– OĞUZ KAYIRAN
*
Binboğa’ya doğru, baktığım yüzündü
Çilingir Çayırı’nda göründüğünde bir nefes
kıvrıla kıvrıla, yamaçların orada titreyen
daha önceden –çok uzak bir yoldan
düşüyor geriye gelen, bilinmeyen yüzler ile
bırakılan tüm ruhlar için, hayal ve kefen için
ey Mahzuni!.Çıkıp gel –yollar biz bize mi:
ve kim bilir şimdi
Seyyid Hacı Mehmet Dedeyi: Afşin neresi!
Kötüre’den geçtin mi, ıssız İğdelioğlu’ndan
koyaklardan esen rüzgarın kendini bilmediği zamanlarda
Zeynel Cırık, Döndü ile –şimdi unutulmuştur
baba ata yadigarı o topraklarda, kendilerinin olan
hep bir acı, içe çökelmiş bir gün ile –umut ölü
ırgat ve ot toplayıcı;
ve önüne konulduğunda Aşık Fezali, elleri ile sazın tellerine
* * *
Ağaç! -yamaçlarda görünmez hâlâ
ve evlerde çığlık!
ölüm içindeki bir göç, için için bir yuva
ve toprak! ve yazgı içinde ay!
sonra.. hep unutuldu, unutulanların gölgesi
geride, düşen gölgede niceleri, ve mezar taşları arasında
bilinmeyen yüzler yan yana: dere içine gömün beni!
Yansır uzaklık, ve gökyüzü altında Atlas!
Neresi ateş!..
“kartalların konduğu, kekliklerin sektiği”
düşük bir ihtimal demişti, Göksu çekildiğinde yüreğim
* * *
ve kendi içine atılan kayıp ruha, ve bir hiçlik ile bırakılan:
Emine!
ey Mahzuni, sus!..
bedeninde yer ve kül, ilgi içinde ayakların
nice gelip geçen bir örümcek ağı içinde arzular, ve
damgalanan ten, oysa göz içinde gördüğün çöl: Züleyha!
Berçenek, ve yokluk için, içinde rüya!
Neden bir söz, döndüğünde başkası ile teyit, ve sana ahd ile
Ahraz’ın görmediği, bir kez bile ölüm için yediği dürüm
geçti Ramazan’da köy içlerinden Ferhat içinden geçerek
kovulan yüreği hep sende kaldı nice dalların kökleri için
bıraktığını sandığın yere, hep kovaladın kendini geldiğin yere
almadı seni, ah ahdi sürüp gidecek o çamurlar içindeki ölü:
İsrafil’in o hep başlangıç ve son eşiğinde
Emine’nin
şimdi bile hatırlanmayan o tuz içindeki kalbine!
“bir mektup içine gömdün beni, ey Mahzuni!
beni benden ederek!”
(Emine)
* * *
Söylenen:
düştü Mahzuni’nin alnına bir Suna, içinde coşku ve yazgı
“ah Sunam!”
nasıl da bir yazı kararmış yollar içinde bir yılan:
Gitti!. gelmeden bir ve ıssızlık, oracıkta
aldılar seni, ben gitmeden seni senden
Gitmeden:
salonda.. o eski, ruh dolu olduğu sanılan salonlarda
içildi nice kırmızı şaraplar –eskiydi o zamanlar Ankara
misafir edildi nice dostlar, bir eşik içinde
ve Muhammed adına, sunulan o sıcak salonda
öncelikle, ve bir köprü içinde, Ali Ekber!
İçte çarpılan o ayna içinde, bir şeytan!
Ya da nice gölgeler
kalbin kendini hatırlamayacağı o çok uzak sınırlara kadar
Hala sessizlik, orada donmuş kan için; hatırlanacak!
gömülü bir şimdinin acısı içinde, bırakıldığım yerde
“benim evimi yıkanlar/benim evimi yapanlardı”
sürüldüğünde Suna hakikatin çatlağından dışarı
düşercesine o salonun dışına bir girdap gibi öylece
‘düş’tü abla abla diye Afşin toprağından Seher’in evine
yıkım şoku ile Emek’te perişan
bir gece bir sabah gerilerde kaldı
o yanılsamanın soluk gölgesi içinde yıkılan
ve o gelinden verildi tüm çaresizliğin sabahına dua
kendine dönüşün hakikatini çiğneyenlere
Tüm ısrar, ve sürülen:
Suna, şimdiki Suna! kalmadığında bir yeri, gidecek öylece
* * *
Kan ve ritim, yüreğine düşen seslere bile veremeden kendini
gizil topraklarda saçılı hâlâ, hâlâ yürekler için kararmış o taş!
* * *
80’li yıllar, için için bir acı, ve gölge zemininde Emirli!
nice yiğitlerin kar gibi eridiği, bakar bize Atlas’a doğru
çimen, ve anason rüyasında vadinin ıssızlığı, vay Mahzuni!
Atlas eteklerinde Necati ile, aşağılarda söğüt altlarında
düşürmüştünüz o çukur ölüme, o sohbeti puslu rüya içine
Örenli’de bir sabah, pencereden görünen kokular; dağ içi!
Perişan ve Ali, ve ahval içinde kendisi: Mahzuni ile orada!
Berçenek’ti o zamanlar, 50’li yıllar: ilkokul denemeyecek
fırtınalar koptuğunda, kar ve tipi ile, dağılıp gitti hepsi de..
unutmadık yüreğine gömülü Yemliha’yı, hep mülayim!.
nice cam kırıkları vardı belki, anımsamıyoruz hâlâ o anı
Kaşanlı’ya bildirildi, nice nice ayak izinde ozan Ala Deli
kendini arayan bir başka Mahrubi, hatırlamaz mı Kötüre!
şimdi görülemez bir türlü Mahzuni ile sümbülün sureti
yıllarca, yıllarca birlikte ruhuna düşen tellerde Maksudi
1999 senesinde, ve gelip geçtin ayrıldıktan kırk sene sonra
bilmeyen nice yaz ve ayazlardan, kor gibi bir at üzerinden:
düştüğünde bir yürek titreşimi, o vakte erdiğinde Harun hoca
vasiyetine düşen gölgeler içinde, bulunamadı o kayıp çiçek!
* * *
Hacı-Kürtlerin / Ellez’in kuyusu: eski ölülerin toprağı!..
Binboğalar da dirilmez artık, bakılan o heybetli Berit içinde!
Ayran Dede’de bir kantara vurdum kendimi, kendim nerede
geçtim Dede Baba’nın önünden, gördüm ölçümü ölümümce
anlattılar bizi asırlar boyunca, içinde hep yatıp kalktığımız
orada burada, nice Ashab-ı Kehf harabelerinde, evet orada
bahçelerde, göremedik birbirimizi yedi kardeş, hep uyurken
asırlara çekildi derimiz, derdimiz olmadı bir daha gölgelerde
Ey Mahzuni!
Bir an kurduğun dünya için, açan çiçeklerde ölüm nerede!
* * *
ah ile ne yer, gördüğünüz toz ve bir resim; şimdi, bırakıldım!
aldılar, aldılar Berçenek’i bir soy ve ruh üzerinden, elimden!
kaldım yaban ellerde, ne el ne de yürek! Vasiyetim ölü çiçek!