, ateşine dayanacak gücüm kalmadı, yandım lütfedip yüzünü  göster.

                                        Erir canlar o gül buy-i revan bahşın hevasından
                                       Güneş titrer, yanar didarının bak ihtirasından
                                       Perişan bir niyaz inler hayatın müntehasından
                                       Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Resûlallah.

Efendim(a.s) senin,can bağışlayan gül kokulu esintin canları eritecek kadar güzeldir. Güneş bile sana kavuşma ihtirasından, yüzünün güzelliğine olan iştiyakından, arzusundan titremekte ve yanmaktadır. Efendim (a.s) hayatımın sonuna geldiğim şu günlerde ateşler içinde yanan yüreğimi güzelliğinle, cemalinle ferahlat ki yandım, takatim kalmadı bu ayrılığa, artık yüzünü cemalini göster diye niyaz etmektedir.

                                     Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam
                                    Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlardan nem duymam
                                    Alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam
                                   Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Resulallah.

Sana olan özlem ateşi, yangını öyle fazla ki, ateşler içinde yanan çöllerde can versem, susuz kalsam kederlenmem, hiç gam değil çünkü bağrımda yanardağlar yanmaktadır ve bu ateşi söndürmek için denizlerden bir damla beklentim olmaz,denizler, okyanuslar benim  bu ateşimi söndürmeye yetmez. Göklerden alevler yağsa,içime dolsa, sana olan hasret ateşimin şiddetinden bu alevlerin tesirini duymam. Şair bu yangından da hiçbir zaman şikayetçi değildir. Ey Allah’ın Resûlü (a.s)artık benim bu ayrılık acısına, ateşine dayanacak gücüm kalmadı, cemalinle, yüzünün güzelliği ile ateşler içinde yanan gönlümü ferahlat, lütfedip yüzünü göster diye inler…

                                         Ne devlettir yumup aşkınla göz, rahında can vermek
                                          Nasip olmaz mı sultanım haremgahında can vermek
                                          Sönerken gözlerim asan olur âhında can vermek
                                         Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Resûlallah.

Artık şair ölümü arzulamaktadır ve Ey Allah’ın Resûlü(a.s), benim için en büyük devlet, saltanat senin aşkınla, senin yolunda can vermektir diyerek. Efendimizin haremgâhında can vermeyi arzulamaktadır. Bütün Allah dostları ruhlarını, canlarını hep Efendimizin haremgâhında vermeyi arzular. Yaman Dede’nin de son arzusu budur çünkü bu büyük bir saadettir. Ancak Yaman Dede bu arzusuna ulaşamamış ve İstanbul’da ateşler içinde hakka yürümüşür.

                                           Boyun büktüm, perişanım, bu derdin sende tedbiri
                                            Lebim kavruldu ateşten döner pâyinde tezkiri
                                            Ne dem gönlün murad eylerse taltif eyle kıtmiri
                                            Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Resûlallah (s.a.v).

Yaman Dede, naatının sonunda boynunu büküp,perişan olduğunu ve bu derdinin dermanının  yalnızca Efendimizde(a.s) olduğunu beyan ederek,  hâlini bir kere daha arz eder Efendimize(a.s). Efendimizin (a.s) ayağına düştüğünü, her nefeste O’nun ism-i şerîfini söyleyen dudaklarının  hasret ateşiyle kavrulduğunu söyler. Efendim, ben de Ashâb-ı Kehf’in Kıtmîri gibi senin kapında ne vakit murat eylersen lütuf ve keremine nâil olmayı bekliyorum. Bu lütuf da şüphesiz naat boyunca tekrar ettiği  beklediği ,Efendimiz’in (a.s) cemâlini gösterip yüreğinin yangınını dindirmesi ve gönlünü ferahlatmasıdır.

Bu ifadeler olgun ve samimi bir aşkın yansımasıdır. Efendimizin(a.s)Sizden biriniz beni kendi nefsinden, annesinden, babasından, çocuklarından ve diğer bütün insanlardan daha çok sevmedikçe kâmil manada iman etmiş olmaz.” Yaman Dede de bunu çok iyi biliyordu ve Efendimize olan sevdası ,muhabbeti her şeyin önüne geçmişti. Çünkü O’nu Allah sevmiş, “habibim” demiştir. O’nu (a.s) Uhud dağı sevmiştir, Mescid-i Nebevî’de hutbe okurken sırtını dayadığı hurma kütüğünü sevmiştir. Çünkü O, yaratılmışların en şereflisi,en güzeli ve kainatın Efendisiydi. Efendimizin (a.s) Ümmetim içinde beni en çok sevenlerden bir kısmı benden sonra gelenler arasından çıkacak; onlar mallarını ve ailelerini fedâ pahasına beni görmeyi arzulayacaklardır.” diyerek işaret buyurdukları aşıklarından biriydi Yaman Dede… Başta Efendimiz (a.s) olmak üzere O’na ve onun sevdiklerine selam olsun… Rabbim şefaatlerine bizleri de nail eylesin inşallah… Selam ve dua ile…

*

NAFİZ YILDIRIM

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pendik Escort Bayan Maltepe Escort Bayan Kartal Escort Bayan Kadıköy Escort Bayan Ataşehir Escort Bayan Ümraniye Escort Bayan Anadolu Yakası Escort Bayan Şişli Escort Bayan Mecidiyeköy Escort Bayan Taksim Escort Bayan Beşiktaş Escort Bayan Ataköy Escort Bayan Bakırköy Escort Bayan Bahçeşehir Escort Bayan Avcılar Escort Bayan Beylikdüzü Escort Bayan Şirinevler Escort Bayan İstanbul Escort Bayan Avrupa Yakası Escort Bayan
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram