“Bırak şaka yapmayı, hiç sırası değil. Çok uykum var.” dedi Ali kardeşi Murat’a. “Hem sen niye hâlâ uyumadın, okulun yok mu yarın?” diye sordu kardeşine yarı uykulu bir vaziyette. Hadi kes artık şunu, tam diyecekken Murat birden çığlık atarak ayağa fırladı. “Abi deprem oluyor, abi!” dedi. Ali, kardeşi Murat’ın her zamanki gibi yaptığı deprem şakalarından biri olmadığını duvardaki cisimler yere düşerken çıkardığı seslerden anladı. Kardeşinin elinden tutup kaçmaya çalışsa da başarılı olamadı. Deprem dalgaları, kardeşleri duvardan duvara savurdu. Zeminin çökmesiyle bulundukları ikinci kattan birinci kata düştüler. Kardeşler birbirlerinin sesini duysalar da birbirlerini göremiyorlardı, her yer zifiri karanlıktı ve aralarında devrilmiş bir kolon vardı. Ali, kardeşi Murat’a “Bir şeyin var mı kardeşim?” diye sordu. Murat, “Yok bir şeyim abi ama ayağım bir yere sıkışmış, çekemiyorum.” dedi. “Senin bir şeyin var mı ağabey?” diye sordu. “Yok benim de pek bir şeyim Muratcığım kaburgalarım ve dizlerim acıyor biraz.” dedi. Başka bir şehre hasta yakınlarını ziyaret etmeye giden anne ve babasını sordu Murat ağabeyi Ali’ye, “Abi anneme babama bir şey olmuş mudur dersin?” Ali kardeşini sakinleştirmek için “Sanmam, orası buradan bayağı uzakta.” Oysa Ali de annesi ile babasını merak etmiyor değildi. İkisinin de cep telefonları kayıptı, bu yüzden ne ailelerini ne de bir yetkiliyi arama şansları yoktu. Birkaç dakika sonra Ali’nin cep telefonu hiç durmadan art arda çalmaya başladı, cevap veren olmayınca bu defa da Murat’ınki çaldı. Her iki kardeşin de telefonları başka yana savrulmuştu ve telefonlarına ulaşabilmeleri imkansızdı. Belli ki anne ve babalarıydı arayan, kim bilir nasıl merak ediyorlardı çocuklarını. Bir an dışarıya kulak kabarttılar. Çok uzaklardan insan sesleri, köpek havlamaları, iş makinelerinin sesine karışıyordu. Defalarca “Kimse yok mu bizi buradan çıkaracak?” diye bağırsalar da kimseye seslerini duyurmayı başaramadılar. Dua etmekten ve bir mucize beklemekten başka çareleri yoktu. Ali kardeşi Murat’ın uyumaması için sürekli onunla konuşmaya çalışıyordu, uyuduğu taktirde bir daha uyanamamasından korkuyordu. Oysa bu deprem yaşanmasaydı yüksek not alma beklentisi olan Murat ertesi gün yazılı sınava girecekti. Murat okulundaki en çalışkan ve gözde öğrenciler arasındaydı. Ali de kendisini iyi hissetmiyordu ancak kardeşine belli etmemeye çalışıyordu. Bir an Murat sessizliğe büründü, ağabeyi Ali’nin birkaç seslenişinden sonra ancak cevap verdi. Ama belli ki kendinde değildi. “Öğretmenim, sınavdan kaç aldım?” diye sayıklıyordu. Telefonları ise bir türlü susmak bilmiyordu. Ali içinden annesine, ah anneciğim babacığım bir telefonuma ulaşabilsem sesinizi bir duyabilsem keşke, bu yaşıma geldim hiç bu kadar kendimi çaresiz ve yalnız hissetmemiştim, diyordu. Kardeşler arada bir uykuya dalıp sonra geri uyanıyorlardı. Ali on yedi, kardeşi Murat ise sekiz yaşlarındaydı. O bitmek bilmeyen saatlerden sonra küçücük bir delikten bir güneş ışığının içeriye girdiğini gören Ali artık gündüz olduğunu anlamış, az da olsa umutlanmıştı ama bulundukları yer yine karanlıktı. Kardeşi Murat’a “Dayan kardeşim az kaldı, bizi çıkaracaklar.” dedi. Murat ise hep aynı sözleri tekrarlıyordu; “Öğretmenim sınavdan kaç aldım?” Ali’nin gözleri bir kez daha gün ışığı alan deliğe takıldı, inanılmaz bir şey oluyordu. Her geçen dakika delik daha çok büyüyor, içeriye daha fazla gün ışığı giriyordu. Gece duydukları insan sesleri, köpek havlamaları ve iş makineleri sesleri artık çok daha yakından geliyordu. Aradan uzun zaman geçmemişti ki kulağına “Sesimi duyan var mı?” diye bir ses geldi. Ali kulaklarına inanamadı, “Kardeşim bak bizi kurtarmaya gelmişler, beraber bağıralım buradayız diye.” Murat kendinde değildi, Ali bütün gücüyle “Buradayız, buradayız!” diye bağırdı. Sesleri hemen dışarıdan karşılık bulmuştu. “Tamam sizi duyduk, sakin olun, çıkaracağız sizi.” diye bir ses duydular. Kardeşler artık iyice ümitlenmişlerdi. Kazma kürek sesleri gittikçe onlara yaklaşıyordu. Artık insanların seslerini çok rahat duyabiliyorlardı. Birden tanıdık bir ses duydular. “Ali, Murat iyi misiniz oğlum?” Bu babaların sesiydi, arkasında da annelerinin ağlamaktan iyice kısılmış cılız sesini duydular. Ali, “İyiyiz merak etmeyin.” diye cevap verdi anne ve babasına. Şehir dışında olan anneleri ve babaları deprem haberini alır almaz ilk uçakla dönmüşlerdi. Çok eski olduğundan mahallede onların evi ile beraber birkaç ev daha çökmüştü. Arama kurtarma ekibi ile mahalleli ele ele verip önce Ali’yi, sonra kardeşi Murat’ı enkazdan çıkardı. Okullar o gün açılmadığından öğretmenler de enkazın başındaydı. En çok çaba gösterenlerden biri de Murat’ın öğretmeniydi. Kardeşler on altı- on yedi saat sonra enkazdan çıkarılmış, bitmeyecek sandıkları kâbus bitmiş, yeniden gün ışığına kavuşmuşlardı. Çocuklarının hayati tehlikelerinin olmadığını gören anne ve babaları sevinç gözyaşları döküyordu. Tedavilerine hastanede devam etmek için ambulansa götürüldükleri sırada hâlâ kendinde olmayan Murat bir kez daha sayıkladı: “Öğretmenim, sınavdan kaç aldım?” Hemen yanı başında olan öğretmeni ”On aldın Muratcığım. Bu sınavda en büyük notu sen aldın.” diye cevap verdi. Birden gözlerini açan Murat önce öğretmenine, sonra annesine ve babasına dönerek ilk defa farklı bir şey sordu. “Öğretmenim, anne, baba… Ne oldu, neden herkes burada?” dedi.
*
MEHMET ŞİRİN AYDEMİR