sırtımızdaki maddeden yorulduk
bir nefes kadar dönerse dünya
acının şubatı bir çadır kadardır
çığlık saatleri yağmura tutunan
gece dikenli tel gibi üstüne gerilir
yeryüzü bırakmaz iskeletini
derisi soyulur düşünce
zihne yapışmış korkular
kendi içine titrerse insan
tenin titreme saatleri
sığınır gök kubbeye
toprak ödeşme istediğinde bedeninle
tenin sığınır dünya çadırhanesine
depremde mal mülk sürüngendir
çünkü dünya bir çadırhane
içinde zihnin
yağmur sesiyle uyanırsın
yıkılan anıların üstüne
rüzgârı eleyen on bir kırık
üstünde taze acılar çok ağır
güneşin battığı yerde sır barajı
akar şubatın kırığıyla
dünya çadırhanesine
kuşkonmaz buluşmaları
denktir mesai saatlerine
uçar şubatın altısı
kuşların kırık kanatlarından
yol ver dünya iç geçiren bahara
makam yeri değildir kış çadırı
dünya çadırhanesinde üzgün bir el
ekmek su ve
beton tabutlara sarılı
taze beyaz gömlek
dünya sessiz ölümdür
suskunluğu çoğaltan çadırda.
*
MEHMET MORTAŞ
BENDEKİ 6 ŞUBAT
6 Şubat yıkıldı, kaldı damda,
Yağmurda, karda, boran, çamurda.
Ben de kaldım, kaldım o 6 Şubatta.
Ve dünya beyaz önlük,
Ya da mavi çadır sağımda, solumda.
6 Şubat kar ateşiydi,
Anam, babam, oğlum, kızım,
Dedem, nenem, torunum,
Halam, teyzem, bacım,
Dayım, babamda.
Herkesi yaktı, yıktı her şeyi,
Maraş, Antep, Adana, Malatya,
Adıyaman, Hatay, Adana’da ….
Ve daha nice obalarda.
6 Şubat kalacak,
Yaşayacak, yıllarca yürek yakacak,
Yerde, gökte, havada, suda,
Ve hafızalarda…
6 Şubat, bizden biri olarak kalacak,
Bu belli, tatsızlığı ve acısıyla,
Tüm varlığı, ağırlığıyla, yakıcı, yıkıcılığıyla.
6 Şubat…
Kentim, kasabam, köyüm, obamda….