– HÜSEYİN OPRUKLU
*
Yağmur dineli çok olmuş, dışarıda çiçek açmış, yıldızların davetkar ışıltısıyla aydınlanan bir hava vardı. Kibrit kutusu gibi evin içindene vakittir bunalmış, üzerinden hiç eksik olmayan boğucu gölgeden sıyrılıp,dışarıya adım atmak için can atıyordu kadın. O kadar sessizdi ki odanın içi, sokaktaki başıboş köpeklerin kesik kesik ulumaları duyuluyordu.Kadın bir şey hatırlamış gibi hızla yerinden kalkıp kapıya yöneldi.Dışarıya çıkmak iyi gelecekti, biliyordu. Kapıyı açmış, bir ayağı dışarda bir ayağı eşikte, kafasının içindeki derin uğultuyla bekliyordu.Az konuşup, çok susuyordu ikisi de ne zamandır.
Adam, elinde tuttuğu soğumuş çay bardağıyla gömüldüğü koltuktan şaşkınlıkla fırladı.Eşikte dikilmiş kadınasesindeki küçümseyici tonla,“Nereye?” dedi. “Nereye gidiyorsun?” Sorusu, kadının suratındaki kayıtsız ifadeye toslayınca şaşırdı adam. Baktı gözlerini belertip kadına. Derin bir şey vardı kadının bakışlarında adamın göremediği.Aslında cevap almak için sorulmamıştı ama kadının dudaklarından düşecek ilk cevabı da merak ediyordu.
Kadın;zihnini kemiren anılara hükmedemiyor, bir çıkış yolu arıyordu ne zamandır. Yüzüne çökmüş derin bir çaresizlik ve hüzünle, “Göremiyorum.”Dedi,“Geleceğimi göremiyorum.”Dalga geçtiğini sanıyordu adam, oysa dalga geçmiyor, göremiyordu kadın.
Adam nereden aklına geldiğine şaşırmış bir halde gözlerini sonuna kadar açıpbir uzlaşma zemini arar gibi yaklaştı iyice kadına.Dönüp bakmadı kadın, değmedi bakışları. Belki bu yüzden büsbütün keyfi kaçıp boncuk boncuk terlemeye başladı adam.
Neden sonra, “Görünmüyor.” dedi tekrar kadın.“Hiçbir şey görünmüyor!” Koridordaki fotoselli lamba,kadının her hareketinde yanıp yanıp sönüyordu. Dışarıya bir adım daha attı kadın. Sonra bir adım daha. Adam ellerini yakarır gibi kaldırıp bir şey söylemek istedi kadına.Ama “Dur! Gitme!” diyemiyordu, dese belki kalacaktı kadın.Koşmak istedi peşinden, yakalamak.Ne ki eşikte çakılıp kaldı, ilerleyemedi adam.Arkasından bir süre takılı kaldı bakışları. “Görünmüyor.” dedi sonra o da,“Hiçbir şey görünmüyor.”
Merdiven boşluğu tamamen zifiri karanlığa gömüldüğünde, demir kapının sessizliği yırtan sesiyle irkildi adam.Burgulu bir çaresizlik içinde kendi yalnızlığına dönerken kendine gelemedi, bir çuval gibi yığılıp kaldı koltuğun üstüne. Bir şey içse iyi gelecekti belki. Kalkamadı yerinden.
Ne zaman sonra koşup pencereyi açtı sonuna kadar, görürüm diye. Dışarıda poyraz çıkmış, zifiri karanlıkta önüne ne varsa önüne ne çıksa katıp süpürüyordu.Telaşlı bir sükûnetle bir sokağa bir içeriye döndürdü zonklayan başını. Evin içini bulaşıcı bir hastalık gibi saran derin boşluktagiden kim, kalan kim anlayamadı. Kış çok sert geçecekti. Pencereyi hızla kapadı.