– GÜLÇİN YAĞMUR AKBULUT
Dakikalar sonra ilk duruşmama girecektim. Petunyaların açma vakti gelmişti. Eski bir sandal yaklaştı ömrümün kıyılarına.
Hayatın heybemde biriktirdiği bütün kederleri, yoksulluğu, kimsesizliği bu sandala yükleyip okyanusun en derin noktasında hızlıca batırıyorum. Kınından çıkardığım mutlulukları gökyüzüne dağıtıyorum usulca. Gökkuşağındaki renkleri azat ediyor, kuşların kanadına dokunuyorum. Başımı göğe doğru çevirdiğimde yıldızların arasından Bulut’un bana gülümseyen gözlerini görüyorum.
Zirvedeyim. Düşler kompartımanındaki yolculuğum bitti. Yeniden filizleniyor salkım saçak dallarım. Bütün karanlıkların üzerini kalın bir şilteyle kapattım. Güneşe araladım hüzün kurusu pencerelerimi. Alnımda babamın boncuk boncuk alın teri… Saatin yelkovanı aydınlığa çeviriyor günlerin kuytusunu.
”Zaman sana akıyor Güleyya”.
İvecen bir denizin dalgaları gibi coşkuluyum. Tırısa kalkmış ölüm kafesini, en kalın halatlarla bağlayıp derin kuyulara hapsetmek istiyorum. Bütün acı gülüşlerini söküp atmak, kahkahalara boğmak istiyorum insanoğlunu. Dilimde yeni bir şafak ezgisi… Turnaların kanadına takılıp gidiyorum. Yüksek dağlar kadar ayaktayım artık. Kaç defa yanıp söndü kazdığım tüneldeki şamdanların ışığı, kaç defa yeniden tutuşturdum ufacık bir kıvılcım ateşini.
Kötülüğün ambarını adalet kırlarından topladığım kelimelerle ateşe vereceğim. Doğruluğun mahzenini beyaz kâğıtların diliyle aydınlatacağım. İçimde tarifi imkânsız bir heyecan, dolunayı ışıtacak kadar uzun kolları olan bir mutluluk… Güneşli bir asumana doğru koşuyorum.
Bulut’un omurgasından yaşamı söküp alan ölüm, beni bir şehrinden başka bir şehrine taşımıştı. En büyük hayalim olan Bilgisayar Mühendisliğini hiç tereddüt etmeden bırakıp Hukuk Fakültesine başlamıştım. Bulut, kalleş bir kurşunun hedefi olup kanlı bedeniyle göğsümün üstüme devrilirken, henüz Bilgisayar Mühendisliğinin birinci sınıfında okuyorduk. Canımı en çok acıtan şey ise Bulut’u daha taze bir gül yaprağıyken hayattan söküp alan magandanın, kaza sonucu ölüme sebebiyet verme gerekçesiyle az bir ceza olmasıydı. Düğün, dernek adı altında yapılan sevinme eylemi ile insafsızca canını almışlardı Bulut’un. Ardında yüreğini sahralarda çürüten bir anne ve gözü yaşlı Güleyya. Acılı Güleyya, Hakim Güleyya.
“Sancımın coğrafyası Güleyya”
Kendi oğlunu evlendirip yuva kurmanın derdinde olan bir baba; bir başkasının evladını, babasının gövdesinden söküp almıştı zevki için sıktığı bir kurşunla. Kırık cam parçaları gibi dağılmıştı Bulut’un gidişiyle ihtiyar anası. Evladını okutmak için yıllarca küfe taşımaktan omuzları çöken babası ise yıkılmıştı. Ve de Güleyya… Zavallı Güleyya…Kederin zindanına sürgün yemişti Güleyya.
“Sevdanın yaraları sağalmaktan uzak” Güleyya …
Aradan geçen altı yıl içimdeki ateşi söndürmemiş, her geçen gün daha da alevlendirmişti. Zamanı gelmişti. Birazdan zalimlere, suçlulara cezasını vermek; günahsız insanların hakkını savunmak için yargıç olarak yürüttüğüm ilk davamın hükmünü verecektim. Haksızlığın karşısında, adaleti dağıttığım her davada kalemi kırarken Bulut’un intikamını almış olacaktım.
Göğsüm, kelebeklerle dolu. Fenersiz sokaklarım hareli. Okyanusun kollarında doğruluğun küreklerini çeken pervasız bir sandalım. Avuçların, avuçlarım arasında yürürken tüm dünyaya barışı dağıtacağım, sevgiyi işleyeceğim ilmik ilmik çocukların bakışlarına. İnsanlığın düşleri arasından kardeşliği geçireceğim. Öfkenin baş gösterdiği yüreklerde dostluğu uyandıracağım.
Gözün arkada kalmasın; nefretle değil, şefkatle yeneceğim yeryüzünün kötülüklerini. Görevim bitince huzur adına; yanına geleceğim sevdiğim. O zamana kadar sakın beni unutma.
Ben kara gözlü Güleyya’n.