
Kaçıyorum çocukluğumdan. Bilmem kaçıncı kaçışım bu. Evvela öldürmek gerek hevesimi. Yüzyıllarca bağladığım atlarım kayboldu. Yoksunuz. Mor şemsiyeli çiçekler ruhuma doluyor. Bense ruhumun kokusunu duyamıyorum. Neredesiniz sessiz çığlıklarım, içli ahlarım? Şimdi kırık bir dalda konaklamaktayım. Ne zaman düşeceğim belirsiz.
Kadın mutfakta. Mutfak penceresinde yağmur damlaları… Adam mor şemsiyeli dağlarda uzanıyor. Kadın ağlıyor, adam ağladığı yerlere mor şemsiyeli çiçekler açıyor. Kadın otlarını temizliyor dağların. Yeşil ve sarıya yaklaşmış otları!
Güneş başını alıp gidiyor ufuk çizgisinden. Akşam düşüyor. Gök ıslanıyor, kana bulanıyor. Birkaç çocuğun uçurtması ağaca takılıyor. Ağaçlar, akasya ağacı. Beyaz gelinlik giymiş gibi süzülüyor dalları. Rüzgâr bilmeden gelinin eteklerini savuruyor. Kuşlar, düğün orkestrasında yönetiyor. Ayrılık melodileri yankılanıyor. Kadın pencereden bakıyor. Gözünden bir damla yaş akıyor. Adam yok!
Şemsiye yok. Kadın ıslanıyor yağmurun altında. Kimsesi yok. Çığlıkları içine içine diziliyor. Herkes kendi şemsiyesini açıyor. Kadın o gün anlıyor yalnızlığı. Adam, mor şemsiyeli dağlarda uyuyakalmış. Kadın bahçesindeki tüm çiçekleri söküp atıyor. Bir serin ikindi güneşinde mor şemsiyeli çiçekler açmaya küsüyor.
*
Sadiye Esma Karabulut
