– RECEP ŞEN
*
İstanbul yeryüzünün en büyüleyici, en ruhani,en güzel şehirlerinden bir tanesi. Dünyanın gözbebeği.Tarihi serencamına baktığımızda insanlığın şahit olduğu birçok önemli hadise burada cereyan etmiştir. Onun içindir ki, bu şehir sinesinde birçok sembol yapıyı barındırır. İstanbul bu sembol yapılarla İstanbul’dur. Ayasofya, Süleymaniye, Topkapı Sarayı, Galata Kulesi, Kız Kulesi,tarihe şahitlik eden surlar ve daha niceleri… Bu şehrin siluetine renk ve anlam katan abide eserlerdir bunlar ve aynı zamanda da hepsi bir aşkın meyvesidir. Haliyle bu eserlerle birlikte birçok hikâye ve efsane de dilden dile anlatıla gelmiş, kitaplarda kayıt altına alınarak günümüze kadar ulaşmıştır. Kız Kulesi ile Galata Kulesi’nin efsanevi aşkları da bunlardan bir tanesidir. Bu şehre gönül verenlere, sevginin gücüne inananlara ilham kaynağı olmuştur bu güzel aşk hikâyesi. Belki bir kısmımız,“Binaların da aşkı olur muymuş canım, bu da nereden çıktı şimdi?” diyebilir. Mümkündür efendim, aşk söz konusu olduğunda her şey mümkündür. Fatih’in gönlündeki aşk değil midir alınamaz denilen Kostantinapolis’i saadet ve eminlik yurdu İstanbul yapan? Fatih, İstanbul’a âşık bir yiğit, İstanbul ise asırlar ötesinden onu bekleyen dünyalar güzeli nazlı bir ceylandı.
Bir ikindi serinliğinde Salacak sahilinde oturup Kız Kulesi’ni dinleyenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Koskoca kâinatın ortasında oturan bir münzevi dervişin kutlu yalnızlığı gibi o da deryanın tam ortasında oturur insanı büyüleyenbütün güzelliği ve zarafetiyle. Alımlı, sevdalı, ulaşılamaz, yalnız bir kuledir Kız kulesi. İstanbul’un,İstanbul kadar güzel, uyuyan narin prensesi… Herkes onun güzelliğine hayran, o ise gönlünü çalanbir yiğide…
Tarih boyunca nice aşklara şahitlik etmiştir Kız Kulesi. Kendisi de imkansız bir aşka tutulmuş, sevdiğine kavuşamamıştır. Onun için gamlı, yalnız ve sevdalıdır. Sahilde oturup çayını yudumlarken onu seyreden âşıklar dışında acaba kaç kişi farkındadır bu anlamlı yalnızlığın veya karşı yakada bulunan Galata Kulesi’ne olan derin aşkının?
Hep dağlar engel olmaz ya âşıkların vuslatına, bazen de engin denizler keser bu vuslatın önünü. Kız Kulesi’nin başına gelen de budur işte. Milattan önce 5. yüzyılda yapıldığı günden beri denizin ortasındaki yalnızlığı sürmüş, kendi dünyasına çekilmiş, dalgaların sesiniduyamaz, martıların şarkılarına eşlik edemez olmuş.İlk günlerdeki yaşama sevincini kaybetmiş bizim Kız Kulesi. Sahildeki âşıkları izledikçe,kendisini içine düştüğü yalnızlıktan kurtaracak gönlünün sahibini arar dururmuş. Savaşlar görmüş, yangınlar görmüş,depremler görmüş, sert rüzgârlar dövmüş bağrını…Tarihin akışını izlemiş bu soğuk sularda. Yanmış, yıkılmış, yıpranmış ama bu yaşadığı gönül ağrısı hepsinden daha betermiş.
Bir gün karşı kıyıda yetmiş metre boyunda bütün heybeti ve cazibesiyle Galata Kulesi yükselmiş ve olan işte o anda olmuş. Bizim Kız Kulesi’nin hayatı değişmiş, âşık olmuş gözlerinin önünde İstanbul’a hâkim tavrıyla yükselen bu yakışıklı bıçkın kuleye. Yeniden doğmuş sanki gönlünde yeşeren bu aşkla, yeniden inşa edilmiş… Hani Galata Kulesi de boş değilmiş ona karşı, o da binaların arasından yükselip İstanbul’u temaşa eyleyince ilk Kız Kulesi’ni görmüş vederyanın ortasındaki bu nadide güzelliğe kaptırmış gönlünü. Çaresiz bir deli âşıkmış Galata Kulesi de anlayacağınız. İşte o gün bugün bu aşk anlatılır olmuş asırlarca dilden dile. Lakin bir türlü iki âşığın vuslatı mümkün olmamış, yüz yüze gelip de birbirlerine duygularını ifade edememişler. Çünkü aralarında koskocaman, derin mi derin bir Marmara Deniz’i varmış. Kız Kulesi solup sararmış bu aşk ile. Acaba Galata Kulesi de kendisini seviyor mu diye düşünmüş durmuş asırlar boyu. Karşıdan onun bu perişan halini gören Galata Kulesi de sevdiğine kavuşamamanın, günden güne sararan yüzüne derman olamamanın üzüntüsüyle kendini yiyip bitirecek hale gelmiş. Duygularını şiirlerle ifade etmiş, meramını mektuplara yazmış. Sayfalar çoğalmış da çoğalmış. Bunları sevdiğine nasıl ulaştıracağını kara kara düşünür olmuş.
Gel zaman git zaman kendisi gibi bir çılgın çıkmış ortaya. O da uçmaya âşık çılgın bir maceracı imiş. Hezarfan Ahmet Çelebi imiş bu çılgın maceracının adı. Galata’dan Üsküdar’a uçmak niyetindeymiş, bu niyetle bütün hazırlıklarını tamamlamış hatta Okmeydanı’ndabir uçuş denemesi bile yapmışve bir gün çıkmış bizim Galata Kulesi’nin en tepesine. Galata Kulesi de gün bugündür deyip içindeki derdi açmış Hezarfan’a. Hezarfan dinlemiş ve acımış bu iki âşığa. Mektuplarla şiirleri Kız Kulesi’ne götürmeye razı olmuş. Galata Kulesi, belki ulaştırırım diye yıllardır sevdiği için yazdığı mektupları ve şiirleri toplayıp bir çantaya koymuş ve Hezarfan’a vermiş. Hezarfan, Galata Kulesi’nden karşı kıyıya uçmak üzere kanatlanmış. Kanatlanmış kanatlanmasına da çıkan aşırı rüzgâr ve hava muhalefetiyle Galata Kulesi’nin mektuplarını ve şiirlerini denize düşürmüş. Olan biteni seyreden Kız Kulesi rüzgârda savrulan kâğıtların sevgilisinin kendine yazdığı mektuplar olduğunu anlamış ve yüzünde gülücükler açmış, neşelenmiş.“Demek ki onun da bağrımda tutuşan bu aşktan haberi var,o da bana âşık!” diye düşünmüş. Yüzünde eski halinden eser kalmamış. Anlamış ki, Galata Kulesi de onu seviyor.
Sevgilisine yazdığı mektupların ve şiirlerin havada uçuştuğunu gören Galata Kulesi, bu duruma ilk başta çok üzülmüş. Sonra bir de ne görsün denizin dalgaları ve İstanbul’un deniz kuşları sevgilisine yazdığı şiirleri ve mektupları onun ellerine bırakıyor. Artık bundan sonra İstanbul’un kuşları bu iki sevgilinin birbirlerine yazdığı aşk dolu mektupları, şiirleri, şarkıları getirip götürmüşler bir kuleden diğer kuleye. O günden bugüne bu aşk böyle sürmüş gelmiş. En çok da bu koca şehrin uykuya vardığı anları, ıssız geceleri tercih etmişler sevgi dolu sözcükleriuzaktan da olsa birbirlerine fısıldayabilmek için. İstanbul’un birbirine kavuşamayan bu iki çaresiz aşığı, ne denizler ne de martılar duysun istermiş konuşmalarını.Asırlardır kavuşamadıkları için dillere destan bir aşk çıkmış ortaya tıpkı Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Yusuf ile Züleyha gibi. Yani kavuşamasalar da aşka âşık olmayı, aşklarına sadık kalmayı bilmiş bu iki kule.
Kız Kulesi, bir Osmanlı hanımefendisi gibi mehtaplı gecelerde ayın ziyasınıkıskandıran ışıltısıyla kimseciklere duyurmadan hasret şarkıları fısıldarmışkendi kendine. Rüzgâr daondan habersiz bu şarkıları alıp götürürmüş bıçkın delikanlı Galata Kulesi’nin kulağına. Sevdiğinin kokusu ve sesiymiş gecesine misafir olan, gönlünü mest eden. Sabah olduğunda güneşin ilk ışıklarıyla uykulu gözlerini açarmış Kız Kulesi, saçlarını tarar, zarif ve ince boyuyla Boğaz’da arz-ı endam eder, aklını başından alırmış Galata Kulesi’nin. Aşk, sevdaların en karası, kıyısız bir denizdir onun için. Artık her nereye baksa Kız Kulesi’ni görür. Kız Kulesi de sanki bir haber bekler balıklardan, martılardan, balıkçı teknelerinden, belki de bir mektup… Yüreğinin sesini Boğaz’ın mavi sularında yüzen balıklarla paylaşır bazen. Bazen de martılarla dertleşir yalnızlığın ortasındaki bu güzel.
İstanbul, vuslatı değil de sevgilinin yolunda olmayı, onun aşkıyla ömür sürmeyi, her dem arayış içinde olmayı saadet bilen gönlü güzel insanların şehridir.Bu insanların güzelliğidir mekânlarına sinen. Ne yol biter ne de aşığın arayışı bu güzel şehirde, aşkın başkentinde. Efsaneler, hikâyeler biraz hüzün, biraz da neşe rüzgârı ile sokak sokak dolaşır, gönüllerin telini titretir.Bu şehir aşkla kaimdir yeryüzünde. Ayasofya’nın minarelerinden okunan ezanlarlaTopkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler Dairesi’nde tilavet edilen Kur’anlar bu ebedi aşkın ifadesidir.
Hoş zarafetiyle masmavi Boğaz’ın sularında asırlardır nazlı bir gelin gibi arzı endam eden, seyrine doyulmayan Kız Kulesi ile şehrin en güzel tepelerinden birinde yükselen, yolu düşen herkesi heybetiyle kendisine hayran bırakan Galata Kulesi ve onların efsanevi aşkı, ne güzel yakışır yedi tepeli bu asil ve güzel şehre. Onlar olmazsa bu şehrin bir yanı eksiktir sanki. Her ne kadar birbirlerinden uzakta olsalar da aşklarının pırıltısıdır bu iki aşığı her gece birbirlerinin varlığından haberdar eden, birbirlerine güvenle bağlayan. Aşktır karanlık gecelerini aydınlatan… Aşkın kendi varlığındaki güzellik bulaşmış bu iki âşığa ve aşkın rengine boyanmışlar. Bu aşkla güzelleşmişler, İstanbul’un gözlerde ve gönüllerde yaşayan iki güzel simgesi olmuşlar.