-MEHMET MORTAŞ
*
Mum gibi eriyen denizi gemiler ile geçmek veya kâğıttan yapılmış tekne ile ateşten göllerde yol almak, ne kadar zor; sen bilir misin, ey şiir yazmak için yola çıkmak isteyen şair? Hiçbir deruni tarafımız yok denecek kadar az. Kullandığımız sözcükler bize bir şey anlatmıyor. Heybemiz dolu, envai çeşit yaşanmışlık var. İnsanlara akıl verecek tecrübelerimiz, hayatın cafcaflı girdaplarında kullandığımız aritmetik zekâ, rengârenk boyalar ile boyanmış evlerimiz, arabalarımız var ey kelimelerden demini alamamış şair. İçi doldurulmamış, balon gibi şişirilmiş kof, aymaz hayata karşı hiçbir anlamı olmayan bir heybe ile çıkıyorsun; kendini ve hayatı anlatan şiir yazmaya. Kendimi, kendini, hayatı anlatacak şiirleri bekler vicdana susamış, ateşten denizin karşısında bekleyen insanlar. Şiir yazmak için hazırlıkların bu yüzden sıradan olmasın, bir kelime için günlerce, aylarca gerekirse yıllarca uğraşmalısın ki kendini, hayatı ve seni bekleyen insanları tam tanımlayabilesin, anlayabilesin. Gerçi kendimizi tanımlayamadık, hayatımızı anlamlandıramadık ki, hayata sunacağımız kelimeleri tanımlayalım, anlamlandıralım. Çetin ceviz kelimelerden geçeceksin, gerekirse kırılmayan, özünü göremediğin sözcüklerin kafasına bir balyoz gibi ineceksin; acılarından, sevinçlerinden, hüzünlerinden bir çeşni yapıp heybene koyacaksın. Çünkü alelade, sıradan, kof hayatlar ve yaşanmışlık ile çıkma yola. Mum gibi eriyen denizden veya ateşten göllerden geçemez,yenik ve kepaze olarak geri dönersin. Geçsen dahi heybende kullanacağın hiçbir malzeme bulamazsın. Ne acılarından yoğrulmuş dizelerin ne dizelere sığdırmak istediğin şiirlerin nede menkıbelerin kalır.
Ey gündönümüne döndürülmüş şair, heybeni kontrol et yola çıkmadan önce. Metruk bir hayata yaslanmışsan, başka bir hayata karşı mücadele etme. Aklında harlanan sözcükleri kontrol etki onların gölgeleri hayatına dökülmesin. Hazırlıklarını yap ve şunu de: Şiirlerime yetecek barutum var mı? Gönüllere hitap edecek gücüm var mı? Eziyet ettiklerinde ezginliğim artacak mı? Ve deki insanlara:Kendimi, sizleri ve hayatı anlatacak sözcükler ile geldim, dizeler ile dimdik durdum karşınızda. Heybemde sözcüklerden envai çeşit sırlar var; her dizeyi, adı konmamış sırları, sizlerle paylaşmaya geldim. Gönlünüzdeki gönül putunu kırmaya geldim. Fiziki âlemin arkasındaki hissetmediklerinizi biraz olsun hissettirmeye geldim. Saatlerce, günlerce, aylarca heybemdekileri paylaşmaya geldim.
Bohçanda kırk yıl biriktirdiğin hayat malzemesinin her kelimesinde, her harfinde kırk yılın yoğrulmuş deruni sorgulamalarını ve hayat akışını görürsün. Kırk saat şiiri, ruh halimizin limana demir atmış, elmas yüklü gemilerin hareket zamanını beklediği gibi. Heybemizde demini almamış kelimelerimiz, kanatsız sözcüklerimiz. Hayatın keşmekeşliğinde heybemizden sözcüklere dökemediğimiz acılar… Açlıktan ölen bebelere uzaktan bir şey yapamayan, umutsuzca bekleyen hazin kıvranışlar…Bir ağacın hiç ses çıkarmadan sessiz sedasız, ayakta ölümü… Bir mısra için, bir dize için, bir şiir için heybemdekiler yeterli mi? Hayatı anlatabilir mi, tanımlayabilir mi? Pek de makbul olmayan meçhul bir döngü yaşıyoruz yola çıkmadan önce.
Ey gündönümü dönmüş şair! Kalk ve kelimelerine dön. Uyar gönüllerdekileri. Akıllarda kalan insan menkıbelerini, vicdanın heyulası ile birikmiş çocuk düşlerini… Hazırlıklı ol şiirlerin için dizelerine.