
Parkta, duvar dibinde sahipsiz bir karanfildi. Benzi soluk, koparılmak, hırpalanmak, ezilmek üzere olan bir karanfil… Yoldan geçmekte olan bir bahçıvan onun yapraklarındaki derin çizgileri fark etti. “Yaralarının bıraktığı derin çizgilerin var senin.” dedi bahçıvan karanfile. “Burada kimse senin kıymetini bilmez, görürler ama görmezden gelirler. Üstüne basarlar, canını yakarlar. Hem yeterince güneş de görmüyorsun. Gel seni bu parktan alayım. Kendi bahçeme götüreyim. Seni, senin en çok seveceğin bir yere dikeyim. Bana her gün güzellik ve zarafet ver. Ben de senin toprağını işleyeyim, suyunu vereyim. Gönlünce boy ver, serpil.”
Güneş hasreti çeken karanfilin gözleri ışıldadı. Böyle bir teklifin düşünülecek tarafı yoktu. Bahçıvanın teklifini hemen kabul etti. Ancak park bekçisinden izin almak gerekiyordu. Park bekçisini çağırdılar. Bir elinde makasla çıkageldi Park bekçisi ve bahçıvana: “Bu karanfili sana veririm. Ancak ne pahasına olursa olsun ona sahip çıkacaksın, onu koruyacaksın.” dedi. Bahçıvan söz verdi. Söz vermenin ne demek olduğunu iyi bilirdi. Söz, namus demekti.
Park bekçisi bu kez karanfili karşısına aldı. “Senin yeni sahibin bundan böyle bahçıvandır. Ona istediğini vermek senin görevindir. Aradan zaman geçtikçe sen onun bahçesinde serpilip boy atacaksın. Sakın ola başkasına kokma, zarafet sunma. O zaman bahçıvan gün gün zayıflayacaktır. Koku ve zarafet vitaminlerini ona vermezsen bahçıvan gün gün eriyecek, yataklara düşecek ve ölecektir.” dedi.
Karanfil, yalnızca kendisiyle ilgilenecek bir bahçıvan bulduğu için sevinçliydi. Söz verdi.
Bahçıvanın da böyle bir karanfili olmamıştı hiç. Sevinçliydi, içi içine sığmadı, bulutların üstünde yüzdü.
Bahçıvan, karanfili toprağıyla söktü parktan. Götürdü, kendi bahçesinin en güzel yerine, en çok güneş gören yerine dikti. Can suyunu verdi. Gündüzleri kök diplerindeki toprağı eşeledi, havalandırdı. İkindi serinliğinde suladı. Her fırsatta gece gündüz demeden onunla konuştu. Ona diller döktü, latif nükteler yaptı. Sert rüzgârlarda duldalıklar yaptı, onu her türlü beladan canı pahasına korudu.
Karanfil, dört hafta sonra öyle serpildi, öyle eşkinler verdi ki bahçıvan gözlerine inanamadı. Bakmaya doyamadı, dokunmaya kıyamadı.
Bir gün geldi ki…
Karanfilin yaprağındaki parlaklığı ve canlılığı bahçenin yanından geçen çiçekçiler de gördü. Karanfile hayran kaldılar. Bahçıvana, karanfili kendilerine satması teklifinde bulundular. Çok fazla para vereceklerini söylediler. Bahçıvan hiçbirini kabul etmedi, bütün teklifleri geri çevirdi.
Karanfil, bir çiçekti. Daha çok kimsenin ilgisine mazhar olmak istiyordu. Daha çok insanın kendi güzelliğine hayran kalmasını da… Bu yüzden çiçekçilerden biriyle bahçıvandan habersiz anlaştı.
Bahçıvan, karanfilin çiçekçiyle gizlice anlaştığını öğrenince iki gün sonra yatağa düştü. Bütün umudu ve hayalleri tavsadı.
Çiçekçi, bir gece yarısı karanfili söktü ve kendi dükkânına götürdü. Çiçeklerini dallarıyla birlikte tek tek kesti. Kimini tek karanfil olarak sardı kimini aranjman yaptı kimini de buket olarak hazırladı. Dükkânın vitrinine dizdi. Karanfil, canlı ve parlak renkleriyle çok özel bir mekânda olduğu için sevinçliydi. Hatta hazırlık sırasında tenine değen makas darbelerine bile – canı çok yansa da – hiç sesini çıkarmadı.
Hiç alışık olmadığı bu vitrinde birkaç gün bekledi. Kaldırımdan geçen onlarca belki de yüzlerce insanın ona bakması karanfilin hoşuna gitti. Vitrininin soğuk havası üşüttü ama o, buna da aldırmamaya çalıştı. Böyle geldi geçti günler. Pahalı olduğu için kimse onu almak istemedi. Üşüdü, büzüldü. Üşüdükçe büzüldü karanfil. Bu durumundan bahçıvanı suçladı. Niye suçladığının bilincinde olmadan suçladı.
Tam solmak, tam kurumak, tam çöpe atılmak üzereyken zengin bir müşteri girdi çiçekçi dükkânına. Bir çelenk istedi. Adresi verdi, çelengin parasını ödedi ve çıktı gitti dükkândan.
Çiçekçi, değerlendirmek amacıyla karanfilleri de çelenkteki yaprakların arasına sıkıştırdı. Çırağıyla taziye evine gönderdi.
Karanfil geldiği evi hemen hatırladı. Bu evin bahçesinde serpilmiş, güzelleşmiş, dallanıp budaklanmıştı.
Çelenkteki diğer yaprakların arasından etrafı süzdü. Karşıdaki çelenk dikkatini çekti. Üstündeki yazıyı mırıldandı:
Bahçıvan …. …. Allah rahmet eylesin.
Karanfilin buruşmaya yüz tutmuş kırmızı yapraklarının arasından iki damla yaş süzüldü. İki damla yaşın biri bahçıvana sadakatsizliğinin verdiği acı için, ikincisi de vefasızlığı içindi. Hıçkırarak ağlamak istedi ama başaramadı.
*
İLKER GÜLBAHAR
