FİŞİ ÇEKİLEN TRAVMA

  “Hocam! Hasta, odasında hazır, sizi bekliyoruz.”

Esma hemşirenin seslenişiyle birlikte geçmişin dalgınlığından sıyrılıp “Tamam Esma Hanım, geliyorum şimdi.” dedim. Uzun bir yolculuğun çöken ağırlığı var gibiydi üstümde. Odamın caddeye bakan penceresinden dışarıyı izlerken her gün gözüme takılan trafiğin karmaşasını değil de ilk gençliğimin tatsız anılarını görüyordum sadece.  Pencereden önüme bir ekran açılmış ve çoktan geride kalmış yaşanmışlığımı yeniden izliyordum. Sanki aynı sıkıntıyı az önce yaşamışım gibi iliklerime kadar hissettim yine, deşilmemesi gereken bir yaranın kanırtılması nasıl acı verirse öyle ıstıraplıydı. Çok şükür Esma hemşire tam zamanında çağırdı da beni bu sıkıntıdan kurtardı. Kafamda çarpışan onca düşünceyi masanın çekmecesine kaldırıp yavaşça kalktım. Odadan çıktığımda Esma hemşirenin de beni kapının önünde beklediğini gördüm. Çıkışımı belli belirsiz bir gülümsemeyle karşıladı.

“Hastanın yakınları da geliyorlar mı Esma Hanım?” diye sordum.

“Yok Hocam. O anda, orada bulunmak istemediler. Bekleme salonunda olacaklarını söylediler.” diye cevapladı, yüzünde üzgün bir ifadeyle.

“Peki!” deyip derin bir iç çektim, “Ben tek başıma gideceğim, siz odanızda bekleyin isterseniz, ben size haber veririm.” dedikten sonra Esma hemşireyi şaşkınlığıyla baş başa bırakıp hastanın odasına çıkan asansörlere doğru yürümeye başladım.

Hasta iki gün önce gelmişti hastaneye. Trafik kazası geçirmiş ve emniyet kemeri takılı olmadığı için aracın ön camından yola fırlamıştı. Ambulansla acile gelen hastayı ivedilikle ameliyata almışlar ve yapılan tüm müdahalelerden sonra yoğun bakıma kaldırmışlardı. Durumu ümitsiz olan hastanın yoğun bakımda beyin ölümü gerçekleşmişti. Büyük hasar almış olan beyin, artık organlara hükmedemediği için cihaza bağlıydı. Hastanın bütün refleksleri tükenmiş, artık yaşama ümidi kalmamıştı. Kısacası dönülmez akşamın ufkunda kendine yazılmış sonu bekliyordu. Hastanın yakınlarına gerekli bilgileri verdikten sonra birinci derece akrabalarından iki kişinin odama gelmesini söyledim. Odamın kapısı çalınıp da ben “Gel! ” dedikten sonra hastanın kızıyla oğlu bitkin bir halde girdiler içeriye. Onlar gelene kadar dosyasını incelediğim hastanın ismi tanıdık geldiğinden babalarının öğretmen olup olmadığını sordum onlara ilkin. Doğruydu. Dosyadaki ismi tanımış ve benim eski öğretmenim olduğunu tahmin etmiştim. İki kardeşe de izah ettim. Hastanın eski bir öğrencisi olduğumu, çok üzüldüğümü ve maalesef artık yapılacak bir şey olmadığı için bağlı olduğu makinenin fişinin çekilmesi gerektiğini anlattım uzun uzun. Zaten çok üzgün olan iki kardeş birbirlerine sıkıca sarılarak ağlamaya başladılar. Özellikle kızı içini çekerek ve hıçkıra hıçkıra ağlıyor, erkek kardeşiyse kendi üzgünlüğünü bir kenara bırakıp kardeşini teselli etmeye çabalıyordu. Kendilerini biraz toparladıktan sonra ayağa kalkıp benimle tokalaşırken emeklerimiz için çok teşekkür ettiklerini söylediler. Ben de üzgünlüğümü ifade ederek sabırlar diledim onlara. Odadan dağılmış bir halde çıkmalarının ardından ben de derin bir huzursuzluk hissettim. Tekrar hasta dosyasına çevrilen gözüm hastanın ismine takıldı: İsmet Bodur.

            Bu daldığım düşüncelerden beni çekip çıkaran, gelen asansörün kapı sesi oldu. Asansöre bindikten sonra dördüncü katın düğmesine bastım. Hayat, dedim, ne kadar da garip. İnsan nerede, ne zaman, neyle karşılaşacağını kestiremiyor hiç. Yine asansörün kapı açılma sesiyle geldim kendime. Hastanın odasına giden koridora yöneldiğimde sanki upuzun bir yolmuş da hiç bitmeyecekmiş gibi göründü gözüme. Kafamın içinde Aşık Veysel’in ‘uzun ince bir yoldayım’ türküsü çalınmaya başladı. Koridor giderek daralıyor ve ruhumu bir mengene gibi sıkıştırıyordu adeta. Ağır adımlarla hastanın odasına doğru ilerlerken şu anda fişinin çekilmesi için beni bekleyen öğretmenim İsmet Bodur’la olan anım bir film şeridi gibi geçiyordu gözümün önünden.

            Doksan dokuz kışıydı. Edebiyat dersinden yazılı yapmış ve sınıfta bu sınav sorularının cevapları üzerine istişare ediyorduk. Birden “Edem kimdi arkadaşlar?” diye bir soru yöneltti sınıfa İsmet Hoca. Herkes anlam ararcasına birbirine boş boş bakmaya başladı. Kafalar sağa sola çevrilip de meseleyi anlamaya çalışırken “117 numara kim?” diye sordu bu sefer. Parmağımı kaldırdıktan sonra, gülümsedi. Yüzündeki alaycı sırıtışı şöyle bir sınıfın içinde gezdirdikten sonra da “Evladım! Sen ismini yazmayı mı bilmiyorsun?” diyerek kahkaha atmaya başladı. Donup kalmıştım. Birkaç iyi arkadaşım dışında herkes gülüyordu. Özellikle aramın limoni olduğu birkaç çocuk da bu durumdan oldukça keyif aldıklarını abartılı kahkahalarıyla belli etmişlerdi. Kulaklarıma kadar hissettiğim ateşi hâlâ dün gibi hatırlarım. Mahcup olmuştum. Daha doğrusu utanmış, sınıfın ortasında böyle rencide edilmekten dolayı büyük bir öfke dolmuştu içime.

            “Hocam!” dedim, öfkemi dizginlemeye çalışarak “Hızlı yazmaya çalışırken atlamışım bir harfi, hem…”

            “Tamam, kes!” dedi İsmet Hoca, anlam veremediğim bir tiksintiyle. “Bir de bir şeyler yazdığını söylüyorsun, oysa daha adını bile doğru düzgün şu kağıda yazamıyorsun. Edebiyata ne kazandırabilirsin ki sen?” diyerek sanki bir hıncı boşaltıyordu üstüme. Evet, o yıllarda kendimce öyküler ve şiirler yazmaya gayret ediyor ve ehil olduğunu düşündüğüm için İsmet Hoca’ya okuyup yorum yapması için gösteriyordum. Ama böyle sınıfın ortasında beni rencide edip değersizleştireceğini hiç düşünmemiştim.

            “Bir de edebiyat yazacağın yere ‘ebediyat’ yazmışsın. Ebedi yatmayı falan düşünüyorsun herhalde. Yan gelip yatmak iyi değil evladım.Yok, diyorsan ki benden olmaz. Bırak okulu, sıraları işgal etme.” dedikten sonra söylemiş olduğu bu üçüncü kalite benzetmelerin sınıfta nasıl bir etki bıraktığını gözlemlerken aramın olmadığı o birkaç çocuğun yeniden abartılı gülmeleri sanki öğretmeni de keyiflendirmişti.

