– FİLİZ KALKIŞIM ÇOLAK
*
kına yakıyor semalarına akçakale’nin gün nazı
kızıl yemişlerinden fışkırıyor koyun eteklerine
tan alımın pembe dudakları
çamlık yamaçlarının düzlerinde soluklanıyor
kırlangıç ötüşleri
yüreğimin tekleyen sesinde
mızıkasını üflüyor denizin aylak kızı
iklim tutulmalarının aykırı solfejine
taşlıkta bir sabah çay molasında
tüterken efkara ufkumun bacası
taş sektirmece oynadığımız haylazlıklarımızdan geçiyor
çocukluğumun ladin kokulu yalı sokağı
ah benim kara amber gençliğimin
tutuklu ayaz sırtları
hırçın sabahların
kıyılara sığmayan öfkesinde
salacık’a kafa tutan küstahlığımız
tırnakları kızarırdı güvercinlerin
tırmıkları batardı gurubun lerzan utancına
biz seninle ayrı koylarda
hatırlar mısın barakada temel reis’in asiye’yi mırıldanışını
ağ onarırken
“oy asiye asiye tütün koydum kesiye
anan seni veriyi da bir demet pırasiye”
arka tarafta kahkahalarımıza kulağından yakalanmışlığımızı
sıtma ağacına tırmanan korkumuzu
yosun kokusuna karışan
çekme tütün ağırlığının
isli gürgen duvarlarının
üzerimizde gezinirken ihtiyar gözleri
ağların altındaki kanaviçe örtülü sandığı aralayışımızı
sızısı halâ şuramda köz köz
muallâ’dan gelen ucu tutuşturulmuş son mektuptu temel reis’e
“ben evleniyorum beni unut” diyordu
gözyaşından salgılanmış o silik satırda
nasıl üzülmüştük düşününce reisin o halini
kim bilir nasıl ağlamıştı
mahpus damında
on yedi yıl yemişti
babasının kanını yerde koymayınca
sonra karaoğlan af çıkarmıştı da
serbest kalmıştı hepten yalnızlığına
neleri sığdırmışız meğer
o masum yıllarımıza
süleyman’a tutkun benim fatih’e
her akşam zeytinlik’ti mekanımız
sahil kavrulurdu ağustos sıcağında
biz üşür müydük ne
sahi niçin sokulurduk ki birbirimize
sevdanın çiyi düşmüştü ki körpe yüreklerimize
gemide evlenecektik çifte düğün yapacaktık
benim uçuş uçuş gelinliğim
senin kırmızı ayakkabıların
nikahımızı reis kıyacaktı
yeşil tepelerin sinesinden emerdi yıldızlar
tutuş tutuş zakkumların fuşyalı haylazlığı
yanardı koynunda körfezin
haldandoz’da çatlak kös bir ayna
plakta mırıldanan ayyaş bir melodi
Süleyman kız kardeşin o domuz gülbin’le kaçınca
nasıl kıymıştın kendine karanlığın hıçkırık tutan nefesinde
ah benim ikindi sonrasına kalan yanım
şevval’im orta boylum keten gülüşlüm
ne yakışırdı gül endamına çiçekli fistan
bileklerine turkuaz taşı
hani kurtdüzü’nde yüzümüzü morayla boyayışımız
ninemin korkusu fındıklıkta bizi görünce
uşağum siz deli misunuz diye gülüşü sonra
sahi nerede şimdi o günler o hayaller
o gece moraların mürdümünden pıhtı zınaklanıyormuş
meğer denizin suskunluğuna
dağların dumanlanan kirpiklerinden
şafağın ölüm doğuran sancısı damlıyormuş
karanfiltütsüsü dalgaların donukluğu
yeşil örtü seriyordu gençliğimize tanyeli
yırtılan göğsünün çığlıklarından
gökte hilâlin figanı inliyordu
sarı saçlarından kurşun acısı sızıyordu
serçe yavrularının gırtlağına
delindi denizin çanağı çekildi sular
gök kubbenin zümrüt süren infazına
o gece karanlık bir eldi boğazımı sıkan
soluğuma hırıltı doğrayan jilet kalleşliğinden
düşlerime sıçrayan
dokularımın can çekişen çırpınışına toprak küreyen
son seferindeymiş okunurken adına salâlar reis
süleyman’la gülbin ayrılmış şevvali’m
sonrasında fatih’le de yollarımız
karacaların zeliha yok mu
fatih onunla evlendi
geçen haber yolluyor bana utanmadan
halâ unutamamış güldüm geçtim
ben yıllarca darağacında sallanmış gelincik
boğazında ip yerlerde sürüklenmiş körpe
onun peş paralık sevdasına boyun mu eğerim
sevda benim ben sevdayım
boynu bükük böğürtlenim
ham çileğim sarı kantaronum erkek fatma’m
senden sonra buralara gelmek de varmış
bir şey söyleyeyim mi sana
alçaklık yaptın ha bize
böyle bir başına koymak var mıydı buralarda
temelamca da yok ki elinde kızılcık değneği
kovalasın beni bayırlardan yukarı
bak ne diyeceğim
bu gece ay sökerken limanın sonsuzluğa açılan
dağ mersini ısırıklı mayhoşluğundan
yeşil ahretliğinin ucunu çöz
sende tutulan parçalanma acılarıma usulca
ışısınkucağına sessizce beni yakamoz