*Ali İhsan Kekeç
*
“Dağlarımızın taşlarımızın süsüydü onlar. Seher vakti, gün burnuyla öterdi obanın annacında. Kuşluk vakti aşka gelir şakılar, kengerli kevenli yamaçlarda feriklerle birlikte düğün kurardı. Gaklıklar kuruyunca yaylanın oluklarına suya inerdi.”
Babaları bozalaca
Ana meri keklikti
Tesbi çiçeğinde gurka yattı
Yavru çıkardı firezde
Alacası belli oldu
Üç erkek beş bacıydı
Kanatları kımıl kımıl
Gözleri göğ alaca ala firikti
Ayakları yumuk yumuk
Başları gürük gürüktü onlar.
Koyakta çağşır otum, ağaçta ardıç dalım
Kekliğim palazım yanalım
Alacabozum kınalım…
Patladı sarı sıcak geldi harman zamanı
Biri esir düştü çobanın kafesine
Birisi kaçamadı avcının gazabından
Birini yılan soktu kengerin kıracında
İkisi telef oldu yaylanın yamacında
Güz gelince saydık iki ekiz eşiydi
Biri erkekti sağ kalanın biri dişiydi.
Bir ana iki yavru kaldılar kışa
Yaza çıkmak için sokuldular yayla bozun
kovuğuna
Bir yavru yenik düştü zemherinin soğuğuna
Bahara erdi günler yaylalar çiçek açtı
Şakıdı palazım kayanın yamacında.
Şu esen yayla yeli kekliğin türküsüdür
Kekliğim bu yaylanın vazgeçilmez süsüdür
Vurma avcım, sokma yılan, üşütme kış
Kınalım süslesin dağları nakış nakış.
Par yavşanım, ışgın dalım, mor sümbülüm,
pırnalım
Meriğim, Palazım, yanalım
Alacabozum kınalım…
Yaza çıktı alacaboz oldu bir baba keklik
Bir gün bir ses duydu kendi cinsinden
Ötüyordu görünmeden bir taşın arkasında
Bir meri şakıyordu tanıdı sesinden
Sevgiyle gelip kondu aynı taşın üstüne
Doğruldu kahpe tüfenk mutlak ölüm kasdine
Efsin kurmuştu bir avcı, alası keklik alası
Çekti tetiği acımadan parmağı bükük kalası.
İşledi yağlı kurşun can evine can kuşun
Onun ala göğsü benim ruhum kanadı
Çırpındı uçamadı kırık kolu kanadı
Hareli gözler kapandı, büzüştü kınalı ayaklar
Ah… meriğim bu acıyı hangi coğrafya saklar
Ben yazıp duyurayım dağlara destanını
Meriğim halimizi Yaradan’a sunalım
Kekliğim derdimize gel beraber yanalım.
Kekliğim, palazım, yanalım
Alacabozum kınalım…