TÜRKÜLERİMİZ-24

TÜRK DÜNYASI  – I

GERÇEK HAYÂLİ AŞTI, UFUKLAR UZAK DEĞİL

Dünyanın en büyük “Kavimler Göçü”nü başlatan Türk milleti, bir sevk-i İlâhî neticesi Uluğ Türkistan’dan yola çıkıp gün doğusundan gün batısına doğru ilerlemiş,  yüzyıllar boyu farklı coğrafyalarda hükümrân olmuş ve geldikleri bâzı toprakları da kendilerine vatan kılmışlardır. Bunun tabii neticesi olarak milletimiz dünyanın birçok bölgesiyle ve çok farklı kültürlerle irtibata geçmiş, çeşitli milletlerle etkileşim içinde olmuştur. Ancak milletimizin ufku ve devlet geleneği sâyesinde Çin Seddi’nden Balkanlara kadar uzanan bu çok geniş coğrafyada Türkler hâkim unsur olarak bulunmuştur. Bu sebeple Batı Türklüğü ile Doğu Türklüğü arasında kültürün temel dinamikleri bakımından çok büyük farklılıklar görülmemiştir. Elbette coğrafya, lehçe ve şive farklılığı gibi bâzı tâlî değişiklikler olsa da, Türk Dünyası irili ufaklı gruplara bölünse de, çok değişik bölgelerde yaşasa da; milletimiz dil ve soy birliğiyle beraber inanç ve kültür müşterekliği bakımından da büyük oranda ayniyet kesbetmektedir.

Ata yurdumuzda ve Anayurdumuzda yaşayan Türklerin; millî ve mânevî değerleri, karakterleri, hayata bakışları, folklorik zenginlikleri ve mûsîkisi de her bakımdan birbirinin çok benzeri, hatta pek çok yönüyle de birebir aynısıdır. Bunun sebebiyse; inanç, soy ve dil müşterekliği ile medeniyet ve kültürel müktesebâtımızın temellerinin çok sağlam olması ve Dünya Türklüğünü birbirine bağlayan bu değerler manzumesinin çok güçlü bir bağ oluşturmasıdır.  Bu bağ;  binlerce kilometre mesafeye ve coğrafi farklılığa inat; birbirlerini görmeyen ve tanımayan Türk insanını pek çok ortak noktada birleştiren, âidiyet duygusuyla şekillenen, paydaş değerlerle güçlenen,  mensûbiyet şuuru olarak tezâhür eden ve inkârı aslâ mümkün olmayan çok önemli bir sosyolojik gerçektir. Yâni aynı bayrak altında yaşamasalar da, temelde aynı dili konuşan, aynı inancı paylaşan, aynı genetik kodları taşıyan ve aynı medeniyet kültürünün müntesibi olan insanların mâzîdeki kökleri, hâlde de, istikbâlde de çok sağlam kültür köprüleriyle birbirine bağlanmaktadır.

Bu îtibarla Türk Dünyası’nın ortak değeri olan kültür köprülerinin “ana sütunlarından birisi mûsikîmizdir ve mûsikîmizin kalbi de türkülerimizdir.[1] Küreselleşen dünyada “Kökü mâzîde olan âtîyiz[2] diyebilmek de,  kendi kimliğimizle ayakta kalmak da, bir olmak da, diri olmak ve iri olmak da ancak, dînî ve millî değerlerimizin kıyâma durdurulmasıyla,  müşterek kıymet hükümlerimize sâhip çıkılmasıyla, kültürel birliğimizin ihyâ edilmesiyle ve musikimizin kalbi hükmündeki türkülerimizin ruh ve mânâ îtibâriyle gönül gönderimizde dalgalandırılmasıyla mümkündür.  Zâten türkülerimiz;  Türk milletinin, târihî serencâmıyla birlikte kıt’alar dolaşan, Çin Seddi’nden Viyana kapılarına kadar uzanan geniş kültür coğrafyasından nice sesler, melodiler, renkler, ritimler, âhenkler ve ışıl ışıl güzellikler yansıtan, şâir ve ozanların kalemi ve diliyle, halkın iz’an ve irfânıyla, insanımızın gönül teriyle yoğrulup zamânın sinesinde olgunlaşan ve sazın / kopuzun  tellerinde dile gelen Türk’ün müşterek kültür mekânıdır.

Türkülerimiz; “Hz. Nûh(a.s.)’un torunu, Yafes’in oğlu Türk’ün[3] ahfâdı olarak tarih sahnesine çıkıp Ergenekon’da demir dağları eriten, Oğuz Han’la Uluğ Türkistan’a hükmedip “Gökyüzünü çadır, güneşi tuğ” bilen, tarihte papaya diz çöktüren tek hükümdar olan Hun İmparatoru “Tanrı’nın Kırbacı” Atilla’yla Avrupa’yı titreten, Bilge Kağan’la; “Ey Türk! Titre ve kendine dön!” diye seslenen, Mekke’nin Tevhid nûrunda rûhu yeni baştan yıkanan, gönlü Muhammedî sevdâlarla hemhâl olan,  sırlarla dolu “Anadolu Mûcizesi”ni[4] gerçekleştirmek için bahadırlığının yanına gönül adamı olma hasletini de ekleyerek “Alp-Eren” kimliğiyle buluşan, Anadolu’da  “Ufukların Efendisi” cihan devletleri kuran ve dünya tarihinin bilinen 2200 senesinin 1600 yılında süper güç olarak âleme nizam veren[5]  Türk milletinin duygu ve düşüncelerini sazla ve sözle dile getirdiği kadim bir Türklük fermânıdır.

Türklerin tarihi serüvenlerinde üç kıt’aya hükmettikleri için, türkülerimiz de çok geniş coğrafyalara yayılmıştır. Çok değişik bölgelerde birçok farklı milletin müzik kültürünü etkilediği gibi, sosyal hayâtın tabiî neticesi olarak türkülerimiz de muhtelif  toplulukların halk ezgilerinden etkilenmiş ve onların çeşitli musiki unsurlarını da bünyesine katmıştır. Böylece Türk milleti dünyanın en büyük ve en zengin  kültür ve folklor coğrafyasına sâhip olmuş ve Türk Dünyası’nda da herkesi hayran bırakacak görkemde, muazzam bir türkü külliyatı meydana gelmiştir. Bu konuda şunu da ifâde etmemiz gerekir ki, Türk Dünyası Türkiye ile sınırlı olmadığı gibi, türkülerimiz de sâdece Anadolu coğrafyasına münhasır değildir. Türkülerimiz; Altaylardan Tuna’ya, Adriyatik’ten Tanrı Dağları’na, Kırım’dan Kerkük’e, Kafkaslardan Sibirya’ya, Doğu Türkistan’dan Macaristan’a, Kıbrıs’tan Balkanlara,  Girit’ten Âzerbaycan’a, Gagavuzya’dan Tebriz’e  kadar bütün Türk Dünyası’nda söylenmektedir. Türkülerimiz söyleyiş ve ezgi yönünden bölgeden bölgeye ve topluluktan topluluğa bâzı nüanslar gösterse de ana unsurlar ve temel özellikler îtibâriyle müşterektir. Türk Dünyası’nın fertleri aynı kökün dalları, aynı soyun evlatları ve aynı millî kültürün mirasçıları oldukları için söyledikleri türkülerin müzik âletleri de, ezgileri de ortaktır…

                                                        * * *

Burada bir parantez açalım ve Türk Dünyası hakkındaki duygu ve düşüncelerimizi genel hatlarıyla ve yakın geçmişiyle ele alarak ifâde edelim:

Hayâlhânelerinde “Tûran aşkı” dalgalanan, dudaktan “Türkistan” sözü çıkınca, kalbi soylu bir tahassürün hüznüyle yanan,  Evlâd-ı Fâtihan deyince bakışlarına bir ebr-i nisan oturan, Urumçi, Ötüken, Kerkük, Kırım,  Karabağ, Rumeli, Yemen yâd edilince gözleri bulutlanan, Türk Dünyası’na kara sevdâlı, atalarının vatan kıldığı gönül coğrafyalarımıza yürekten bağlı olan, ecdâdından tevârüs ettiği asâletten beslenen ve Türk birliğini dilinden düşürmeyenler, yıllar yılı;

“Ellerin yurdunda çiçek açarken,

Bizim ele kar geliyor gardaşım

Bu sınırı kimler çizmiş gönlüme,

Dar geliyor, dar geliyor gardaşım[6]

diyerek coğrafî hudutların aşılacağını, demir perdelerin bir gün mutlaka yıkılacağını ve kızıl despotların hâk ile yeksân olacağını büyük bir inanç ve aşkla dile getirmişler ve rûhlarında ter ü tâze yaşattıkları Tûran ideâlini ve Nîzâm-ı Âlem Ülküsü’nü en karanlık dönemlerde bile hiç soldurmamışlar ve bir gün mutlaka müjdeli şafağın sökeceğine yürekten inanmışlardır.

Türk Dünyası sevdâlıları;

“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;

Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Tûran.[7]

diye haykırmışlar; Kafkaslardan esen yellerde Fergana Vâdisi’nin kokusunu duymuşlar, Hazar’dan  esir Türk illerine selam gönderip; “Kafkaslardan aşacağız / Türklüğe şan katacağız” demişlerdir.  Onlar; Altaylardan Tuna’ya gönüllerini şal eylerken; Urumçi’ye, Taşkent’e, Buhara’ya, Semerkant’a, Astana’ya, Bişkek’e, Bakü’ye, Bahçesaray’a, Grozni’ye, Kerkük’e, Kırcaali’ye, Üsküp’e özgürlük istemişlerdir. Ve esir Türklerin hürriyet mücâdelesini devamlı gönül gönderinde dalgalandırmışlardır. Ve yıllar yılı mukaddes Al-Bayrağımızdan şanlı Gök Bayrağımıza en karanlık dönemlerde bile hep umut ışığı yansıtarak Uluğ Türkistan’ın mücâdele azmini bilemişlerdir.

Türklüğü Edirne’yle Kars arasına sıkıştırmak isteyenlere karşı sesini sürekli yükselten Türk milliyetçileri, “Altaylardan Tuna’ya Gecelerinde” Kafkas Halk Dansları gösterisinden önce;

 Şâir diyor ki; ‘Bayrakları bayrak yapan üstünde ki kandır

Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır!’

Men de diyorum ki;

Menim vatanımın sınırları Kars’ta başlayıp Edirne’de bitmez

Azeri’min hürriyet, hürriyet diye haykırdığı kıyılardan başlar, 

            Taa Viyana kapılarında biter!..

Ağlama ey gözleri bulutlu yâr;

Kur, Aras coştukça,

Tuna, Volga taştıkça                                                                   

Benim türkülerim söylenecek,

Benim şarkılarım okunacak,

Hazar çalkalandıkça;

Benim Ay Yıldızlı bayrağım dalgalanacak.[8]  

diye hançerelerini yırtarcasına şiirler okumuşlardır. Türk Dünyası sevdâlıları yıllar yılı;

Ağlayın, parmakları nur
Sularından kınalı kızlarım
Ağlasın Meraga göklerinden
Meraga’ya bakıp yıldızlarım

Yollara Kürşadlar uzanmış ölü
Ağlasın Ak ülke, ağlasın Süt gölü
Yiğitlerim uyur gurbet ellerde
Kimi Semerkant’ta bekler beni
Kimi Câber’de

Câber yok, Tiyanşan yok, Aral yok
Ben nasıl varım?
Ağla ey Tanrı Dağları’ndan
İndirilmiş Tanrım

Şu yakın suların
Kolu neden bükülmez
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin
Benden doğar, bana dökülmez?
[9]

diye hüzünlense de, Uluğ Türkistan’ın şehit şâiri Çolpan’ın;

            “Yığlama yurdumeğerçi bol küninde yok bahar,

            Gelgüsi günlerinde baht yıldızı oynap kalar.[10]

(Ağlama yurdum, eğer ki bugününde yoksa bahar

            Gelecek günlerinde baht yıldızı elbet doğar.)

 

dizelerini de dillerinden hiç düşürmemişlerdir. Tûrancılar bu şiirde ifâdesini bulan duygu ve düşüncelerle ümit kandillerini hiç söndürmemişler ve “Esit Türk İllerinin Hürriyet Mücâdelesi”ne büyük bir inançla destek olmuşlardır. Türk milliyetçileri; Bolşevik Rusya ve Kızıl Çin’in en şedîd baskı dönemlerinde ve en karanlık zulüm günlerinde bile komünist rejimlerin zulmü altında inleyen Türklerin bağımsızlık mücâdelesini  ve diğer mazlum milletlerin susturulan sesini, “İnsanlara hürriyet, milletlere istiklâl”   parolasıyla devamlı bayraklaştırmışlardır.

Tûrancılar; Uluğ Türkistan’daki, Azerbaycan’daki, Kırım’daki, Kerkük’teki, Musul’daki, Kıbrıs’taki, Halep’teki, Batı Trakya’daki, … kardeşlerinin derdini kendi meselesi olarak görmüşler, “Dış Türkler”  için ağlamışlar, onlar için hüzünlenmişler ve onların sevinçlerini de kendi mutlulukları olarak bilmişlerdir. Türk milliyetçileri; SSCB’nin yıkılmasından önceki yıllarda, kızıl diktatörlerin kurduğu demirperdenin ardında kalan kardeşlerimizin çektikleri çileleri yüreklerinde hissetmiş,  gözden ırak olan ama aslâ gönülden ırak olmayan yaslı yaralı Türk illerinin elemini yüreklerinin duymuş; dillerinden “Türk Dünyası”, “Uluğ Türkistan”, “Azerbaycan”, “Öksüz Kırım”, “Can Kerkük”, “Nazlı Tuna”, …  kelimeleri dökülünce gözleri bulutlanmış, kalbi soylu bir hasretin melâliyle yanmıştır. “Onlar”;   Ötüken’de Oğuz Kağan’ı, Vey Irmağı kıyısında Kürşad’ı, Semerkant’ta İmam Buhârî ve İmam Mâturidî’yi, Yesi’de Ahmed Yesevî’yi, Kâşgar’da Kaşgarlı Mahmud’u, Taşkent’te Muhammed Bahaüddin Nakşibendi’yi, Herat’ta Ali Şir Nevâî’yi, Kosova’da Sultan Murad Hüdâvendigâr’ı, Bosna’da Fâtih Sultan Mehmet Hân’ı, Sîna Çölü’nde Yavuz Sultan Selim’i, Zigetvar’da Kânunî Sultan Süleymân’ı, Tebriz’de Şehriyâr’ı, Çeğen Tepesi’nde Enver Paşa’yı, Urumçi’de Osman Batur’u, Bakü’de Ahmed Cevâd’ı, Özbekistan’da Abdulhamid Süleyman Çolpan’ı, Kazakistan’da Magcan Cumabay’ı, Kırım’da Mustafa Cemiloğlu’nu, Kerkük’te Nejdet Koçak’ı, Gümülcine’de Sâdık Ahmet’i yâd etmişlerdir.   “Onlar”; Karadeniz çırpınırken Bakü’ye, Kırım’a, Tanrı Dağları’na, Urumçi’ye, Balkanlar’a  selâm göndermişler;   esir Türk illerine tulû edecek ve asırlık geceleri yırtacak olan müjdeli şafakları, dağ dağ olan hasret duygularıyla beklemişlerdir.

Esir Türklerin hürriyetlerine kavuşacakları günün bir gün mutlaka, ama mutlaka geleceğine bütün kalpleriyle inanan Tûrancılar; 21. Asrın şafağında Türk Dünyası’nda Osman Gazi’nin Şeyh Edebâlî dergâhında gördüğü o mübarek rüyâya benzer düşler görmeye başladılar. Türk milliyetçileri;  Cenab-ı Allah’ın lütfu  ilâhisiyle 1991 yılında Türk Dünyası’nın önüne çok büyük fırsatlar çıktığına; araya hasret giren, gurbet giren, demirperde giren kardeşlerimizle aramızdaki menzil menzil büyüyen hasretlerin; vuslat türküleriyle, azatlık şiirleriyle, hürriyet sevdâsıyla, din ve milliyet  aşkıyla nasıl tüketildiğini bizâtihî gördüler… Türk milliyetçileri, Rahmetli Dündar Taşer’in elli yıl önce söylediği; “Türk tarihinin sarkacı yükselişe geçmiş ve Türk milletinin iki asırdır karşı karşıya olduğu ‘cezir’ Sakarya’da bitmiş ve ‘med’ başlamıştır.[11] muştusunun 1991 yılında Tûran illerinde gerçekleşmeye başladığına şâhit oldular… Türk milliyetçilerinin Balkan Bozgunu sonrası 1912’de gördüğü Tûran hayâllerinin 21. asrın şafağında,  1990’lı yıllarda gerçek olmaya başladığını büyük bir mutluluk içinde gördüler…  Türk Dünyası sevdâlıları; yaşanan hakikatlerin hayâlleri aştığına ve şâirin yarım asır önce yazdığı;

Gerçek hayâli aştı, ufuklar uzak değil. 
En olmaz isteklere uzanmak yasak değil.
Uçuyor rüzgâr gibi altımdaki küheylan
Ne kadar dizginlesem yavaşlayacak değil
[12]

dizelerde  ifâdesini bulan bir büyük ülkünün gerçekleşmesinin ve 7 bağımsız Türk Devleti’yle Tûran mefkûresinin bir anlamda hayâta geçmesinin bahtiyarlığını yaşadılar.

Yirminci asrın sonlarında SSCB’nin dağılmasının ardından hasret dolu duygularla sevinç ve samimiyetle Türk Dünyası’nın kucaklaşması yâdımıza Hamdullah Suphi Tanrıöver’in; “Ormana bir duvar çekerseniz ağaçları birbirinden ayırmış olmazsınız; alttan kökler, üstten dallar buluşur.”   vecizesini düşürmüştür. Uzun yıllardır birbirinden kopartılmaya çalışılsa da, araya sınırlar konulsa da, “çeperler”  ağaçları birbirinden ayırmaya kalksa da,  köklerin yer altında, dalların gökyüzünde birbirleriyle sarmaş dolaş  olmasına hiçbir güç mânî olamamıştır. Çünkü binlerce yıldır aynı medeniyet kaynağından beslenen, aynı duygularla seslenen, Türklüğün ve Türk kimliğinin köşe taşlarını oluşturan millî kültür unsurlarının temâdiyetini de, gönüllerin birleştirmesini de hiç kimse engelleyememiştir / engellemeyecektir / engelleyemez…

Tûrancılar;  SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte gökyüzünü lâle bahçesine çeviren Türk devletlerinin bayraklarının dalgalanmasıyla aşka geldiler, esir Türk illerinin istiklâline kavuşmasını gözyaşları içinde, şükür secdeleriyle ve büyük bir heyecanla karşıladılar…   Artık Tûran sevdâsının bir hayâl olmaktan çıktığını, içi doldurulması gereken bir hakikate dönüştüğünü gördükten sonra da, bu büyük ülkünün temellerini aşkla tahkim etmek ve daha da güçlü hâle getirmek için alın, zihin ve gönül teri dökmek gerektiğini ve bunun tek taraflı olsa da  vazgeçilmez bir kara sevdâ olduğunu ifâde ettiler…

Ancak geçmişte birilerinin Tûrancılar için söyledikleri sözleri de hiç unutmadılar. Bir zamanlar Ülkücü Hareket mensupları; “Türk Dünyası elbette bağımsızlığına kavuşacak, Tûran ülküsü mutlaka gerçekleşecek, o günlere için hazırlıklı olmalıyız!” dediği zaman, -şimdilerde ulusalcı geçinen bazıları- Türk milliyetçilerine müstehzî nazarlarla bakıyor ve o günlerde ülkücüleri -ağababaları SSCB ve Kızıl Çin’in talimatlarıyla- akıllarınca “”ye alıyor ve; “Bunlar; ata binip, kılıç kuşanıp okunu yayını eline alıp Orta Asya’ya sefere çıkacaklar!” diye Türk Dünyası sevdâlılarıyla alay ediyorlardı.  Ancak zaman içinde Türk milliyetçilerinin her dediği doğru çıktı, onların fikirleri iflâs etti ve komünizm yıkıldı. Allah(c.c.)’ın bize bir lütfu olarak Türk Dünyası hürriyetine kavuştu,  Ay-Yıldızlı mübarek bayrağımızın yanında -şimdilik- 6 Türk Devleti’nin bayrağı daha semâlarda dalgalanmaya başladı.   Marksistlerin “ kızıl ütopyaları” tarihin çöplüğüne atılırken, “Şanlı Türk’ün bayrağını  / Tûran ele asacağız” diyenlerin hayâlleri gerçek oldu. Daha yapılacak çok şey olsa da,  “demir perdeli soğuk savaş yılları” çok geride kaldı. Bundan sonra Yüce Rabbimizin izni ve inâyeti; bizim alın, akıl ve gönül teri dökeceğimiz çalışma ve gayretimizle tamamlanmamış hayâllerimiz de, yarım kalmış sevdalarımız da tamamına erecek ve “Tarih bizi çağırıyor, Türk beklenendir[13] denilen bu aziz ve asil millet inşa’Allah yeniden târihî mefâhiriyle buluşacaktır.

Türk Dünyası olarak; kültürel referanslarımızı, tarih şuurumuzu, Türkçe konuşma ve düşünme idrâkimizi canlı tuttuğumuz, inançlarımızı bir davranış biçimine dönüştürdüğümüz, ekonomik işbirliğimizi,  milli ülkülerimizi, medeniyet tasavvurumuzu hayata geçirdiğimiz ve millî kültür unsurlarımızı baş tâcı  ettiğimiz zaman birlik ve beraberliğimizi hiç kimse yıkamayacak ve “Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni hiç kimse bozamayacaktır.[14] hiç kimse bozamayacaktır. Yeter ki, İsmail Gasprallı’nın dediği gibi “Dilde, fikirde iş’de birlik” olalım, Hacı Bektaş-ı Velî’nin “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözünü sadece “kâl”  olmaktan çıkaralım ve “hâl” eyleyip hayata geçirelim. Unutmamamız gerekir ki, Türk Dünyası gerçeği, bize tarihin bir hediyesi ve Cenâb-ı Allah’ın bir lütf-ü İlahisidir. Bizim Türk Dünyası ile olan sevdâmız  da “hesâbî” değil “hasbî”dir ve her şeyden önce  kardeşlik esasına dayanır.   Bu sebeple bize düşen vazife; hissî davranışların ötesine geçmek; dünya şartlarını ve güç dengelerini  iyi okuyup ona göre hareket etmek; ekonomik, siyasi, kültürel iş birliğini sağlamaktır.  Bütün bunlar tarihin ve coğrafyanın bize yüklediği görevlerdir… Dünkü soğuk savaş döneminde hayâl görünen esir Türk illerinin bağımsızlığı bugün nasıl gerçekleştiyse; kültürel, ekonomik, askerî ve siyâsî iş birliğimiz de biiznillâh öylece  ve safha safha hayata geçecektir.  Bu vazife,Türk devlet adamlarının ve ideâlist  münevverlerin üzerine düşen çok önemli bir görev ve târihî bir mükellefiyettir.

Bu îtibarla düşünce plânındaki platonik duyguların ötesine geçip, fikrî, kültürel ve ekonomik işbirliğine yönelirsek, işte o zaman, “Türk Dünyası” tabirinin gerçek mânâsıyla içini doldurmuş oluruz. Biz; Türk cumhuriyetleri ve Türk topluluklarını bir araya getirebilir, siyasî, iktisâdî, kültürel ve eğitim alanlarındaki güçlerimizi birleştirip, üst üste koyabilirsek bu hem bizim, hem de diğer Türk cumhuriyetleri için muazzam bir güç oluşturacaktır. O zaman BM’de tek bir oyumuz, semâda dalgalanan tek bir Ay-Yıldızlı bayrağımız, 85 milyon nüfusumuz ve 780 bin kilometrekare toprağımız varken,   bir anda BM’de 6 oyumuzun olduğunu,  6 bağımsız Türk devletinin bayraklarının -KKTC’yi de sayarsak 7-  gökkubbeyi süslemeye başladığını, nüfusumuz 250 milyon ve topraklarımız da 11 milyon kilometrekareye çıktığını göreceğiz…  Bu da dünyanın en büyük toprağı, dünyanın ilk 5 içindeki nüfusu, dünyanın 6. dili demektir. Yâni petrolü, doğal gazı, altını, uranyumu, boru, talyumu, mâdenleri,  tarım ürünleri vs. ile muhteşem bir güç anlamına gelmektedir.

 Yeter ki, Türk Dünyası ideâlinin büyük bir aşk olduğunu, nesilden nesile devredilmesi gerektiğini ve gayret kuşağının her alanda kuşanılmasının bir mecbûriyet olduğunu bilelim, bu yolda fedâkârâne gayret gösterelim, uykuyu  tâtile göndererek daha fazla çalışalım, âlemşümul düşünelim  ve cihanşümul projeler ortaya koyalım ve Osman Oktay Bey’in şu sözünü her zaman hatırlayalım:  “Kısacası az lâf edip, çok iş yapmak zorundayız. Parlak sözlere, hamâsî nutuklara karnımız tok. Aşkla, şevkle çalışalım; birlik olalım, güçlü olalım. Bir Azerbaycan mahnısının dediği gibi; ‘Suyu anmagla susuzluk neçe keçsin?[15]

Netice olarak şunu ifâde etmemiz gerekir ki;  “Dilde, fikirde iş’de birlik”  ülküsü etrafında ve öncelikle kültür, sanat ve edebiyat temelinde başlayan faaliyetlere hız verelim ve bu inanç ve gayretle çalışalım, iş birliğinin nelere muktedir olduğunu idrak edelim ve bir millet 7 devlet olduğumuzu bilelim.  Her alanda işbirliği yaptığımız zaman;  Türkmen’in, Kırgız’ın, Kazak’ın, Kıpçak’ın, Oğuz’un, Âzerî’nin nesi var değil, Türklerin nesi var diye meselelere baktığımız, gücümüzü birlikte kullanabildiğimiz zaman, yeniden dünyanın süper güçleri arasında yer alacağımızı ve dün olduğu gibi yarın da dünyadaki mazlumların gözyaşını “Gül” yaprağıyla yeniden silmeye başlayacağımızı unutmayalım…

Yeter ki, duygusal değil akıllı davranalım,  kendi nüfuz ve kuvvetimizin farkına varalım, kendi ayak sesimizden korkmayalım, güçlerimizi birlikte kullanalım, dünya güç dengesindeki yerimizi, hareket tarzımızı  ve stratejimizi iyi tespit edelim. Zâten Türk Dünyası’nın bağımsız olması; dünyadaki bütün Türkler ve akraba topluluklarına Yüce Rabbimizin ihsânı,  tarihin bize çok önemli bir armağanı ve Türk birliği yolunda bir sıçrama tahtasıdır.  Bu îtibarla 3 Ekim 2009 tarihinde; Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın bir araya gelerek ortak bir organizasyon sonucu yapılan “Nahcivan Anlaşması”yla “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” (Türk Konseyi) kurulmuş, bu konseye Özbekistan 14 Eylül 2019’da tam üye olmuş ve 3 Ekim de “Türk Dünyası Günü” îlân edilmiştir. 12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen Türk Konseyi’nin adı “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilmiş ve Türkmenistan da gözlemci ülke olarak teşkilâta dâhil olmuştur.  Teşkilatın “Genel Sekreterliği İstanbul’da, diğer Türk Dünyası İşbirliği kurumları olan “Uluslararası Türk Kültürü TeşkilatıAnkara’da,Türk Devletleri Parlamenter Asamblesiile “Türk Kültür ve Miras Vakfı Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de, “Uluslararası Türk Akademisi ise Kazakistan’ın başkenti Astana’da faaliyete geçmiştir.

Bütün bunlardan çok önce Türk Dünyası’nda dilden dile dolaşan türküler, şiirler, fikirler, destanlar, mâniler ve marşlar hissiyâtımıza dokunup, gönülleri aşka getirirken, söndürülmek istenen Türk milletine mensubiyet şuurunu da ayakta tutmuştur. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası’ndaki aynı soyun farklı boylarının, yâni Türk kökenli insanların,  yaşadıkları coğrafyalar ayrı olsa da, çeşitli devletlerin sınırları içinde bulunsa da  kanımız bir akmış, inanç değerlerimiz aynı Kıble’ye bakmış, yüreklerimiz aynı duygularla çarpmış ve ozanlarımız da  turkuaz renkli vuslat türküleri yakmıştır. Bir Özbek Türkü’nün yazdığı ve bestelediği ve Özbek Türkçesi’yle bütün dünyaya haykırdığı “Anayurt Marşı”nın Türkiye Türkçesine uyarlanmış hâli, hepimizin zihninde ve gönlünde kıyâm etmesi gereken ortak Türklük duygusunu ve Türk milleti gerçeğini şöyle dile getirmektedir:

Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer bir boydur
Karakalpak, Kırgız, Kazak bunlar bir soydur

Özbekistan, Türkmenistan diye kurmuşlar
Anayurdum Türkistan’ı bölüp koymuşlar

Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer bir boydur
Karakalpak, Kırgız, Kazak bunlar bir soydur

İnanmayın, aldanmayın ey Türk yiğitler
Kırk asırlık tarihe sâhip olan Türkler

Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer bir boydur
Karakalpak, Kırgız, Kazak bunlar bir soydur

Türkistan, Kafkasistan ey güzel yurdumuz
Sana kurban olalım ey anayurdumuz

Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Azer bir boydur
Karakalpak, Kırgız, Kazak bunlar bir soydur.
[16]

Türk Dünyası olarak soy ve din kardeşliğimize gölge düşürmediğimiz, boy ve mezhep çatışmalarına fırsat vermediğimiz, dış güçlerin kirli oyunlarını akl-ı selîm ile hareket ederek bozduğumuz,  müşterek kültür, sanat ve edebiyat değerlerimizi arttırdığımız;  iktisâdî, askerî, siyâsî ve içtimâî birlikteliklerimize daha fazla ivme kazandırmak için gayret gösterdiğimiz takdirde;

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir![17]

dizeleri slogan olmaktan çıkıp hayâtiyet kazanacak ve ideâllerimiz de menzil-i maksûduna erecektir. Bu konuda esas yapılması gereken; Şirin’e vuslat düşleyenlerin -tek taraflı olsa da- Ferhat olma şuuruyla çaba sarf etmesi, Ferhatvârî bir aşkla ve şevkle bıkıp usanmadan “Türk Birliği”  yolunda yorulma bilmeden çalışmasıdır. Zâten şâirin dediği gibi;

 “Vur kazmayı dağa Ferhat

 Çoğu gitti, azı kaldı.

