VAROLUŞ MÜCADELESİ

Gidiyorlar… Herkes gidiyor birer birer. Belki meraktan, belki de fakirlikten. Şehirden bahsediyorum. Herkes oraya göçüyor kuş misali. Etrafta pılını pırtısını toplayıp şehre yerleşmiş çok insan var. Yalnız bir şeyi yanlarına almayı unutmuşlar: kendilerini…

Evet, bedenleri şehirde ama özleri köyde kalmış. Sırf daha modern yaşamak için kendilerinden vazgeçmişler. Fakat bu nasıl olur? İnsan bir yere uyum sağlamak adına nasıl kendi benliğinden geçer? Anlaşılması zor bir durum gerçekten. Birinin özünü terk etmesi için gözünü ne boyayabilir ki? Yüksek binalar mı? Hızlı giden bir araba mı? Ya da bacasından duman çıkan devasa yapılar mı? Hayır, olamaz! Olmamalı…  Köylü insanı saftır, masumdur. Yüreği temiz, merhameti sonsuzdur. Fakat, onlardan şehre göçenler maalesef güzel hislerini de kaybediyor. Duygusuz, telaşlı biri olup çıkıyorlar. Herkes gibi yani… Daha çok şey kaybediyorlar: sevgiyi, saygıyı, akraba ilişkilerini… Şehir insanında ne özellik varsa hepsini tek tek  kapıyorlar. Sanki bir virüs gibi… Bizim bildiğimiz köylülerin; içinde fanilası, dışında yamalı pantolon ve ceketleri, başlarında da eski bir kasket olur. Şehirliler de tam tersidir. Ütülü takımlar, taranmış saçlar, tıraşlar yüzler… Fakat şehre gelen köylüler, zaman geçince şehirliler gibi olmak için bir yarışa kapılıyor. Her yönden yaşanan bu çatışma onları özenmeye sürüklüyor. Sanki çok farklı bir ülkenin insanıymış gibi konuşarak bile anlaşamıyorlar şehirlilerle. Oysaki iki taraf da -şehirli veya köylü- Türk insanı değil mi? Aynı ülkenin insanları değiller mi?

Bu konu açılınca Ali Akbaş’ın “Sirkeci’den tren gider/Bir yaldızlı Kur’an gider.” dizeleri geliyor aklıma. Yani bu göçler sonucu din, inanç, ibadet gibi manevi değerler de topyekûn göç ediyor. Hem de çok uzaklara… İnsanlar köyden şehre giderken kendilerini ya köyde bırakıyor ya da onunla birlikte yolculuğa çıkıp bir süre sonra yollarını ayırıyorlar. İkisinin de sonucu aynı tabii ki. İçlerinde bir ruh kalmıyor mesela. Sadece herkes gibi sıkıcı ve monoton birer et parçasına dönüşüyorlar. Şehirde var olmaya çalışıyor, bir o kadar da yok oluyorlar. Bunun farkında değiller ama. Diyorum ya her şeyi unutmuşlar diye…

Bu unutkanlık daha ne kadar sürer bilemiyorum. Ama şunu bilmeliyiz ki hiç kimse -özellikle de Türk insanı- kültüründen, hislerinden, en önemlisi de özünden asla vazgeçmemeli. Çünkü vazgeçenlerin sonu hep aynı oluyor. Üstat Necip Fazıl çok güzel açıklamış bu durumu: “Kökünü beğenmeyen dal ve dalını benimsemeyen meyve, olgunlaşmadan çürür.” Yani bir kişi doğup büyüdüğü yeri, kültürünü, en çok da özünü kabullenmeli. Kabullenmiyorsa şayet, o zaman duygusuz, beyni dolu ama kalbi boş biri olmaya mahkûmdur… Umarım artık kimse kendini yitirmeye çalışmaz. Bu varoluş mücadelesinde daha fazla kişinin yok olmaması dileğiyle…

*

HASİBE NUR GENÇ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pendik Escort Bayan Maltepe Escort Bayan Kartal Escort Bayan Kadıköy Escort Bayan Ataşehir Escort Bayan Ümraniye Escort Bayan Anadolu Yakası Escort Bayan Şişli Escort Bayan Mecidiyeköy Escort Bayan Taksim Escort Bayan Beşiktaş Escort Bayan Ataköy Escort Bayan Bakırköy Escort Bayan Bahçeşehir Escort Bayan Avcılar Escort Bayan Beylikdüzü Escort Bayan Şirinevler Escort Bayan İstanbul Escort Bayan Avrupa Yakası Escort Bayan
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram