
KÖPÜK
Sevmek bir hatıranın suda yansımasıdır
Az köpük beyazıyla yüzümüzü güldüren
Ben hiç ona bilerek uzun süre bakmadım
Bilmedim neydi köpük ne yaparsak kaybolur
Kader desek mi yazgı desek mesele
Kalır mı üstümüzde bir yorgunluk lekesi
Sevmek bir hatıranın suda yansımasıdır
Her gören mutluluktan havalara uçuyor
Avuçla taşıyorlar ırmakta akan suyu
(Irmak neden havada bir buluta benzer ki)
Gözlerim bu yüzeyi neden hatırlamıyor?
Giderek kayboluyor ufukta güvençler
Alıp götürüyorlar sarhoş eden kokuyu
Sevmek bir hatıranın suda yansımasıdır
Dehşetle açılıyor kan kırmızısı gözlerim
Ve elmaya lütfedip elma rengini veren
Bir toprağı koklayıp gözümüze sürmüş
İki elim kandanymış ne umurum olacak
Kendime bir avuntu bulacak değilim ya
Bu sevmek ırmağında su gibi kanıyorum
Ercan Sağlam
Yüzeydeki Geçici Işıltının Derin Hafızası
Ercan Sağlam’ın “Köpük” adlı şiiri, ilk bakışta naif ve zarif bir yüzeye sahipmiş gibi görünüyor ama birkaç okumadan sonra kendini daha çok açıyor ve bize sezgisel bir derinlik sunuyor.
Şiir, tematik olarak aşk, hafıza, kaybolma ve su metaforu ekseninde ilerlemiş, ancak burada bahsedilen klasik anlamda “romantik aşk” değil. Daha çok, hatıraların kayganlığıyla, zamanın silici etkisiyle, kendilikle ve algıyla kurulan bir ilişkiyi hissettiriyor.
Şiirin her bölümünün “Sevmek bir hatıranın suda yansımasıdır” dizesiyle başlaması, bir tür ritmik mantra etkisi yaratmış. Bu tekrar, hem okuru bir meditatif döngüye sokuyor hem de şiirin merkezine yerleştirdiği “sevmek” eylemini farklı anlam katmanlarında yeniden düşünmeye zorluyor. Her seferinde aynı cümleyle yola çıkmak, ama farklı bir yere varmak, şiirin sezgisel gücünü ortaya koyuyor.
Bu tekrarları, geleneksel şiirdeki kafiye ve ölçü kavramlarının modern bir izdüşümü olarak okudum ben. Aynı dizeyi tekrarlayarak onun anlamını sabitlemiyor; tersine, her tekrarda biraz daha çözüyor, çoğaltıyor, yeni kapılar açıyor.
Şiirde su metaforu çok boyutlu bir şekilde ele alınmış. Su, yalnızca temizleyici ya da hayat verici bir unsur değil, diyor şair. Su, aynı zamanda belleğin, zamanın ve silinişin sembolüdür diyerek zihnimizi kalıplaşmış tanımlamalardan “su” ile arındırıyor.
Köpük ise suyun en geçici, en narin ve en kaygan halidir ve şair bunu seçerek hem hafızanın yüzeyine hem de aşkın geçiciliğine dikkat çekiyor.
Bu tercihle birlikte su, şiirde hem yansıtan hem yutan bir varlık olarak karşımıza çıkıyor.
“Bilmedim neydi köpük, ne yaparsak kaybolur” dizesiyle, köpüğün özünü değil, yok oluş biçimini kavratmaya çalışmış. Bunu, modern insanın anlamı sabitleyememe haline, şeylerin “ne” olduğuna değil “nasıl yok olduğuna” odaklanmasına bir gönderme olarak okudum ben.
Şiirdeki imgeler duygusal değil, sezgisel bir zeminden doğmuş hissi uyandırdı bende.
Şair, nesnel bir hikaye anlatmıyor, iç dünyasının titreşimlerini dış dünyaya şiir yoluyla yansıtıyor.
“Irmak neden havada bir buluta benzer ki?” dizesi, o kadar etkili ve iç içe geçmiş anlamlar barındırıyor ki tek başına şiir olacak kadar güçlü.
Bu dize, sadece görsel bir gözlemi değil, aynı zamanda fizikötesi bir sorgulamayı da barındırıyor içinde. Bu soru, şiirin hem çocukça masum hem de felsefi ağırlık taşıyan nadir çıkışlarından biri bence. Sağlam’ın diğer şiirlerinde de bu tarz, tek bir dizeyle okura “işte bu” dedirten dizeleri var.
Bu tip dizeler, şiirin derinliği ile sadeliği arasındaki gerilim noktasını oluşturuyor ve okurun zihnini olumlu anlamda yorarak şiirin akışını yormamayı başarıyor.
“Dehşetle açılıyor kan kırmızısı gözlerim” ve “İki elim kandaymış, ne umurum olacak” dizeleri, içsel bir çöküşün ve insanın kendine karşı duyduğu çaresizliğin çok güçlü imgelerle dışavurumu. Şair, bu tür metaforlarla ruhsal dağılmayı köpüğün geçiciliğiyle iç içe geçirmek istemiş ve bunu şair profesyonelliğiyle yapmış.
“Köpük” şiiri, aşkı ne övgüyle kutsamış ne de yok saymış. Şiir boyunca aşkın doğasında bulunan silinmeye, hatıraya, geçiciliğe dikkat çekmiş.
“Bu sevmek ırmağında su gibi kanıyorum” dizesiyle de, aşk iyileşme değil; çözülme, dağılma, belki de bir kaybolma alanı haline geliyor diyerek yine okurun zihnini zorlayacak ifadelerle okura sağlam bir eleştiri alanı bırakmış.
Ben burada “kanamak”ı acının değil, içsel bir geçişin, bir çözülmenin metaforu olarak okudum.
Şiir biçimsel olarak serbest ölçüyle yazılmış ve herhangi bir kafiyeye yaslanmıyor. Bu da şairin anlamı dizeler arasında serbestçe dolaştırmasına olanak tanıyor.
Şiiri zorlayan değil, şiire kendini bırakan bir sesle karşı karşıyayız. Ercan Sağlam’ın diğer şiirlerinde de bu tarzla sıkça karşılaşıyoruz.
Modern şiirin -bence- en önemli özelliklerinden biri olan “sezgiye dayalı çağrışım” burada da oldukça belirgin. Şiir, söylemek istediğini doğrudan vermiyor, anlam, okurun zihninde köpük köpük kabarıyor, sonra da siliniyor.
“Köpük” görünenle kaybolan arasındaki o ince hatta, yani şiirin tam da doğduğu noktaya yaslıyor kendini. Şair, hafızanın güvenilmezliğini köpüğün geçiciliğiyle anlatırken, sevmeyi bir yansıma, bir yanılsama ama aynı zamanda vazgeçilmez bir deneyim olarak göstermekten de geri kalmıyor.
Şiir, duygusal olarak oldukça içe dönük; ancak bu duygu, ajitasyonla ya da dramatik patlamalarla değil, estetik dozajı iyi ayarlanarak verilmiş. Bu da şiiri ağırlaştırmadan derinleştirmiş.
Özellikle şu dizede daha net görüyoruz bunu;
“İki elim kandaymış, ne umurum olacak”
Bu tarz, şiirin dramatik dozunu kontrollü bir şekilde yükseltmiş. Okuru sarsmak için bağırmıyor, ama dokunduğu yerde iz bırakıyor.
Ve son olarak, “Köpük” sadece bir aşk şiiri değil, aynı zamanda unutma, hatırlama ve kaybolma üzerine yazılmış melankolik bir poetika örneği.
Ve şiirin asıl gücü, tıpkı köpük gibi, kalıcı olmamasında değil, dokunduğu her yere bir iz bırakabilmesindedir.
*
Süreyya Şahin
