AŞK VE KALP DİKENLERİ

 – HASAN SONGÜR

*

Aşık olmayan iyi bir insan olamaz, hatta ondan hiçbir halt olmaz.Bu onun felsefesiydi.O gençliğimin efsane isimlerindendi.

Adı, saygıların en güzelini uyandırırdı. Yok yoksul, alnı secde görmüş talebelerin umuduydu, kurtarıcısıydı. Bugün devlet hizmeti gören nice insanlarda onun himmeti vardır. Emeği vardır.

Onunla ilgili rivayetler dilden dile dolaşır. Bir rivayet vardır ki yirmi sekiz yıldır kafamı meşgul etmiştir. Sanırım bugün çözdüm. Derler ki kendinden eğitim için yardım istemeye gelen bir delikanlıyla hoş sohbetten sonra onu tanımak amaçlı sorular sorarmış. En çok ehemmiyet verdiği soru da şu olurmuş:Sen hiç aşık oldun mu? Bir kızı ölümüne sevdin mi?

Çok kişi dindar bir adamın ağzından çıkan bu soruya pek bir anlam veremezmiş. Ve derler ki, aşık olmayan delikanlıya fazla da itibar ve iltifatda etmezmiş.

Fethi Abi namıyla anılan bu adamın bu tavırlarının hikmetini yeni anlıyorum. Bana soracak olursanız aşk, insanınyeryüzündeki alabileceği en mükemmel eğitimdir,terbiyedir. Nasıl bir eğitimdir bu? Aklımın yettiğince anlatmayı deneyeceğim.

Şemseddin adında bir hekim vardır. Devrinde, hekimlik konusunda onunla yarışacak kimse yoktur. Bütün hastalıkların teşhisini Allah vergisi olarak yanlışsız koyar,ilacını gene Allah vergisi olarak kendisi hazırlardı. Dağlara ot toplamaya çıkınca bitkiler ona seslenir, ” Ben filan hastalığa devayım.” diye haber verirlermiş.

Böyle anlatırlar.

Gene anlatırlar ki Şemseddin, ruh hastalıklarının da usta hekimi imiş. Tabibiervah derlermiş ona. İsa gibi gönül ve ruh hastalıklarını mübarek nefesiyle iyi eder, bir bakışıyla onları dertlerindenkurtarırmış.Maalesef bu aşıp taşan ilmi ona kalp huzuru vermezmiş.

Gün güneş görmüş, yol yordam yürümüşler, onun üzerinden dökülen güzellik, iyilik ve enginliğin bir usta tarafından yola düzene konmazsa ziyan olacağını görmüşler.

Ve demişler ki Şemseddin’e:Zahir ilmini mana ilmiyle, bilgini aşkla, akıl vergisini kalp vergisiyle bütünlemen gerek. Bu da yalnız olmaz. Sana bir yol gösterici, bir mürşit lazım. Kalk Ankara’ya git. Orada Hacı Bayram Veli var. Seni tamamlasın. Sen bu dünyaya gerekli adamsın.

O bilginler bilgini, tabipler tabibi Ankara’ya gelir.

Kafasındaki Mürşit imajı, yanına kırk selam ile varılan, cüppesinin ucu bin saygıyla öpülen, naz ve niyaziçinde bir ermiş kişidir. Gel gelelim ki Hacı Bayram Veli hiç de öyle değildir. Bugünkü tabirle amele gibi biridir. Böyle biri bana ne öğretebilir ki diye düşünür.”Dünyada mürşit mi yoktur.” diye kendi kendine. O zamanlar Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî çok ünlüdür. Kerameti, hikayeleri, rivayetleri dünyayı tutmuştur. “Gider öğreneceğimi ondan öğrenirim.”der.

Şam’a varır. Hâfî’nin huzuruna çıkar. Hâfî der ki ona:Sen deryalara yüz çevirmiş dereye gelmişsin. Bu dere senin susuzluğunu doyurmaz.

Solfasol köyünde ekinler biçilmektedir. Hacı Bayram Veli elinde orağı, kimin tarlasında iş varsa oradadır. Aşıkları, sadıkları da onun peşindedir. Ne sıcağı duyan vardır, ne güneşi gören, ne de işten yorulan. İşte böyle çalışılan bir günde Şemseddin gelir.

Kimse bu yeni gelene başını çevirip bakmaz. Kimse ona hoş geldin demez. Sanki kimse onu görmüyordur. Yada yok sayıyorlardır.Şemseddin bu yoksayılmanın anlamını bilir, boynunu büker, eline bir orak alır, başlar ekin biçmeye. Her bitkinin dilinden anladığını unutur. Her hastalığın devasını bulduğunu unutur. Tabipler tabibi olduğunu unutur.O anda bildiği tek şey, basit bir ırgattı işte. Elindeki orakla ekini değil, sanki içindeki dikenleri biçmektedir. Kibrini, gururunu, ihtiras ve şehvetlerini.

Yemek zamanı gelir. Kazanlarda yemekler pişmiştir. Dervişler yıkanıp kazanların başına gelirler. Hacı Bayram Veli kazanların başına geçer,yemeği bir bir dervişlere pay eder.Şemsettin açıkta kalmıştır. Ne kaşığı, ne sahanı, ne de ekmeği vardır.

Hacı Bayram Veli köpeklerin çanağına da aş koyar. Şemseddin’in yüzüne bile bakmadan dervişlerinin arasına oturur. Besmele çekerler, yemeklerini yemeye başlarlar.

Şemseddin anlar. Dervişlerin arasında kendine yer yoktur. Günlerce yaptığı yolculuktan sonra Hacı Bayram Veli’nin yanına geldiğinden beridir de kan ter içinde çalışıyordur. Çok da acıkmıştır. Hiç de yüksünmeden kendisinin ait olduğu yere gider: Köpeklerin çanağına. Köpeklerin tabağından yemeye başlar.

Bu hal, bütün dervişlerin yüreğine dokunur, hepsinin lokmaları boğazına dizilmiştir. Mürşit artık kimseyi daha fazla üzmek istemez. Gülümser:

-Gel beri be köse, gel beri.

Beri istenen o adam yani Akşemseddin, bir insanın bu dünyada alabileceği en güzel eğitimi orda almıştır. O an onun için en büyük başlangıçtır.

Aşık olan bir adamın eğitimi de Akşemseddin’in aldığı eğitimin bir benzeridir. İnsan olmanın yolu; kibirden, gururdan, ihtirastan, şehvetten kalbini temizlemektir. İnsan sevdiğinin karşısında bu duyguları hissedebilir mi? Hissediyorsa aşık değildir. Bu kalp dikenlerinden kurtulan ancak merhamet ve şefkat sahibidir. Merhamet ve şefkat sahibi olmayandan hayır beklenir mi?

-Sen hiç aşık oldun mu? Ölümüne bir kız sevdin mi? Ne kadar anlamlı bir soru. Güvenilir dost bulmada ne güzel bir ölçü.Yüzyıllar ötesinden boşuna dememiş koca şair:”Aşksızlara verme öğüt, öğüdünden anlar değil.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pendik Escort Bayan Maltepe Escort Bayan Kartal Escort Bayan Kadıköy Escort Bayan Ataşehir Escort Bayan Ümraniye Escort Bayan Anadolu Yakası Escort Bayan Şişli Escort Bayan Mecidiyeköy Escort Bayan Taksim Escort Bayan Beşiktaş Escort Bayan Ataköy Escort Bayan Bakırköy Escort Bayan Bahçeşehir Escort Bayan Avcılar Escort Bayan Beylikdüzü Escort Bayan Şirinevler Escort Bayan İstanbul Escort Bayan Avrupa Yakası Escort Bayan
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram