MEHMET OSMANOĞLU
*
son nevbahar da geçti yine hüsrana düştüm
dinmek nedir bilmedi içimdeki fırtına
derdimi yine içli gecelerle bölüştüm
yükledim efkârımı karanlığın sırtına
*
azaldı her saniye titreyen gün ışığım
umudumun çehresi asıldı günden güne
onsuz nice perişan nasıl da dolaşığım
tebessümüm hükümlü çok uzak bir sürgüne
*
hicranı bastım yine kan soluyan göğsüme
gamzesini kalbime merhem diyerek sürdüm
ateşten özlemini hırka diye üstüme
kuşanıp da kendimi yokluğuna götürdüm
*
tutmadı ellerimden saçlarının siyahı
müjganıyla vurulup sendeledim her akşam
görmedim kaç vakittir aydınlanan sabahı
hüznün saltanatında parıldadı ihtişam
*
bülbül nazire yaptı feryadı figanıma
çiğ düşen yaprağına ağıt söyledi gül’ün
baksaydı kopup gelen içimde tufanıma
aşiyanı tutuşur savrulurdu bülbülün
*
karanlık asumanın yıldızları çekildi
mehtabı firar etti onsuz doğmam diyerek
ne bilsinler bu bana eza cefa değildi
yoksa zaten sevgili gökyüzü neye gerek
*
her sabah rüzgârına hayalini yükledim
belki bulup getirir göklerin bir yerinden
her gün aynı iştiyak aynı aşkla bekledim
medet umdum çöllerin kaygılı gözlerinden
*
uçsuz sahralar boyu kızgın kumlara sordum
yok mu gören leyla’dan bir işaret bir nefes
gün batımı asude hülyaya dalıyordum
kulağımda o engin o berrak o kutlu ses
*
partal pabuçlarımla mıhlanıp yollarına
nice sarp geçitlerden geçiyordum böylece
bırakınca kendimi özlemin kollarına
kalbim sökülüyordu firakıyla her gece
*
can çekişen ruhuma soluğundan üflesin
harlayıp tutuştursun efildeyen çıramı
mücella çehresiyle hüznümü sürgülesin
geliversin sarmaya kan kırmızı yaramı.
*
günün kızıllığında niyazımı kuşanıp
umudumu taşıdım her şafağa inatla
ismini bir kor gibi dudaklarımda anıp
ve hâlâ bekliyorum topyekün kainatla