– FURKAN DİLEKÇİ
*
Hissizlik kanlı bir hançer gibi saplandı zihnine. Nihayete erdirdiği tüm hisler sanki ruhuna karşı müttefik olmuştu. Her bir cephede birbirinden farklı hisler ile harp etmekten harap düşmüştü yüreği. Âşık olduğu kızın belirsizliği, son mektubun ağırlığı ve daha sayamadığı bir dolu külfet sırtına çoktan kambur olmuştu. Paris sokaklarında adım adım ilerlerken aklına zemheri yaşatan bu düşünceler ile kanlı bıçaklı kavgaya tutuşmuştu Bay Hardouin. Dün akşam saatlerinde gazeteye teslim ettiği öykü bugün yayımlanmıştı. Bu bir nebze de olsa yüzüne mutluluk maskesi takıyordu.
Bütün Paris kendisinin ana kahramanı olduğu aşk öyküsünü okuyup hayretler içinde kalıyordu. Sabah posta kutusuna baktığında birkaç dergiden gelen iş teklifini gördü. Uzun bir süredir Fransa topraklarında öykü yazan yoktu. Coubert’e geldiği günden beri öykü yazmakla çıkışamıyordu. Ünü günden güne yükselişe geçmişti. Ama her ne olursa olsun açlık, sefalet ve hissizlik bir an olsun peşini bırakmıyordu. Yazdıkları ise okuyanları büyülemekle meşguldü. Dün akşam gazeteye verdiği öykü karşılığında 15 frank gibi bir para almıştı. Derhal gidip rehin verdiği eşyayı geri aldı. 2 frank gibi bir zararı vardı ama olsun, manevi değeri yüksekti ve bu düşünce zarar düşüncesini örtbas etmeye yetiyordu. Uzun bir süredir gelen mektubun varlığını zihninden ırak tutmuştu. Bu durum onun için inanılmaz derecede zor bir meşakkatten ibaretti. Çünkü aklına getirmemek için gecesini gündüzünü kitap okumak ve öykü yazmakla geçiriyordu.
Âşık olduğu İspanyol kızın güzelliğinden ziyade bilhassa artık unutma evresi başlamıştı yüreğinde. Son mektup hilkatin en üst mertebesine erişmişti çünkü. Her bir kelimesine damla damla gözyaşı akıtmıştı. Okurken yüreğini kızgın sahranın ortasında kavrulan bir mecnun zannettiğinden beri mektup yazıp cevap verme içgüdüsüne teslim olmuyordu. Çünkü bir sonraki mektup onu en az iki ay ruhsal sorunlara esir edecekti. Ve kendisi bunu göze alamıyordu. Âşık olduğu kız ile hayal dünyasında adım adım ilerledi yine o ruhsal kaçışın adresi olduğu yere. Bir vakittir Bayan Nicola’nın pansiyonu ile kütüphane arasında mekik dokuyordu. Kitap okumada üst sınırı yoktu. Okudukça yazdıkları daha bir katmerli oluyordu sanki. Birkaç adımda bunu da düşündü. Dün gece kütüphanede kitap okurken bir vakit göz göze geldiği kız, az ilerde bankların üstünde kahve içiyordu. Ah! Ne tatlı bir huzurdu kalbine cihat hissi veren bu kızın güzelliğini izlemek. Gecenin geç saatlerinde kütüphanede kitap okurken ansızın tanışmıştı bu kızla. Aslında kendisi Fransa’da tanınmış bir şahsiyetti. Babası soylu bir senyör, annesi bir derneğin başkanı imiş. Kendisi Sorbonne Üniversitesinde siyaset okuyormuş. Gecenin bir yarısı uzun uzun muhabbet etmişlerdi. “Onunla neden daha önce tanışmadım” diye geceler boyu kendini harap etmişti. Tanıştığında ise bir daha ayrılmak istemedi. Şimdi tam karşısında güzelliği ile kasıp kavuruyordu yüreğini. Bir vakit mektuplarında cümlelerine âşık olduğu kız, şu an hiçbir şeydi kendisi için. Engel olamıyordu bu sevda tahtındaki mazbata değişimine. Son mektup Orta çağ Avrupa’sındaki İngiliz filosu misali yakıp yıkamıştı ruhunu. Benliğine darbe yapmıştı her bir tümcesi. Unutmak üzere ant içmişti. Ve bu kız sadece güzelliği ile bunu başaracaktı. Buna yürekten inanıyordu ya da inanmak istiyordu. Gidip konuşmak için hiçbir engel olmadığı kanısına vardığında adımlarını hızlandırdı. Her adımında kalbi sanki yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Saçlarının rüzgârla edasına kapılmıştı ki Bay Hardouin diye seslenen birini işitince gözlerini güzelliğine kapıldığı bu kızdan alıp seslenen kişiye çevirdi. Aman Tanrım, oda neydi öyle diye mırıldandı içinden. Şaşkınlığı gizlemek için çaba sarf etmeye başladı. Çünkü karşındaki hanımefendi hızlı adımlarla yanına geliyordu. Gelmişti ve mevcudiyeti ile baş döndürüyordu. “Bayan Farmer sizi görmek ne güzel. Zarafetiniz büyüleyici. Sizinle karşılıklı sohbet etmek eminim ki İsa tarafından ödüllendirilmek demektir.” gibi cümlelerle konuşmayı başlattı Bay Hardouin. Bayan Farmer Kanada asıllı Fransız bir müzisyendi. Küçük yaşlarda birçok başarılı işlere imza atıyordu. Ve şu an Fransa’da kendi kurduğu grubu ile müzik piyasasını kasıp kavuruyordu. “Bay Hardouin nasılsınız.” diye cevap verdi kız. Uzun bir süredir kimse kendisini ciddi anlamda, yürekten sormadığı için bu soru karşısında afallamıştı. Kendini bir çırpıda toparladı ve aklına gelen cümleleri belli bir sıraya koydu. “İyiyim Bayan Farmer, sizleri görmenin beni daha iyi yaptığı gerçeğini saklamak büyük hata olur. Siz nasılsınız?” diye aynı içtenlikle samimi bir soru yöneltti. Ama siz nasılsınız sorusunu biraz düşününce pek bir mesafeli olduğunu anladı. Ki zaten Bayan Farmer’in yüzünden bu çok net okunuyordu;“Teşekkür ederim efendim. Ben zatıaliniz ahvalinden memnundur” gibi edebice süslenmiş bir cümle kurdu. Bayan Farmer henüz yirmi yaşında gencecik bir kızdı. Onu büyük bir şahsiyet yapan şey, hiç şüphesiz hayalleriydi. Daha yirmisinde olmasına rağmen bir albüm, iki single çalışması vardı. Haliyle günümüz Fransa’sında bu bile büyük bir şöhretin kendisiydi. Kaldı ki son iki yılda aldığı beş ödülün sahibi, tam karşısındaydı ve ona halini soruyordu. Bay Hardouin diyerek söze tekrar başladı Bayan Farmer. “Bugünkü öykünüz inanılmaz derece yürek acıtandı. Bir dolu merak içerisindeyim bu aşk öyküsü bir kurgu mu yoksa gerçek mi? Ah, bir o İspanyol kız yok mu kilometrelerce uzaklıkta olmasına rağmen nasıl da âşık etmiş kendisini! Üstüne üstlük bir de cevapsız mektuplar yok mu? Bay Hardouin tek kelime ile muazzam bir öykü yazmışsınız.” İşte kendisi bu cümleyi duyunca bile mutlu oluyordu. Demek ki yazdıkları o kadar da kötü değildi. Kalemini ve yüreğini sağlam tutmalıydı. Bunu düşündü, Bayan Farmer’in muhabbet etmek için çaba sarf etmeye çalışan varlığı karşında. Bir an evvel kurtulmalıydı kendisinden çünkü dün gece uzun uzun sohbet ettiği kız tam karşısında güzelliği ile gözlerini yoruyordu. Bayan Farmer diyerek telaşlı bir şekilde söze başladı. Benim acilen pansiyona gitmem gerek. Son teslim tarihi bugün olan bir kitabı unuttum diyerek iğrenç bir yalan sarf etti. Tiksindi bir an kendinden ve yalan söylemeye teşvik eden benliğine bildiği küfürleri savurdu. Bayan Farmer, “Görüşmek üzere o halde.” Dedi. Her ikisi de zıt yönlere doğru hareket ettiler. Yanına gidip konuşmak için heyecanlandığı kızı es geçip pansiyonun yolunu tuttu. Bir an evvel yeni bir öyküye başlamalıyım diye düşündü. Kahretsin ki bir hissizlik bulutu, yekparesinin çatısında dolanmaya başlamıştı yine. Ne vakit öykü yazmaya niyet etse hep bu oluyordu. Yağmur çiselemeye başlamıştı hafiften. Adımlarını hızlandırdı. Zihninde çizgiden ibaret olan bir İspanyol, yüreğinde ise güzelliği ile baş döndüren kızın muamması ile hızlı hızlı ilerliyordu caddelerde.
Bayan Nicola’nın pansiyonuna geldiği zaman yüzünü bir anda limon ekşisi aldı. Kapıdan içeri girdiği zaman,”Victor Hardouin, size bir mektup geldi.”cümlesi ile şaşırdı. Heyecanın getirdiği ateş bir anda bütün vücudunu sarmıştı. Mektubu alıp hızlı hızlı odasına çıktı. Okumaya başladığında bir anda panikledi.Cümleler ilerledikçe bir başka ruh hali okunuyordu yüzünde. Birkaç dakika mektubun bıraktığı hissiyatı anlamakla zaman kaybetti. Daha sonra ne yapmalıyım diye düşünmeye başladı. Kafasını yastığa koydu ve uzun uzadıya düşünmeye başladı. Gözkapakları artık günün yorgunluğuna dayanamayıp teslim oldu akşam vaktine. Sımsıkı tuttuğu mektubu dörde katlayıp yastığının altına koydu. Cevap yazmaya korktuğuikinci mektup olmuştu bu. Düşüne düşüne uyumaya başladı. Bıkmıştı artık yüreğine ağır gelen bu gelgitlerin varlığından. Üşendiği için yastığının altına bir kalem koymuştu. İlham geldiği zaman sırtını dayadığı duvara yazacaktı cümleleri. Ve gözkapakları yorgunlukla cebelleşirken aklına gelen o cümleyi yazmaya başladı. “Bir akşam vakti korkum iki üç cümle ile şiddetlendi. Yaşayacaklarımı fehmedemiyor, düşündüklerimi irdeleyemiyordum. Bir tür kolera salgınına yakalanmıştım. Ama bu seferki tam yüreğime bulaşmıştı ve ne yazık ki tedavisi de mümkün değildi. Küçükken âşık olmaktan korkardım, büyüdüm, âşık oldum”. Cümleye nokta koyduğunda günün anına da nokta koymuştu. Gözkapaklarını kapattı. Yarın sabah ilk işi para dilenmek olacaktı. Bu besbelli sırıtıyordu yüzüne.
Bir akşam vakti yastığının altında cevapsız mektupların varlığıyla, zihninde kaldığı muallak düşüncelerle, yoksulluğunu hissederek en önemlisi yaz(a)madığı öykünün akıbetini düşünerek içli içli nefesler ile uykuya daldı.