HUZUR YA DA ORTA YAŞ GÜNCESİ

 – GÜLÇİN YAĞMUR AKBULUT

*

                                                                                                                                     14 Haziran 2017

Dinginliğine ermiş hayatımın yaprakları, dolaştığım gül bahçesinde dinleniyordu. Gençliğin silüeti, gökyüzünün ekranından tebessüme dururken temkinli ve kendinden emin bir yaşlılık, “Merhaba Dilbeste! Hoş geldin.” diye karşılıyor, ömür bahçesinin başköşesinde yer gösteriyordu bana. Ne de güzel bir huzur, fırtınalı bir gencelme döneminden sonra, erdemli bir olgunluğun kolları arasında soluklanmak.

Yürümeye henüz başlamış olan bir bebeğin yabanıl hamleleriyle yorulurken, ergin bir çınarın altında rüzgârın serinliğiyle dinlenmek bambaşka bir zevk veriyor.

Akşam çayını yudumlarken gün batımını huşu içinde seyre dalıyorum. Kırlangıçların danslarını izleyerek uyanıyorum güneşli sabahlara.

Buruşmuş tenimin atlasına, varsın eskisi gibi gülümsemesin aynalar. Öykü kitaplarını okurken kalın camlı bir çerçeve geçmiş olsun gözlerimin merkezine. İçime bağırdığım yıllar, yalnız bir dağın eteklerinde senelerin tenhalığını yaşıyor. Suyun akışındaki sadelikle iniyor şafak, penceremin pervazına.

Kararsızlığını yaşamıyorum mavi ya da kırmızı elbise giymenin. Duru, gösterişsiz bir kıyafetle çıkıyorum evden. Siyah zeytin ve örgü peyniri almak için marketin yollarına düşüyorum. Belki önceden olduğu kadar hızlı yürüyemiyorum. Lakin ne büyük bir mutluluk ki kuşların dilini öğreniyor, kaldırım taşlarını usul usul adımlarken çiçeklerin selamını alıyorum. 

Bir değirmenin buğdayı öğütmesini izliyor, örümceğin ağlarını örmesine dalıyorum. Taşkın bir ırmağın akağıyla dertleşiyor, limandan kalkan yolcu gemilerine el sallıyorum. Kış günleri ekmek ısıtıyorum sobanın üzerinde. Penceremin pervazına dökülen yaprakları seyre dalıp uzun uzun şiirler yazıyorum tabiat anaya.

Semt pazarına gidiyorum. Soğan ve patates alırken kalıcı dostluklar kuruyorum satıcılarla. Daha sık hastalanıyorum ama naneli limon içmenin ilaçlardan daha faydalı olduğunu öğretiyorum. Gençliğimde yaptığım birçok hatayı yapmıyorum. Erken karar vermiyor, hayatımı yaşarken aceleci davranmıyorum mesela. Öfkelenen bir insana, önyargıyla yaklaşmak yerine, sinirlenmesinin sebeplerini ortadan kaldırmaya özen gösteriyorum.

İyisiyle, kötüsüyle seviyorum artık insanları. Daha sağlıklı duygudaşlık kuruyor; ben de dâhil kimsenin hatasız olmadığını, hatasız kul arayanın dostsuz kalacağını iyi biliyorum. Çocuklara balon almanın sevincini yaşıyor, sokak hayvanlarını doyurmanın hazzını hissediyorum.

Bir zamanlar sesinden bıktığım telefonun dört gözle çalmasını bekliyorum. Evimin yamacında bulunan tren istasyonuna gidiyor, vagonların raylardan çığlık çığlığa kayışını izliyorum. Hasretle sarılan sevgililerin gözlerindeki menevişli ışıkları yakalıyorum.

Elbette romatizmalarım daha çok azıyor ve daha çabuk yoruluyorum bulaşıkları yıkarken. Fakat yorulunca dinlenecek vaktim olduğunu biliyor, küçük soğuk algınlıklarında yaşamanın ne büyük bir servet olduğunu daha iyi anlıyorum.

Gençliğimde heder ettiğim zamanımın her dirhemini hücrelerimde hissederek yaşıyorum. Mademki ölüme gittikçe yaklaşıyorum, aldığım her nefesi ciğerlerimin en kuytu köşelerine çekmeliyim. Hayatın kahrıyla da saadetiyle de çok güzel olduğunu, toprağın üstünün altından daha güneşli olduğunu bildiğimden kalan vaktimi ayakta geçirmeye çalışıyorum. Daha az uyuyarak dünyanın bütün güzelliklerini usulca solumaya çalışıyorum.

                                                                                      

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Facebook
Twitter
YouTube
Instagram