            “Hayır, hocam! Dediğim gibi ben…” cümlemi tamamlayamadan hiç konuşmadan bir el hareketiyle susmamı istedi ve beni yok sayarak sıradaki öğrencinin kâğıdını incelemeye başladılar.

            Yüzümü görmüyordum ama yüzümün tahminimce kıpkırmızı olduğunu hissedebiliyordum. Bu olay, aramın bozuk olduğu o birkaç kişinin üstüme cesaretle gelmesine sebep olduğu için onlarla girdiğim kavgalardan dolayı disiplin cezası aldım. Tabi bu durum o dönemlerde ailemle ilişkime de oldukça zarar verdi. O zamanlar o kadar bunalmıştım ki okulu bırakmaya karar verdiğimde beni dizginleyen başka bir öğretmenim oldu. Matematik öğretmenim nedenini sorup da meseleyi öğrendiğinde bana tek bir cümle söyledi; “İnsan neden, nadan beyinlerin kendini köreltmesine izin verir ki? Bunu yaparsan onların umurunda bile olmaz. Sen ancak kendine zarar verirsin.”

            Sonra çok çabaladım, azimle mücadele ettim. Ve o günden sonra matematik öğretmenim Sadık Hikmet’i hiç unutmadım. Kolay olmadı tabi. İsmet Hoca’nın o gün yaptıklarından sonra birçok uzmandan yardım aldım. Çünkü bir ortamda eğer orada bulunan üç-beş kişiden daha farklı bir düşünceye sahipsem her an fikrime katılmayan herkes benimle dalga geçecekmiş hissine kapılıyordum. Bu nedenle düşüncelerimi ifade edemez olmuştum. Sonra sonra atlatmayı başardım tabi. Fakat bir daha hiç şiir ya da öykü yazmadım. O konuda pişmanlığım hep vardır. Keşke ona küsmeseydim. Neyse, geldi geçti artık!

            Gittikçe daralan koridordan İsmet Hoca’nın odasına giderken yeniden yaşadım tüm geçmişi. Durdum. Kader, dedim. 117 Erdem Toköz, üstelik “r” harfi unutulmamış olarak, 117 numaralı hasta odasının kapısından girip baktım İsmet Hoca’ya. Bilinçsiz bir şekilde uzanmış, öylece makinenin tiz seslerini duymaksızın yatıyordu. Ağır adımlarla hastanın başucuna kadar ilerledim. Dünyaya irtibatı sadece şu makineye bağlı olan hastanın yüzüne eğildim son kez. İçimde hiçbir duygunun kımıldamadığını fark ettim.

            “Ee!” dedim derin bir iç çekişle “İsmet Bodur, buraya kadarmış demek ki…” diyerek makinenin düğmesini kapatırken içimde büyük bir hazzı duyumsadığımı fark ettim. Merhametsiz bir insan değilim ama burada bir insanın ya da eski öğretmenimin değil, bir travmanın fişini çekmiş olmanın keyfi dolaşıyordu damarlarımda.

*

Onur Arif Solak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pendik Escort Bayan Maltepe Escort Bayan Kartal Escort Bayan Kadıköy Escort Bayan Ataşehir Escort Bayan Ümraniye Escort Bayan Anadolu Yakası Escort Bayan Şişli Escort Bayan Mecidiyeköy Escort Bayan Taksim Escort Bayan Beşiktaş Escort Bayan Ataköy Escort Bayan Bakırköy Escort Bayan Bahçeşehir Escort Bayan Avcılar Escort Bayan Beylikdüzü Escort Bayan Şirinevler Escort Bayan İstanbul Escort Bayan Avrupa Yakası Escort Bayan
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram