
Basri DOĞAN ismiyle ilk tanışıklığım üstadımız, büyüğümüz, edebiyat sahasının duayenlerinden Tayyib ATMACA ağabeyimin tavsiye ve telkinleri eşliğinde elime tutuşturduğu Sükûtun Bedeli isimli şiir kitabı vesilesiyle oldu. Aslen Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesinden olan şairimiz Osmaniye doğumlu olmakla ilk ve orta öğrenimini Osmaniye ilinde tamamlamış. Sonrasında Marmara İlahiyat Fakültesinden mezun olmuş ve aktif olarak uzun süre öğretmenlik yaptıktan sonra Osmaniye İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olarak atanmış ve halen bu görevine devam etmekte.
1990 yılından beri şiirleri çeşitli dergilerde yayımlanan şairin şimdilik tek şiir kitabı olan elimizdeki kitabın sayfalarını çevirmeye başlıyoruz. 45 şiirden oluşan kitapta yer alan şiirlerin tamamı hece vezniyle kaleme alınmış şiirler. Daha çok içe dönük konuşmaların, yüzleşmelerin, hayal gücünün, zaman, hayat, yaratılış gayesi, ilahi ya da Peygamberî aşka matuf söyleyişlerin, yer yer toplumsal olayların, aile bireylerinin, tarihi ve kültürel unsurların tema olarak şiirlerde işlendiği gözlemleniyor.
Çoğunluğu 11’li hece ve koşma tarzında olan şiirlere hatırı sayılır miktarda 14’lü hece ile ve bir kısmı beyitle yazılan, bir kısmı da hece vezni kullanılmakla birlikte uyak ve birim kaygısı gütmeyen modern çizgiye yakın şiirler de eşlik ediyor. Şairin ilahiyatçı kimliğinin hemen her şiirin bir köşesine yansıdığı ve şiirlerin sıkça hikemi bir söyleme büründüğü müşahede ediliyor. Birçok hece şairinde olduğu gibi Basri Doğan’ın da bir anlam yüklenmesi güç olan hatta anlam yüklenebilirliği bir zafiyet olarak kabul edilen kapalı şiir tarzı yerine daha anlaşılabilir, anlamlandırılabilen şiirler tercih ettiği görülüyor. Lakin klasik hece ya da halk şiiri diye vasıflandırılan mananın doğrudan verildiği şiirlerden çok her okuyucu için farklı mana kapıları da açabilen imgesel söyleme, söyleyişte modernliği yakalamış dizelere de sıkça rastlıyoruz şiirlerde. Yani geleneğe yaslanmakla birlikte bir yüzünü de bugüne ve geleceğe dönmeye çalışan ancak bunu hece kalıpları içinde yakalamaya çalışan bir şair portresi çıkıyor karşımıza.
Basri Doğan’ın; aklı, kalbi, zihni her an şiirle yoğrulan hassas bir ruha sahip olduğu anlaşılıyor. Şiirlerin geneline şairin ilahiyatçı kimliği yansımış dedik ya, bunun en bariz göstergesi olarak kitaba bir münacaatla başlanıyor olması. Dibace isimli bu şiirde;
“Yaradan’ın adıyla başlıyorum kelama / Umulur ki bereket yağar gönül soframa
Salât selam O’nadır, enbiyanın serveri / Gülistana çevirir rahmetiyle çölleri”
Dizeleriyle, adeta münacaat ile naatı birleştiren bir başlangıç yapılıyor esere ve;
“Bir buse kondurdu mehtap yüzüme / Hayal âleminde gezdim bu gece
Gözlerinin parıltısı gözüme / Yansımasa göremezdim bu gece” diye başlayıp,
“Yüzümde çizgiler, saçlarımda ak / Geldim, sonbaharı omuzlayarak
Kelama dökülmez dile en uzak / Sırrımı kalbime yazdım bu gece”
şeklinde biten ve yukarıda belirttiğimiz içe dönük, hayal dünyasının şiir kalıbına bürünmüş halini yansıtan Düğüm şiiriyle devam ediliyor.
Şiiri en çok besleyen olgulardan birisi yalnızlık ve gariplik hissidir şüphesiz. Bu hisler gerçek manada tek kalmak ya da gurbette olmak anlamında değil daha çok kalabalık içindeki yalnızlığı ve garipliği, yani ruh yalnızlığını ve gurbetini anlatır esasen. Şair, hassas ruhuyla bu olgulardan ve de etrafında, dünyada olup biten hadiselerden daha bir farklı etkilenir ve bu etkilenim sonucunda o hassas ruhun sancılarını, söz sanatıyla tesir gücü yükseltilen şiirlerle ortaya koyar. Her şiir bu şekilde bir sancının olabildiğince gerçek boyutuna yaklaşma gayreti desek yanılmış olmayız sanırım. Evet başka bir anlatımla hiçbir şiir, şairin o şiiri yazarkenki ruh halini berrak bir ayna gibi yansıtamaz ve anlatamadıkları mutlaka kalmıştır.
Gurbet isimli şiire;
“Tükenir zannettim yol adım adım / Meskeni olmayan seferiyim ben
Akılla esrarı kavrayamadım / Âlemin özeti, cevheriyim ben”
diyerek başlanır ve;
“Güneşte kavrulan topraktan beter / Gönlümde yağmurun buğusu tüter
Ruhum vatanına kavuşmak ister / Gurbette savrulan serseriyim ben”
şeklinde devam eden dizelerde, kendini gurbette hisseden bir ruhun asli kimliğini ve vatanını arayış çabalarına tanık oluruz.
Sevgiliye yazılan şiirlerde sitem epeyce kullanılan ve yer yer abartılı kelimelerle sevgiliyi suçlama aracı olarak kullanılan bir söyleyiş biçimi olarak karşımıza çıkar sıkça. Oysa Basri Doğan yukarıda belirtilen Gurbet şiirinin başka bir yerinde;
“Sınansam bin kere, kalsam tekrara / Gönlümün hevesi olmaz firara
Cefadır ettiğin dersem didara / Cihanda en fena müfteriyim ben”
dizeleriyle, kendisine cefa etti diye sevgiliyi suçlamayı ona iftira atmak olarak telakki eden yüce bir aşk ve vefa anlayışı sergiler.
Koşma tarzı şiirlerde oldukça sağlam uyak ve ayakların kullanıldığı, yer yer de etkili imgelerle şiirlerin güçlendirildiği, bir çoğunda hikemi anlatımın da kullanıldığı gözlenmekte;
“Endişeler uzaklardan görünür / Hayallerin ortasından bölünür
Şakakların beyazlara bürünür / Yamaçlara düşen taze kar gibi
Bulutlar sağılır, yağmur durulur / Ayaz vurur, gümüş tenin kavrulur
Poyraz eser, umutların savrulur / Bazen göğsün yüreğine dar gibi
Ömür kumaşına her gün bir nakış / Atabilsen başlamadan kara kış
Yüzündeki mahzun kırılgan bakış / Sabrın sonu selamettir der gibi”(Umut Var Gibi, sy.17)
“Her şeye biçilen ömrü, eceli / Unutup hayale gömülmemeli
Zamana yayarak tûli emeli / Lüzumsuz her türlü işi görürsün”(Veda, sy.19)
Tayyib Atmaca üstadın Yol Ayrımında şiirinden ilhamla diye anekdot düşülerek kaleme alınan Yolcu şiirinde, her birimin başında referans alınan şiirden alınan bir dizenin altı; birim, uyak, ayak kaygısı güdülmeyen 11’li hece vezni kullanılarak oluşturulan ve söyleyiş olarak modern tabir edilen şiire dahil edilebilecek dizelerle doldurulmuş ve son dizede ise alıntı yapılan dize ile sağlam bir uyak kullanılarak birimler bitirilmiş:
“ ‘Yeryüzü korkusu bana ar gelir’
Tedirgin değilim karanlıklardan / Gün olur yürürüm güneşe doğru
Gün olur rüzgârla dolar yelkenim / Öyle uzun boylu duramam artık
Fırtına başlarken mola verdiğim / Caddeler, sokaklar bana dar gelir”
‘Uçurma peşimden avcı kuşunu’
Savruldu hazanda tüm yapraklarım / Bir canım kalmıştır, o da emanet
Vakit ikindiye doğru kıvrılır / Beliren simalar gölge misali
Dalgalar hatamı yüzüme vurur / Özlerim meltemin dokunuşunu”
Şair cemreye dair şiirlerini dört ayrı başlıkta ele alır ve aynı temadan farklı pencereler açarak beyitler halinde dört ayrı şiir ortaya çıkarır. Bunlardan Cemre Düşer Havaya şiirinde genel itibariyle rüzgara sesleniş vardır: “Kafa tutmak mümkün mü delirince rüzgâra / Huzur vermez dinmeden kayalara, kumlara” Cemre Düşer Sulara şiirinde haliyle su teması ağır basar ve suyun deryaya doğru yolculuğu ilahi bir bakış açısıyla ve etkili imgeler kullanılarak anlatılır: “Hayat gizli damlada, suda derin bir ufuk / Yansıyınca geceye başlar serin yolculuk; …..Kayalardan süzülür, başlar suyun hicreti/ Bitmez vasıl olmadan deryalara hasreti / …Ufuklara sığmıyor denizdeki sonsuzluk / Suda bulur hayatı, hayat süren her mahlûk”. Cemre Düşer Toprağa şiirinde ise insanın yaratılış yolculuğu anlatılır ve bir yerinde yakın zamanda yaşanan büyük depremin sancısına atıfta bulunulur: “Toprak ile başlarsın, toprak olur son demin / Toprak ile huzura erer gönül âlemin / …Depremlerde yırtılan şehirlerin, dağların / Kederini omuzlar uğultusu rüzgârın” Nihayet Cemre Düşer Gönlüne şiiriyle bu seriyi bitirir şair ve üç cemrenin kesişme noktaları şiire taşınır: “Su, ateş ve havayla kara toprak yan yana / Süzülürler sırayla üç nefeslik dünyana” Cemre serisine ait son dikkat çekici not: her dört şiirin son beyitleri Rahman’a yönelen dua ve tefekkür hissiyatını dile getirmekte.
Kitabın sayfalarını çevirmeye devam ettiğimizde 36.sayfada farklı bir birim ve uyak örgüsüyle yazılmış Çoğalan Sükut şiirine rastlıyoruz. Tamamı 11’li ve uyak kaygısı olmayan dörtlüklerin arasına yerleştirilen ikili birimlerin ikinci biriminde bir üstteki dörtlük biriminin son sözcüğü, “üstüne” redifi ile birlikte kullanılarak ve de çok güçlü imgesel söyleyişle şiirin bütününe yansıyan gerçekten etkileyici bir tarz ortaya konulur:
“Mazrufu anlamak başka mesele
Aldanmadan serabına, süsüne
Ufuk kızarırken şehrin göğsüne
Hayal meyal vuruyorum mührünü
Her gece yıldızlar yansır sulardan / Gönlüme kazınan mührün üstüne…
Lacivert bir akşam iner üstüme
Gökyüzünü gözlerinin rengine
Ufukların denizlerin dengine
Rüya gibi boyuyorum şehrini
Karanlık çökse de sen kal diyorsun / Işığı taşırım şehrin üstüne”
Hayal Gerçek Arası şiiri yine sağlam uyak ve ayaklarla yazılan bir tefekkür ve yakarış şiiri olarak ön plana çıkan şiirlerden:
“…Hakikat olsaydı bakıp gördüğün / Gözünde büyürdü dünya büsbütün / Her türlü hesabın görüldüğü gün / Yüzlerin beyazı karası vardır
…Takdire huşuyla boyun bükerek / Dünyanın tozundan arınmak gerek / Sırlı eşiğinde mahzun bu yürek / Lütfunla bir ömür durası vardır”.
Uzak Şehir şiirinde şair, tarihimizin şanlı devirlerine özlem ve dönüş ümidini bir arada ve etkili söyleyişlerle beyit nazmıyla işler:
“Aç köpükten kapını, kurtar bizi ey deniz/ Karanlığa gömülü uzak bir şehirdeniz
Yaklaştıkça kaybolan deruni ve mücerret/ Bir hayale kapıldık mâverâya işaret
Alev alev tutuşsa, coşsa, çıldırsa Tuna/ Taşırdı garba bizi, çıkınca omuzuna
…
Her akşamın ardından bileniriz fecre dek/ taptaze umutlarla dolarız petek petek
Mazi atlas bir örtü, kuşatmış asumanı/ Yıkılsa da bu millet, tükenmez kahramanı”.
Kitaba ismini veren ve beyit olarak kaleme alınan Sükûtun Bedeli şiirinin son bölümünde, iç çalkantılarına şöyle tercüman olmaya çalışır şair:
“…Beni tarif edemez donuk, ruhsuz bir resim / Belki ılık bir türkü belki hüzündür sesim
Gönlümdeki düğümü çözerek yumak yumak / Mümkün olsa gecenin kollarında uyumak
Göğümdeki damlalar süzülürken dupduru / Alnımda bin bir leke, aklımda bin bir soru
Bıraktığım hatıra, yaşadığım dört mevsim / Ağır ağır silinir, unutulur adresim”.
Nihayet hassas yüreklerin dinmeyen kanayan yarası olan Kudüs isimli şiire kulak verelim:
Bin dokuz yüz on sekiz, gün geceye dönmeden / Kaplar derin yaralar parça parça şimali
Parıldayan güneşin ışıltısı sönmeden / Kanayan bir resimdir şarkta günün zevali
Kudüs anla ümmetin yaşadığı bozgunu / Şanlı millet doğrulur bir gün alır dizgini”
Bu son dizelere derinden bir “âmin” diyerek şairin hislerine ortak olalım.
Şüphesiz her şiire ayrı bir paragraf açılarak bir şeyler yazmak teknik olarak mümkün ise de yazıyı sınırlama gereği nedeniyle bu kadarıyla yetinip kitabın geri kalan keşfini okuyucuya bırakalım.
Sükûtun Bedeli, her şiir üzerinde ciddi bir emek ve ince işçiliğin gözlemlendiği bir eser olarak okunmayı ve kütüphanenizde bulundurulmayı hak ediyor.
Yolun açık, okurun bol olsun Basri DOĞAN.
*
MEHMET OSMANOĞLU
