
adiyat atları kapımda
baskında gönül kalem
bozgundayım
kanadı kırık kuşun teslimiyeti yüzümde
dem teşrin, güz sancısı kapımda
yazın soyka günleri üstümde
buz tutuyor saçaklarım
düş kırıkları gönlümde depreşiyor
ve rengim eylül sarısı
içime çöreklenen bir sayrı
nezelmiş tentelerim
içimden dökülen bin parça
yüzümde külden isler
yığılmış kapımın önüne yılların tortusu,
gözümün altında mor torbalar
yosun bağlamış sanki halkalar
kader örmüş saçlarıma ağını
el değmemiş ruhumun örümcek dokusuna
bozulmamış ütüsü dağımın
otlar yürümüş gönül yoluma
ve pas tutmuş menteşelerim
gıcırdıyor arada kollarım
küf tutmuş nemli duvarların nefti çökmüş üstüme
nabzını alamıyorum sarkacımın
ve telveleri kurumuş
durmuş kalbi kahve falımın
bir sisifos sendromu yazgımda
üstüme devriliyor bir susku dağı
sil baştan başlıyorum kısır döngülerle
fitili bitmiş kandilimin
ve dermanı bitmiş dilimin
devrilmiş sanki üstüme hurufatın enkazı
bir parmak toz necefli maşrapada
perdeler renk atmış
renkler solmuş, yüzüme haki kalmış
dertlerimi eğirip kirmene sarıyorum
kağşamış evim barkım,
şimdi viran bakışlarım,
zembereğinden boşalmış hayatım
dar ağacım kurulmuş geceden
ölmeden okunmuş sela’m
ve kavrulmuş helvam,
bir gayya kuyusundayım
ne kuş sesi ne kervan neşesi
tenimde etimi kemiğimden ayıran
bir hallaç kırbacı
şikesteyim,
suzişli bir kürdilihicazkâr ruhumu kavuruyor
muzdarip kamçılar tenimde
bağrımda köz köz dağlar
dağım inciniyor tel tel
bulutlar gözyaşı çeşmem
doldukça yüreğim yağıyor
bir geda müzayedesinde
haraç mezat demeden yok pahasına elden çıkarılıyor ellerim
bir kürek cezasına kırılıyor kalemim
bir kuyu yalnızlığı içimde, eyyam-ı bahur
dışım çöl kurusu bir serap
bilmediğim bir sapaktan ayrılmış yolum
bir flanör gibiyim
atonal seslerle işgalde dilim
“bilmiyorum ne haldeyim, gidiyorum gündüz gece.”
bir planım yok bugünden yarına
hayatı akışına bırakan
bohem ruhu taşıyorum
belki kendimi arıyorum belki kendimi aşıyorum
başımı alıp gidiyorum
tut ki yitirdim karar perdelerimi
bir kaç notam eksik klavyemde
bam telimin nutku kesik kesik
ve kör topal nağmelerim
ve hep mahcup noksan seslerim
tuvalimde de yitik yer yer renklerim
tonlarım terk etmiş fırçamı
her renk soluk, teselli kalmış haki
ve kayıp sözcüklerim
cümlemin beli kırık
ne çiçekte gül kokusu
ne petekte bal dokusu kalmış
ayrık otları dilimde
yüzüm çiçek bozuğu
ve çehremde kırılmayı bekleyen yüzlerce fay
zamansız yağmurlarla yorulmuş sarmaşık güllerim
“gelme ecel gelme, üç gün ara ver.”
yüzümdeki çıvgını gör
başımda hoyrat rüzgarlar
dağlarım dağlanıyor
ve gündüzümde mil
ruhum canıma teyelli
eğreti hep gülüşlerim,
“dönülmez akşamın ufkundayım”
çıkmamış candan umut kesilmez’miş
sen yine de bir hal çaresine bak
“gelme ecel gelme, üç gün ara ver.”
*
YUNUS LAÇİN
