HALİL DEMİR: Mustafa Ertekin kimdir?
MUSTAFA ERTEKİN: 1959, Afşin doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençliğim Afşin’de geçti. Namık Kemal İlkokulu, Afşin Ortaokulu ve Afşin Lisesi mezunuyum. 1976’da Hacettepe Üniversitesi, Kimyagerlik Bölümü öğrencisi olarak Afşin’den ayrıldım. Politik nedenlerle öğrenciliğimi sürdüremedim. Sonraki yıllarda Fen-Matematik dünyasından ayrılarak Edebiyat-Sanat dünyasına göç ettim. 1998’de, Ankara Üniversitesi, DTCF, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü‘nden mezun olarak öğrencilik yaşamımı noktaladım.
HALİL DEMİR: Fotoğraf geçmişinizi kısaca öğrenebilir miyiz?
MUSTAFA ERTEKİN:Öğrenciliğim sırasında AFSAD’da (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) fotoğraf dersleri almaya başladım. Nasıl ki, söz duygu ve düşüncenin iletim aracıysa, fotoğraf da görsel söz olarak iletişim aracıdır. Benim içinse, fotoğraf görsel bir şiirdir. 1994’de AFSAD üyesi oldum. Sonrasında yönetim kurulu üyeliği, GAP Proje sorumlusu, eğitmenlik ve Danışma Kurulu üyeliği yaptım. 2011-15 yılları arasında 4 yıl da Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini üstlendim.
Fotoğraf yaşamım fotoğraf üretmenin yanı sıra fotoğraf eğitimleri, fotoğraf gezileri ve fotoğraf etkinlikleri düzenleme boyutlarıyla da sürdü. Bu etkinlikleri Fethiye’den Malatya’ya, Hakkari’den Artvin’e kadar ülkenin her yerine yayma gayreti içerisinde oldum.
HALİL DEMİR:Afşin’e ilişkin fotoğraf çalışmalarınız ilk olarak ne zaman ve nasıl başladı?
MUSTAFA ERTEKİN:Sanırım 2012 yılıydı, AFSAD Başkanı olduğum dönemlerdi, bir gün dönemin Afşin Belediye Başkanı Fazlı Aydoğan kapımı çaldı. “Sen her yerde fotoğrafla ilgili bir şeyler yapıyorsun, biz üvey evlat mıyız, niye bizde bir şey yapmıyorsun?“ dediğinde, “Davet ettin de, gelmedik mi“ dediğimi hatırlıyorum. Hemen ardından dört AFSAD’lı arkadaş kendimizi Afşin’de bulduk. O dönem Eshab-ı Kehf’ten, Hurman Kalesi’ne, Ters lalelerden Hunu yaylalarına, kalaycılardan berberlere kadar bir çok alanda fotoğraflar çektik. Afşin Belediyesi bu fotoğraflarla Eshab-ı Kehf-Kervansaray’da bir fotoğraf sergisi açtı. Sonrasında bu fotoğraflar Afşin Belediyesi’nin koridorlarını süsledi. Bir çok kamu ve özel kurum bu fotoğrafları sosyal medyalarında Afşin tanıtımı için yıllarca kullandı. Bu 3-4 günlük çalışmanın ardından, uzun süre Afşin’e uğramadım.
HALİL DEMİR: Yıllar sonra sizi Afşin’e tekrar geri getiren șey ve Türkiye’de birçok yerde uyguladığınız “Fotokamp“ kavramı nedir?
MUSTAFA ERTEKİN:Yaptığım fotokamplar topluma ve sanata bakışımın da izlerini taşır ve onların yansımalarının ürünüdür. Beslenme ve barınma hayvanlarla ortak yanımızdır, temeldir. Kültürel ve sosyal bir varlık olarak sanatla ilişkilerimiz ise bizim hayvanlardan farkımızdır. Toplumun daha ince, daha rafine, daha barışçı olmasının da ilerlemesinin de kaynağıdır. Fotokamplara paylaşılmayan bilgi, bilgi değildir düsturuyla başladım.
