İnsan ki yaratıcı tarafından yeryüzüne halife olarak gönderilmiş ve geriye kalan tüm mahlukat onun hizmetineelverişli kılınmış, bizzat vahyin ifadesiyle “Biz insanları yarattığımız varlıkların birçoğundan üstün kıldık.” şeklinde takdim edilen varlık.
Toprak ki, bu üstün meziyetlerle yaratılan insanın mayası, ham maddesi kılınmış. Bunun için değil midir toprakla temas etmenin rahatlatması insanı, yaşı ilerledikçe toprağa meylinin artması insanın. Gri bulutlardan yeryüzüne inen yağmurlardan sonra duyulan toprak kokusunun huzur salmadığı bir kalp var mıdır? Çağın rahatsızlığı olarak kabul edilen stresin kaynağı, adeta kendi iradeleriyle apartman katlarına mahkum edilen insanların topraktan uzak, yaratılış fıtratına aykırı bu yaşam tarzları olduğu söylenemez mi?
Toprak, uğruna nice savaşların, kavgaların yapıldığı, fetihlerin konusu, ülkeler için bir karışının kaybedilmesiyle dahi bağımsızlığın gölgelendiği, yüzölçümü hesabıyla genişledikçe devleti imparatorluk yapan, devletin sıfatına ve gücüne kuvvet kazandıran, kişiler için ise korunma açısından “namus” kavramıyla eş tutularak kutsal kabul edilmiş madde. Nihayet “vatan” tanımının olmazsa olmaz unsuru; üzerinde bir milletin yerleşmesiyle “vatan” niteliğini kazanan ve o vatanı korumak uğruna ölenlerin dinimizde en yüce mertebelerden şehitlik ile ödüllendirilerek bizzat yaratıcı tarafından da mukaddes kılınmış, kainatın özünü teşkil eden üç ana unsurdan biri, belki en önemlisi. Toprağın bu değerinin altında yatan hiç şüphesiz yaşama alanı olmasının yanı sıra zorunlu yaşamsal kaynakların önemli bir kısmını bağrında saklıyor olması. Ve o kaynaklar değil midir asırlar boyu süren/sürmekte olan paylaşım kavgalarının sebebi?
Toprak aynı zamanda en insani faziletlerden olan vefa ve cömertlikduygularının da en mükemmel numunesi dense yeridir. Bakılırsa, işlenirse, bağrına ne atılırsa onun için müşfik, engin, cömert bir ev sahipliği yapar, yaratıcının izni ve ilhamıyla evirir çevirir, korur kollar ve nihayet bir buğday tanesine yedi yüz taneli başak verdirir, bir çekirdekten asırlık koca koca ağaçlar meydana getirir. Renk renk, desen desen çiçekler, ağaçlar, meyveler, sebzeler…Hepsi o esrarengiz madde ile su ve güneş ışığının birleşimi sonucunda yaratıcı tarafından o madde eliyle insanoğluna ve tüm mahlukata “rızık” olarak sunulmuyor mu? Saksılarla evlerin baş köşesine kurulan ve içimize ferahlık veren çiçeklerin mümbit yatağı yine toprak değil midir? Hiçbir zaman sırtını dönmez insana, küsmez, kin tutmaz, terk etmez yoldaşını. Merhum usta halk şairi Aşık Veysel’in dilinden ve telinden iç çekerek dinlediğimiz “Benim sadık yarim kara topraktır.” türküsünde ne de güzel anlatılmış toprağın vefası:
“Karnın yardım kazma ile bel ile
Yüzün yırttım tırnak ile el ile
Yine beni karşıladı gül ile
Benim sadık yarim kara topraktır.”
Öte yandan, kulluğun nişanesi olan secdenin, insanın mukaddes addedilen alnının toprağa sürülmesiyle gerçekleştiği ulvi bir makam. Fetih Suresinin 29.ayetinde müminler için, “Onların alameti simalarındaki secde izidir.” şeklinde bildirilen niteliğin manevi alamet yanında maddi alamet olarak kabul edilen secdede alnın zeminle temasıyla özellikle alında oluşan secde izine işaret ettiği düşünülürse, alındaki söz konusu izin kaynağı yine toprak değil midir?
Diğer yandan yaratıcının “Adl” sıfatının şaşmaz temsilcilerinden ve tezahüründen birisidir toprak. Vefa bahsiyle irtibatlı olduğu için orada da ele alındığı üzere, kendisini işleyen, bakımını yapan herkese inanç ve fikir ayrımı yapmaksızın nimetlerini sunması, yaratıcının onun eliyle rezzak sıfatını tüm mahlukat için tecelli ettirmesi. “şüphesiz insana kendi emeğinden(çalışmasından) başkası yoktur”(neml suresi, 39.ayet) ayeti buna işaret eden semavi delillerden değil midir?
Ve bu derece ulvi dereceler bahşedilen bir maddenin aynı zamanda “tevazu” nun simgesi olarak kabul edilmesi, ayaklar altında çiğnenecek nitelikte yaratılması, bütün mahlukatın ayaklarının altına serilmesi de ayrı bir ibret vesikası değil midir? Bunca değerine şeklen müthiş bir tezat olgusu olarak şanı tevazu olarak bilinen esrarengiz madde toprak, bu özelliğiyle insana da kibir okyanusundan uzak durup tevazu ırmaklarında yıkanmayı salık vermiyor mu?
Özetle, yaratıcının yeryüzündeki halifesi olarak insan; bir avuç ondan yaratıldı, onun üzerinde, onu koruyarak ve ondan rızıklanarak müddeti tayin edilmiş bir ömür yaşadı ve nihayet onun üç metrekarelik bir kısmını binek edinerek Rabb’ine doğru yola çıktı.
Selam olsun toprak gibi aziz ve kıymetli, toprak gibi cömert ve vefalı, toprak gibi mütevazi ve vakur olanlara ve yüzünü, kalbini toprağa tertemiz olarak döndürmek için hazırlayanlara…
*
MEHMET OSMANOĞLU