– GÜLÇİN YAĞMUR AKBULUT
*
Salon, mutfak benimle beraber dolaşıyor. Aynı koridorları adımlıyor, sabah akşam aynı gemide yol alıyoruz. Bir yaprağın dikenleri arasına işlemiş yaraların sabırla iyileşmesini izliyoruz. Üşümüyor yalnızlığım. Yanımda kaktüs çiçeği…
Dün komşum kahve içmeye uğramıştı. Bir önceki gün bir akrabam ziyarete gelmişti.Baştan ayağa kırk kez süzüp kırk bahane buldular. İğneleyici, incitici, sivri dilleriyle…Kendisi gibi adı da itici… Uğursuzluk simgesi… Ama o öyle değil, adı kaktüs; içi pamuk.
Oysa bilmezlerdi ki yeryüzündeki en dayanıklı bitki türlerinden biridir. Her türlü hava şartlarında yaşama direnir. Tıpkı yaralara direnmek zorunda kalan insanlar gibi. Yeri gelir ateşe de kafa tutar, buza da söz geçirir. Çalıntı edaları yoktur. Farklı göstermeye çalışmaz kendini. Nerede başlıyorsa mutluluğu, orada bitirir aynaların hüzünlü sesini. Güneşi sever kaktüs çiçeği.
Hem çiçekleri de vardır. Mavi, pembe,kırmızı… Sayısız çaltıların arasından sıyrılıp burcu burcu yayılır etrafa ferahlatan kokusu. Dikenlerin arasından illaki bir yol bulur kendine. Umudunu yitirmez, inatçı ve dirençlidir. Bu yüzden de örnek alırım kendime.
Vefakâr bir dosttur. Yağmur, soğuk dinlemez. Sıcak,kurak demez. İçinde bulunduğu duruma mutlak surette ayak uydurur. Yalnızlığın değil, paylaşmanın bitkisidir. Yokluğun biriktiği saatlerde bütün eski albümleri kapatır. Yepyeni alfabeler açar önünüzde.
Hayatın günlük güneşlik olduğu kadar sarp ve yokuşlu olduğunu da anlatır size. Batan dikenleriyle ne kadar canınızı acıtmış olsa da zorluklara karşı güçlü kılmaya alıştırır sizi. Hayallerle değil gerçeklerle sürdürmenizi öğretir yaşamınızı. Yaldızlı bahanelerle avutmaya çalışmaz gönlünüzü.
Dağlardan kopup gelen esintilerle çıkar bazen karşınıza. Denizden çıkmış bir avuç mavi ümit dağıtır bazen de evinizin her köşesine. Çocukluğunuzdan kalan tahta bir salıncak kurar düşlerinize. Bütün dünyayı dolaşmanızı sağlar. Asya, Afrika, Antarktika… Bir bakmışsınız seyyah olmuş kaktüs çiçeği.
Bir sabah uyandığınızda neşeli türküler mırıldanırsınız onu görünce. Göğsünüzde uçuşan kelebeklerle hayata başkaldırmışsınız sevgi kokan bir şiirle. Rengârenk çiçek bahçeleri açılıverir odanızın balkonla kesiştiği boş bir eşikte.
En uzaklar vuslat olur bir tomurcuğunun gülümsemesiyle. Bazen tutkulu bir sevgili, bazen şefkatli bir anne sesi… Yitik bir mektuptan müjdeler getirir size. Gökkuşağının alacasından ebruli hülyalar serpiştirir uykunuzun üzerinize.
Binbir derde devası vardır. Sinsice vücudunuzu ele geçiren kanserden tutun, diyabet, kolesterol gibi birçok düşmanınıza siperdir dikenli deyip te bertaraf ettiğiniz kaktüs çiçeği. Beyin hastalıklarında bir aslan gibi kükrer marazanın üzerine; fırtına olup eser, silip süpürür size verdiği ziyanları.
Görselliği mi ürkütüyor sizleri? Ürkütmesin. Tıpkı insanlara bakışımız gibi baktığımızda görürüz içindeki güzelliği. Albenisinin arkasında ne çiyanlar vardır çünkü insanların. Ya da itici görüntüsünün ardında ne melekler gizlidir. İşte kaktüs çiçeği de tıpkı böyledir. Dışı diken, içi pamuk.
Doğmamış çocuğumdur benim. Kavuşamadığım sevgili. En vefalı dostum. Anne gibi merhametli, baba kadar heybetli… Sabah gözümü açtığım gün aydınlığı, akşam gözümü kapattığım dingin huzur, meskûn karanlık… Asırlık alfabedir bana. Ağladığım, güldüğüm; sevincim ve de üzüntüm. Balkondan balkona selam veren komşum… Bayramdan bayrama aklına düştüğüm akrabam… Anlatabildim mi bilmiyorum ama işte bu nedenle kaktüs çiçeği…