Afşin’den önce, 5 yıl boyunca Malatya’da “Uluslararası Malatya Fotokampı“ düzenledim. Ilk ikisi Akçadağ-Levent Vadisi’ndeydi. Sonraki üç fotokamp Arapgir-Kayaarası Kanyonu’ndaydı. Amaç bölgelerin tanınırlığını sağlamaktı ama farklı bir yol izleyerek. Genelde bu tür fotoğraf etkinlikleri fotomaraton, fotoğraf yarışması biçiminde gerçekleşir. Bizim fotokamplardan beklentilerimizi karşılamaktan uzak etkinliklerdir. Çünkü bizim yaptığımız etkinlikler yalnızca fotoğraf etkinliği değildir, en geniş kültür-sanat ortamını sağlamak, sosyalleşmeye kültür-sanatı monte etmeye çalışmaktır. Bunu iki temel yolla yaparız: Öncelikle bölge halkının kendi doğası, tarihi ve kültürüne farkındalığını oluşturmakla, ikinci olarak da dışardan gelenlere bölgenin doğası, kültürü ve tarihi hakkında farkındalık oluşturmakla. Bu çift taraflı farkındalık nihayi hedeftir. Bunun için de çalışılan bölgenin tüm doğal, tarihi ve kültürel envanterinin ön hazırlıklarla belirlenmesine ve bu amacı paylaşan sivil toplum örgütleri ve kamu kurumlarına ihtiyaç vardır. Fotokamp böylece 3-5 günlük bir etkinlik olmaktan çıkar ve uzun vadeli tanıtım etkinliğine dönüşür.
HALİL DEMİR:Afşin Binboğa-Hurman Fotokampı nasıl ortaya çıktı?
MUSTAFA ERTEKİN:Yıllar sonra kendi memleketimde fotokampları yapmamda birçok etmenin biraraya gelmesinin rolü büyük. Öncelikle iki gelişme memleketime daha sık seyahat etmemi sağladı: Pandemi ve Afşin-Elbistan çanağının ozanlık kültürü, coğrafyası ve tarihi üzerine yaptığım kitap hazırlıkları. Nitekim, bu geliş-gidişlerim “Yemliha Abi“ ve “Kimim Ben Hatırlat Bana-Aladeli“ adlı iki kitabımın pişmesine katkı verdi. Bunun için de dağ-tepe ve köy köy gezmem, röportaj yapmam gerekti. Bu gezileri bir de fotoğrafçı gözüyle yapınca, bölgenin doğasına, tarihine ve kültürüne derinlemesine bakmak kaçınılmazdı. Bakir olan, ülke tarafından çok da farkında olunmayan endemik bir coğrafyamız ve kültürümüz vardı. Ne yazık ki, kendi insanımız da pek farkında değildi. Sonuçta fotokamp amaçları için ideal bir bölgeye sahiptik. Tek yapılacak şey, harekete geçmekti.
Yöntem olarak pek tercih ettiğim bir yol olmasa da, pozitif ayrımcılıkla kendi memleketim için bu kez birilerinin daveti yerine kendim harekete geçtim. Afşin Belediye Başkanı Mehmet Fatih Güven’e daha önceki fotokamplardan söz ettim. Afşin’de bunu yapabileceğimizi ama bunun için kamu desteği gerektiğini söyledim. Bu etkinliklerin Afşin kültür-sanat yaşamına, sosyal ve ekonomik yaşamına katkı vereceğini gören Mehmet Fatih Güven hiç tereddüt etmeden “Biz varız“ dedi. Böylece üst üste iki yıl boyunca Fotokampbinboğahurman’ı yaptık. Deprem nedeniyle 3.sünü erteledik.
Fotokamplarda Afşin’i dağlarını, vadilerini, derelerini ve kültürel değerlerini baz alarak 10’a bölüp, Türkiye’nin her bölgesinden gelen çok sayıda fotoğrafçıyı bu bölgelere bir fotoğraf hocası eşliğinde dağıttık. Türkiye’nin değerli fotoğraf hocalarının da katkılarıyla Afşin’de ayak basmadık yer bırakmayacak şekilde bölgeyi fotoğrafladık. Dışardan gelen fotoğrafçılar Afşin halkıyla kültürel alış-verişe girdikleri gibi çektikleri fotoğrafları sosyal medya hesaplarıyla tüm dünyayla buluşturdular.
HALİL DEMİR:BİNFOT (Binboğa Fotoğraf Yolcuları Topluluğu) nasıl oluştu?
MUSTAFA ERTEKİN:Fotokamp gibi etkinliklerin toplum yaşamında uzun vadeli etkisinin görülebilmesi için o bölgede bu amaçla çaba sarfeden sivil toplum örgütlerine de ihtiyaç vardır. Böylece kamu-sivil toplum işbirliği ile etkinlikler sürdürülebilir hale gelir. Başta fotoğraf olmak üzere bölgenin doğasını, tarihini, kültürünü önemseyen insanların biraraya gelmesi, güç birliği etmesi ancak bu tür topluluklarla mümkün olabilir. İlk fotokampın yarattığı etkiyle biraraya gelen fotoğraf gönüllülerini bir fotoğraf eğitiminde buluşturduk. Arkası geldi, ilk kursiyerler BİNFOT’u oluşturdular, 2. Fotokampın bir parçası oldular. Bölge için fotoğraf gezileri gerçekleştirip, kültürel etkinliklerin paydaşı oldular. Sergiler açtılar, Afşin Arı Evi ve Afşin Arı Dünyası’nın oluşumunda sanatça katkı verdiler. Sivil Toplum Örgütü sıfatıyla depremin sonuçlarıyla mücadelede de aktif olarak yer aldılar.
HALİL DEMİR:Afşin ve Binboğalar’ın öne çıkan zenginliklerinden kısaca bahsedebilir misiniz?
MUSTAFA ERTEKİN:Afşin, zenginliklerini coğrafi konumundan ve tarihsel süreçten alır. Kültürel ve sosyal oluşumunu da bunlara borçludur. Hem Binboğalar hem de Ceyhan Nehri’ni oluşturan ana kol Hurman Çayı coğrafi ögeler olmaktan çok tarihi ve kültürel ögelerdir.
Afşin’in İnci Köyü’nden yola çıkıp Hurman Çayı boyunca, suyun kaynağına doğru bir rota çizdiğimizde, doğa ve tarihin iç içe geçtiği ve biri birini beslediği, sosyal ve ekonomik yaşamı şekillendirdiği zenginliklerle karşılaşırız. İnci Köyü’nden Bozyer’e menderesler eşliğinde ulaştığımızda hemen bir yamaçta Yassıhöyük’le karşılaşırız. Bugün kazı çalışmalarının yapıldığı Yassıhöyük’ün tarihi, Roma’dan Hitit’e kadar uzanır. Tanır Kasabası’na vardığımızda her yerden fışkıran suyun Hurman’ı besleyip güzelleştirişine tanık oluruz. Tanır’dan derin vadilerle Hurman Kalesi’ne varıncaya kadar mevsimine göre ters laleleri ve binbir çeşit çiçeği
görürüz. Hurman Kalesi ve Maravuz çevresinde nereye el atsanız, Roma dönemi yazıtlarıyla karşılaşırsınız. Kerevin Köyü’nden Söğütdere Köyü’nün Değirmen ve Sarı Mağaralar mevkiine kadar daha dar ve derin bir vadiye dönüşen Hurman Vadisi kendine has bir iklim oluşturur. Bunu bitki çeşitliliğinde de gözlemleyebiliriz. Kerevin ile Değirmen arasındaki Sütpişiren Kulesi yine bölgenin tarihini hatırlatan izlerdendir.
Binboğalar ise, her bir vadisi, her bir zirvesi, her bir yaylasıyla başlı başına birer rota oluşturur. Bölgenin kültürüne, sosyal hayatına, ekonomisine damgasını vurur. Binboğalar, Afşin’in Göksun ve Sarız ile kültürel çeşitliliği ve ortaklığının da yapı taşıdır.
Afşin’den yola çıkıp Eshab-ı Kehf üzerinden Teknebaşı’na vardığınızda karşınıza çıkacak plato boyunca Binboğalar’ın envai çeşit börtü-böceğini görürsünüz. Yaylacılar ve arıcılar için bulunmaz bir çanaktır. Hemen yanı başında yükselen Köroğlu ve Kuşkayası’na ulaştığınızda doğa ile tarihin buluşmasına tanık olursunuz. Köroğlu’nda iki dev kaya arasından mağaraya inerken insanların asırlar öncesi kayayı işleyerek yaptığı merdivene şaşarsınız. Az ötede Kuşkayası’nın zirvesine vardığınızda hem geniş bir su sarnıcı hem de kayadan oyulmuş gözetleme kulesi sizi beklemektedir. Zirvede bunları hiç yadırgamazsınız. Oradan gördüğünüz manzara tüm Afşin-Elbistan çanağıdır. Binboğalar, Beritler, Nurhaklar ve ova alabildiğince önünüzde boylu boyunca uzanır.
Afşin Arı Evi, Arı Dünyası ve Lavanta tarlası üzerinden, Sevin köyleri boyunca Binboğalar’a ulaşmak isterseniz, üç ayrı vadiden geçmenize izin verir. Türksevin üzerinden Karaardıç Yaylası ya da Binboğa Köyü’nün iki yakasından Kiraz veya Tomas üzerinden gittiğinizde dizi dizi yayla evleri sizi Binboğaların 2900 metrelerdeki zirvelerine ulaştırır. Aymekan’dan Kale ya da Halepgösteren’e tırmanırsanız, açık bir havada Nurhaklar’dan Erciyes’e kadar görecekleriniz, gözlerinize ve ruhunuza ziyafet çeker.
Hunu üzerinden Binboğalar’a ulaştığınızda, aslında Binboğalar‘ın kalbinin Hunu yaylalarında attığına tanık olursunuz. Hunu yaylalarının dağıtım merkezi olan Bel’e geldiğinizde hangi yöne döneceğinizi şaşırırsınız. Binboğaları uzun bir vadiyle boylu boyunca ikiye bölen dereye indiğinizde, sağlı sollu uzanan vadiler ve yaylaklar sizi bağrına basar. Ana vadi için Göksun Çayı’nın iki ana kolundan biri olan Kömür’ün Suyu Göksun’a kadar iner. Eğer Bel’den yukarıya doğru giderseniz, Sarız’ın yaylalarına kadar uzanan doğa harikalarıyla buluşursunuz. İçinden şelale çıkan “Suçıkan Mağarası“ merakınızı cezbeder. Nereden geliyor bu su? Yola devam edip Osmanoğlu Obası’na varırsanız, oba kurada kime çıkarsa çıksın, bir ayran bir çay içmeden geçemezsiniz. Osmanoğlu’nun yaslandığı dağı aşarken gizemli bir koku sizi esir alır. Hangi çiçekten geldiğini bilemezsiniz, kokuyu salan çiçek hemen yanı başınızda değildir. Siz ona metrelerce uzaktayken, o size ‘hoş geldin‘ demiştir. O, Binboğalar’ın sarı sümbülüdür. Dağı aşıp öbür tarafa geçtiğinizde içinde buz gibi suyun akıp, platoyu göle çevirdiği ‘Subatan Yaylası‘ ile tanışırsınız. 5-6 kilometre uzaklıktaki Suçıkan Mağarası’nın kaynağı işte bu Subatan Yaylası’dır.
Afşin’den Binboğalar’a açılan güzellik kapılarından yalnızca birkaçıdır bu rotalar. Altunelma’dan Bostanbeli’ne, Maravuz’dan Topaktaş ve Kırkısrak’a uzanan yayla yolları da cabası.
Binboğalar nasıl kısa anlatılabilir ki! Daha Dadaloğlu’nun, Karacaoğlan’ın, Yaşar Kemal’in Binboğaları’na giremedik bile…
HALİL DEMİR: Sorularımızı yanıtladığınız ve coğrafyamıza katkılarınız için teşekkür ederiz.
MUSTAFA ERTEKİN: Ben teşekkür eder,yayınlarınızda başarılar dilerim.