gözlerim askıda bir yalnızlığı avutma telaşına düşünce dokunur ellerime sultan söğütlerinin kokusu tenimde yurtsuz telaşlar çoğalır her akşam ve bir gül savrulur yağmur sonrası
ŞİİR
YAŞAMAK NÜSHASI
derin soğuk başlamadan, kaderin yorum saatine ayarlı zamana ılık bir söz ek. ilkyaz çatlağı dudağın, kımıltısıyla ısıtsın gök evlerini. baktıkça gök evlerine,
Eski Eylül
bebektim susuzluk dağının kucağında raks eden rüzgar gibi savrulurdum annemin azıcık sütüyle kuru ekmeğin gölgesinde büyüdüm ve yine eylülle geldin sessizce eski gölgelere
DİRENMEYİ DENEYEN ŞEHİR
direnmeyi deniyor yokluğun kıyısında yorgun bir şehir altı yüz gün geçti yürüsek varırdık taş alsak avcumuz dolusu düşen taşları alıp sınır yapsak yine at/sak
KIRIK TARİH
taş medresenin duasında nakkaşın kırık kelimeleri beş yüz gün birikmiş tarih göğe utangaç minare her taşında maraş zilzal süresini tan yerinin süzgecinden okuyor
BU ŞEHİR
bu insanlar ve bu şehir kan gibi dolaşıyor düşlerimde arıyorum kendimi sokak sokak kimliksiz zihinler geçip gidiyor yanımdan yalnız kalabalıklarla çepeçevre yabancılık çekiyor
YALNIZLIK NÖBETİ
her insan yalnızdır aslında doğarken de yaşarken de ölürken de hatta ana rahminde bile her insan yalnızdır aslında dağ başlarında da şehrin
MAKUL ŞEYLER ANITI
kırlangıçları sıyırdım çığlıklarından kapkara bir leke açıyor avuç içlerim teybe aynı ağrıları koymuşum günlerdir kimseler için bir şey ifade etmeyene bastırıyorum ekmeğimi uyuşmuşum özü
SÜLEYMAN ZAMBAKLARI (İRİS HAYNEİ)
ey filistin, ey ümmetin kanadı kırık kırlangıcı, ey islam’ın kimsesiz yetimi! imalar çağında iman yiğidi bizde ebabillerin yüreğinden yok ağzımız dolu taş putlardan
SABAH
bu pis rüzgâr bana iyi gelmiyor, ağlıyorum çok yaşamalıyım, çok ölmeliyim bu salı sabahı cebimde çok ciddi karanlıklarla yürüyorum sırtımda henüz ölmüş bütün çocukların










