– MEHMET MORTAŞ
*
Ateş denizinden mumdan gemiler ile geçildi. Gerek ateş rüzgârlarının önünde yol aldık, gerek eriyen mum adalarında demir attık. Gözyaşlarını dökmeye hazır bulutlar ile dost olduk, kuşların uzaktan gelen deruni sesleri ile konuştuk. Hay Bin Yeksan tavrındaydık, yalnızdık, sorguladık başına üveyik tünemiş kelimeyi, yer yer hazan mevsimini bir annenin kucağında avuturken gördük. Selvi ağacının gölgesinden yapılmış evlerde konakladık. Bahar tadında envai sulardan içtik. Şair ile bu yolculukta gündönümüne varmadan ay’ın dolunay haline varması gibi evrildikçe evrildik.
Şair!Şiirlerini içi dolu buğday taneleri gibi başı öne eğik mütevazı bir şekilde hazırla! Rüzgâr salladıkça, yüzünün çeperine dokundukça güneşin erdemli ışıkları, bir o kadar da mütevazı ol. Bilirsin içi dolu başaklar sallandıkça ağır ve netamelidir. Başaktaki tane sayısınca kelimelerin olsun. Her kelime, şu kargaşaya bulaşmış modernizmin keşmekeşliğinde yüreklerdeki boşluğa bir derya olsun. Derya derya içinde bir zaman tünelinde, kalp diyarında en mahrem yerinden aşk ile yoğrul. Kelimelerin seni ıstıraba ve ümitsizliğe sürüklemesin. Ateş denizini, mumdan yapılmış sözcükler ile geçtin. Heybende düş kırıntıları, sonbahar rüzgârı ve güneşin alnından koparılmış rengârenk eleğimsağma. Annelerin yüreğinde yoğrulmuş, iyiliği canlı cansız bütün varlığa anlatacak şekilde çıktın sahile. Bu sahil, maddenin dehşetengiz yalnızlığında bir o yana bir bu yana sonbahar yaprakları gibi savrulan insanlar ile dolu. İnsanların – yüreklerinden başlayarak- dilleri, gözleri ve düşüncelerindeki ahenk bozulmuş; anlam, beyinlerde en ücra köşelerde barınır olmuş. İnsanların ruhundan çıkan felaket fırtınaları, devasa hazırlanmış çarkı döndürmekte. Bu keşmekeş dünyanın fırtınalarında başın dönebilir, sözcüklerin, kelimelerinin yetersiz kaldığını hissedebilirsin. Heybende bahardan kalma bir tutam papatya, sonbahardan kalma sararmaya hazır yapraklar bu çarkı durdurmaya yetmeyebilir. Bir yaprağı öldüren, bir çiçeği ezen bir döngü ile karşı karşıya değil, dört mevsimi mahveden bir döngü ile karşı karşıyasın. Bu indiğin sahil insanlık tarihindeki hiçbir sahile benzemez. Ateşten denizde mumdan gemiler ile yol almaya hiç benzemez. Her an kelimelerden kasırgalar ile düşüncelerin tarumar olabilir bu sahilde. Farkına dahi varmazsın tarumar sözcükler ile bir kır çiçeğinin mevsimini savunduğunun. Düşünceler, yobaz bir manivela üzerinde gider gelir denizin çekilmesi gibi. Duyguların, zulüm kusan vitrinlerinin önünde başını hafifçe eğmiş hayran hayran bakabilir hayata. Hayatlar, hayatların kurdudur bir oranda; insan insanın. Kalpler birbirlerine buğuz canavarıdır; düşünceler, yüreklerdeki sevgiyi vurmak için bir kurşun. Bu sahilde öğüt yerine alkış toplarsın her akşam kızıllığının alafrangasında. İnsanlık, bu sahillerde çok ilerlemiştir ama bu yüzden insanlık görünmez. Ancak yakışıklı kadavralar uzanır sahil boyu. Cehennem ateşini cebinde taşırsın. Mal mülk putu, düşünce putu üreten yığınlar ile bir kartopu gibi büyüdükçe büyürsün.
Şair!Kalplerin etrafını sarmış bağnaz duvarını delmek için şiiri kullan! Belki bir gedik açılırda kalplerine insanların, şiirden bir demet merhamet fısıltıları bırakırsın. Belki şiir tohumu yeşerir, yeşerir de çölde bir vaha olur.
Ey şair!Şiir şiirin kurdu değildir!