 Kişne kır at, kişne kır at

 Çoğu gitti, azı kaldı…[18]

Bu konuda açtığımız parantezi kapatırken netice olarak şunu da ifâde etmemiz gerekir ki; Tûrancılar; Anadolu Türklüğünün; merkezi Ankara olsa da, başı İstanbul’a yaslansa da,  sırtını Kafkaslara dayasa da,  saçları Balkanlara uzansa da, bir kolu Kerkük’te, diğer eli Kıbrıs’ta bulunsa da kalbi ata yurdumuz Uluğ Türkistan’da attığına inanmışlardır. Kültür Bakanlığı Devlet Türk Dünyası Müziği Topluluğu Sanat Yönetmen olan, çok değerli müzik adamı, Tûran sevdâlısı ve “Türk birliği” düşüncesinin müntesiplerinden İrfan Gürdal Bey de büyük bir aşkla ve çok güzel ezgilerle bestelediği  “Selâm sana Türkistan / Selâm ey kutlu vatan” isimli eserinde bu konuyu türkü diliyle yorumlamış ve;

“Korkut Ata canlansın

Dört yana ulak salsın

Yükselen Türk’ün sesi

Kös vursun kopuz çalsın

 

Altaylardan Tuna’ya

Nemçe’de durduk toya

Üsküp’te sevdâlandık

Ay Yıldızlı Tuna’ya

 

Selâm sana Türkistan

Selâm ey kutlu vatan

Bir olsun birlik olsun

Yüreği sende atan

 

Destanlar dilden dile

Yayılır ilden ile

Türk’ün bükülmez kolu

Şâhittir Çanakkale

 

Selânik’te, Bosna’da

Haykırdık Kosova’da

Türk’ü söyler türküler

Mohaç denen ovada

Selâm sana Türkistan

Selâm ey kutlu vatan

Bir olsun birlik olsun

Yüreği sende atan

 

Musul Kerkük Erbil’i

Asırlardır Türk eli

Can evimde Telâfer

Sestedir Türkmeneli

 

Bitmez bu kazanda aş

Yesevî’dir bu ataş

Yunus, Mevlânâ yoldur

Kapıdır Hacı Bektaş

 

Selâm sana Türkistan

Selâm ey kutlu vatan

Bir olsun birlik olsun

Yüreği sende atan”[19]

 

dizeleri ve coşkulu nağmeleriyle her dinleyeni mest etmiş ve gönüllerdeki “Türk Birliği” ülküsünü de şâha kaldırmıştır.

Türk Dünyası’nda yaşanan bütün bu gelişmeler fizikî olarak olmasa da fiilî olarak Tûran ülküsünün goncaya durduğunu, ancak daha yapılacak çok iş, alınacak çok mesâfe ve aşılacak pek çok mesele olduğunu göstermektedir. Karşılaşılacak olan problemleri hâlletmek içinse; çok büyük bir gayretin gösterilmesi îcap ettiğini, hayatın gerçekleriyle,  inanç birliğiyle, tarih şuuruyla, mesûliyet duygusuyla ve ibret nazarıyla meselelere bakıp çözümler üretilmesinin elzem olduğunu da bilmemiz gerekmektedir…

Fakir de; bu duygu ve düşüncelerle Türk Dünyası’nın ve gönül coğrafyalarımızın hâl-i pür melâlini yıllar önce mısralara dökerken, yorgun duygularını:

Tuna’da öksüzüm, Kudüs’te yetim,

Bitmeyen derdime ağıt yakarım.

Gurûb etmez vatandaki gurbetim,

Üzüntümü mısralara dökerim.

 

Yazda zemheriyi yaşayan benim,

Kırım’ın derdini taşıyan benim,

Keşmir sıcağında üşüyen benim,

Filistin’de dişlerimi sıkarım.

 

Her akşam, her sabah gökyüzü kanar,

Doğu Türkistan’da yüreğim yanar;

Urumçi’de yalnızlık var, zulüm var,

Bir âhın içinde bin ah çekerim

 

Irak, ırak değil; çok yakın bize,

Bu hicrânı nasıl anlatsam size,

Haçlı, hançer vurur yüreğimize,

Bağdat dense hicâbımdan çökerim.

 

İnim inim inler, Kerkük hasta mı?

Boynu bükük “Karanfil” im yasta mı?

“Ayrılık” türküsü dilde beste mi?

Efkârlanıp hudutlara bakarım.

 

Âzerbaycan, bir cihâdın ahdında,

Yorgun duygularım hüzün tahtında;

Hüzün, Karabağ’ın kara bahtında,

Aras gibi dertli dertli akarım.

 

Yâd etsem mâziyi Bosna’ya varıp;

Kosova’da mahzûn, Üsküp’te garip,

Evlâd-ı Fâtihan yine mustarip,

Kadere kahredip, boyun bükerim.

 

İlimle îmanı yoldaş eylersek,

Kalemle kılıcı gardaş eylersek,

Çağı, adâletle çağdaş eylersek,

Mazlumların zincirini sökerim

 

Rızâ-i Bârî’yle silah çatılsa,

Kesretten vahdete menzil tutulsa,

Hayâller hakikat ufkunu bulsa,

Kızıl Elma fidanları dikerim.

