Çarkların dişlileri arasında mekanikleşen insan hayatı, varlığın akışının zıddına hareket etmeye ve sonunda arızaya sebep olacak şekilde ilerlemeye devam ediyor. Belki de çarkların gövdesinde yaşamak yanlış anlaşıldı. Çarktan kasıt hayatın zorluğu idi ama bayağı anlaşılan demirden, çelikten girintili, çıkıntılı parçalardı.
Bir gökdelenin otuzuncu katında uzunca isimlerle lüks kahveler yudumlanırken termodinamiğin ikinci yasasında anlam arandı belki de. Kredi yoluyla borçlandıran sistemi daha fazla çalışarak alt edilebileceği yanılgısı belki de çürüttü insanı. Mal biriktirme hırsı insanı köleleştirdi de suçu antik çağlara attılar, kim bilir? Bireysel emeklilik sigorta primlerine güvendiler. Tedbir aldıkça sonucu garanti altına alabileceklerini ve aksini önleyebileceklerini sandılar. Çocuklarının sayısını ve yaşını hesaplayıp ilerde bunlar bana bakacak diye düşündüler. Tevekkülsüz Matrix’ten çıkabileceklerini varsaydılar belki de. Sadece akla güvenerek bir dünya cenneti kurmaya çalıştılar. Ölmemek için yaptıkları sağlık harcamalarının bir Afrika köyünü kurtarabilecek seviyede olduğunu düşünmediler. Beyaz ilaç mafyasının pençesine düştüler de farkına varmadılar.
Hayatın anlamını kendilerinden aşağıda olanlarda aradılar ve yüksek hakikatlerden uzak kaldılar. Faiz ve tefeciliği bir sömürü aracı yapıp dünyanın zorunlu bir kuralı gibi lanse ettiler. Kot pantolonsuz hayatı yaşanmamış saydılar. Bütün yaşamlarını dolara endekslediler. Başkası gibi konuşup başkası gibi giyindiler. Aşağılık kompleksini üzerlerinden atamadılar. Kendi tarihlerini başkalarından öğrendiler. Hep batının tuttuğu aynadan inançlarına baktılar. Değerlerimden arınarak üstün insan olabileceklerini düşündüler. Ticaret ve ahlâk ilişkisini ekonomi eksenli dünya görüşüne ters gördüler. Hem zengin olup hem ahlâklı olmayı ütopik gördüler.
Sürekli tüketme üzerine kurulu bir düzen kurdular. Hastayı hasta ederek ticaret konusu yaptılar. Para için tedavi kisvesi altında insan hayatına kast ettiler. Genetik bilimine kayıtsız şartsız güvendiler. Devlet eliyle insan kıyımına müsaade ettiler. Vücutlarına sıvılar enjekte ederek sağlık bulacaklarını sandılar. Hakikati hep uzaklarda arayıp aramakla bulacaklarını düşündüler. Mezarları şehrin dışına çıkartıp şehitlik kavramını rafa kaldırdılar. Hastane kapısında kısır döngüye girip depresyon ilaçlarında şifa aradılar. Gün boyu ürettiği çöpün miktarınca mutlu oldular. Taşları bağlayıp itleri saldılar. Önce Kopernik’in Güneş merkezli sistemini mutlak gördüler sonra Newton’un matematik prensibine toz kondurmadılar. Şimdi ise Einstein’ın kuantum ve genel göreliliğine bel bağladılar. Küreselleşme ve modernleşme ile hepsi aynı renge boyandılar. Batı taklitçiliği ile şahsiyetlerini koruyamadılar. Önce araları bozdular, sonra arabulucu diye hukuk ünvanı çıkarttılar. Pazartesi sendromu, plosebo sendromu, nosebo sendromu, şu sendromu, bu sendromu diye diye önce hasta ettiler, sonra isim üretip tedavi etmeye çalıştılar.
İnsanların mallarına önce ihtiyati tedbir koydular, sonra vesayet bahanesiyle üzerine çöktüler. Önce laik oldular, sonra seküler takındılar. Şimdilerde ise reklamcı geçiniyorlar. Kendi kurdukları düzende acılar çektiler, sonra suçu başka yerde aradılar. Önce apartman kutusunda yaşadılar sonra bahçeli eve hasret kaldılar. Düğün salonu deyip çamurdan tiksindiler, sonra kır bahçesi diye önceden etrafı çitlenen yeri para ile sattılar. Dört tane yanlışları bir doğrularını götürdü ilk önce, sonra bir tane yanlışları bütün doğrularını götürdü. Ekmeği pahalı, emeği ucuz, şuyu’u vuku’u’dan beter yaptılar.
Tembellik yaptılar adına sistem yok, sistem gitti dediler. Sisteme istedikleri zaman müdahale ettiler ama sıradan insan için harfiyen kuralına uydular. Tartıyı eksik tarttıp kaşıkla verdiklerini kepçeyle aldılar. Muhafazakârlıkla başladıkları hayatlarına müteahhitlik ile devam ettiler. İdeolojilerini şahsiyet kültü üzerine bina ettiler. Cinsiyetsiz oldular sonra bunu topluma dikte ettiler. Önce Fransız İhtilali ile ırkçılık ve ulusçuluğu yaydılar sonra birleşmiş milletler diye bir şey çıkardılar. İnsanın hakkını gasp edip insan hakları savunucusu oldular.
Atomu parçalayıp nükleer silah ürettiler sonra tek tuşla milyonlarca insan öldürdüler. Nüfusu çoğaltma politikası güdüp nüfus mühendisliği yaptılar. Okullarda tek tip insan yetiştirip, balığa uçmayı öğretmeye kalktılar. İlim ve irfanı bilgi ve malumata değiştiler. Verginin vergisini alıp enflasyon bahanesiyle faizi politika yaptılar. Kâh gülüp kâh eğlendiler ve zalimi şiddetle kınadılar. Yırtık ve yamalı elbiseyi hor görüp moda trendlerine meze yaptılar. Yeni çıkan telefonu pahalı almak için saatlerce sırada beklediler. Ucuz insana uzun süre öfke beslediler.
Yetkisi olanı bilgisiz, bilgili olanı yetkisiz yaptılar. Liyakatsiz atama yapıp ahlaksız kılıf uydurdular. Evde dünya malını, camide ayakkabılarını düşündüler. Pastayı ikiye bölüp sağdan yiyene sağcı, soldan yiyene solcu dediler.
Sanatçı diye geçinip birkaç mil ötede katledilen insanların yaşam haklarını hayvan haklarına tercih ettiler. Kimin hakkını savunmaya kalktılarsa onun hakkını elinden aldılar. Tarihi gerçekleri kendilerine doğru yonttular. Oluşturdukları sanal dünyalarında her şeyi doğru kabul edip mütevatir nasla tevarüs eden ilahi teklifi reddettiler. Birkaç gün fazladan yaşamak uğruna çayı dahi şekersiz içtiler. İsraf ettikleri gıdayı aç kalmış kıtalara oranladılar. Gittikleri yerlere demokrasi getirdik deyip yerlilerin ellerindeki topraklarını aldılar. Totaliter liderleri karizmatik gördüler. Zamanı çağlara bölüp kendilerine en yakın zamanı en iyi medeniyet sandılar. Kuraldan çok kuralcı, ahlaktan çok ahlakçı oldular. Diplomalı, sertifikalı tescilli işsizler ordusu kurdular. İktisadi krizi çözmeye çalışıp sosyal çürümeyi kulak ardı ettiler.
Sömürdükleri topraklarda her yıl milyonlarca insan açlıktan ölürken evcil hayvanları için milyar dolarların üstünde harcama yaptılar. Geleceği burçla tahmin etmeye çalışıp Venüs’ün Mars’a göz kırptığını, Uranüs’ün Jüpiter’e selam çaktığını söylediler. Ve sonunda döndüler dolaştılar kırk değirmenden su getirdiler, başladıkları yere geri döndüler.
*
ABDULHAKİM ÇİFTÇİ