 

Hedefimiz, maksûdumuz bir olsa;

Türkistan’da kardeşlerim hür olsa,

Yeniden gönlümüz “Gül”e yâr olsa,

Sabır tohumuyla umut ekerim.

 

GÜNEŞ’in sevdâsı gönle akınca,

Uzak, yakın olur; kalpten bakınca,

Fetih rüyâları yola çıkınca;

Asırlık geceye kandil yakarım.

 

Ay-Yıldız’ın ışığında gelişen,

Ak alınla secdelerde buluşan,

Besmeleli sevdâlardan oluşan,

Hilâl şafağını iple çekerim.[20]

dizeleriyle şiirleştirmiş; esâretle felâhı, hüzünle umudu, hicranla vuslatı ve asırlık gecelerle müjdeli şafakları yol arkadaşı eylemiştir.

                                                                           

 Dr. Mehmet GÜNEŞ

                                                                            15 Ocak 2023

                                                                          (Devam edecek)

[1] Nevzat Kösoğlu, Millî Kültür ve Kimlik, 23

[2] Yahya Kemâl Beyatlı

[3] Kaşgarlı Mahmud, Kitâbu Dîvânî Lugâti’t-Türk (El yazması tıpkıbasım), 20; Muharrem Ergin, Türklerin Soy Kütüğü – Ebülgâzi Bahadır Han, 23; Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyalarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, 30,

[4] Haluk Nurbâki, Türkistan’dan Türkiye’ye Anadolu Mûcizesi, Damla Yayınevi, İstanbul, 2000

[5] Osmanlı Devleti’nin Ruslarla 1768-1774 yıllarında  yaptığı savaşın neticesinde , “Kartal Ovası Meydan Muharebesi”nde yenilmesi ve ardından 17 Temmuz 1774’te imzalamak mecbûriyetinde kaldığı “Küçük Kaynarca Anlaşması’yla Kırım ve Karadeniz’deki hâkimiyetimizi kaybedince; biz Türkler, dünya tarihindeki süper güç olma özelliğimizi  o günden bugüne tekrar ihyâ edemedik.

[6] Abdurrahim Karakoç, Vur Emri, 9

[7] Ziyâ Gökalp, Kızılelma – Şiirler, Tûran, 14

[8] Şeyh Şâmil Şiiri

[9] Ârif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Ağıt, 13-14

[10] 1897’de Özbekistan’ın Andican şehrinde doğan ve bir ömür Ata yurdumuzun  bağımsızlığı için mücâdele veren Türkistan’ın millî şâiri Abdülhamid Süleyman (Çolpan), Sovyet yönetimi tarafından pek çok kez tutuklanmış ve 1938 yılında da kurşuna dizilerek şehit edilmiştir. “Çolpan”ın pek çok şiiri bestelenmiş olup, en önemli şiir kitabı “Oyganış” (Uyanış)tır.

[11] Dündar Taşer, Mesele, Milliyetçi Hareket ve Kıbrıs Politikası, 105

[12] Mehmet Çınarlı, Gerçek Hayali Aştı, Gerçek Hayali Aştı, 37

[13] Prof. Dr. Tufan Gündüz- Pelin Çift, Tarh Bizi Çağırıyor; Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2021

[14] Bilge Kağan, Orhun Âbidesi Doğu Cephesi 19. Satır; Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri,  Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2008

[15] Osman Oktay, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası Hayaller, Hatıralar, Gerçekler; Modern Seyahatname, 184; Bengü Yayınları, Ankara, 2017

[16] Söz ve beste: Mehmet bahçeşehir vip escort Sabir Kârger (Özbek Türkçesi, Türkiye Türkçesine uyarlanırken; “koygenler” yerine “koymuşlar”, “tarihge” yerine “tarihe”, “bolgen” yerine “olan”, “aldanmangler” yerine de “aldanmayın” denilmiştir.

[17] Necip Fâzıl Kısakürek, halkalı masöz escort Zindandan Mehmed’e Mektup, Çile, 422

[18] Necip Fâzıl Kısakürek, “Nikbinlik”, (Nakarat), 1939,  (Bu şiir Necip Fâzıl’ın kitaplarında yer almamıştır)

[19] Şiir: Ahmet Coşkun, Müzik: İrfan Gürdal, Aranje: Ahmet Özgül

[20] Dr. Mehmet Güneş, Yorgun Duygularım, Hüzünler “Gül” Kokuyor, 71; Gönüllerde Birlik Vakfı Yayınları, ataköy escort bayan Ankara, 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pendik Escort Bayan Maltepe Escort Bayan Kartal Escort Bayan Kadıköy Escort Bayan Ataşehir Escort Bayan Ümraniye Escort Bayan Anadolu Yakası Escort Bayan Şişli Escort Bayan Mecidiyeköy Escort Bayan Taksim Escort Bayan Beşiktaş Escort Bayan Ataköy Escort Bayan Bakırköy Escort Bayan Bahçeşehir Escort Bayan Avcılar Escort Bayan Beylikdüzü Escort Bayan Şirinevler Escort Bayan İstanbul Escort Bayan Avrupa Yakası Escort Bayan
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram