–
Sen; yıldızların omzuna değdiği çeribaşı,
Ben; ruhuna Fâtiha okuduğu mezar taşı.
Yükseltilecek diye bir ruhsuz, bir müptezel baş;
Benim ayaklar altında çiğnenen o garip taş.
–
Sen; her gün yüz sürülen mağrûr ziyâret, bir mâbet.
Ben; uğraksız mesken, hatırlanmayan ilelebet.
Kurşunun adres sormadığı yerde olacağım,
Belki bir sabah belki gecede buluşacağım.
–
Sen özgür ruhunla at başı yarışlardasın ya!
Ben esir gezeceğim bir noktadan bir noktaya.
Yani son nefesini verene dek iskeletim,
Çıkarmayacak üstünden çelik zırhını etim.
–
Sen çağıldarken çağlayanlar gibi ırmak ırmak,
Ben büzülürüm, bedenim çatlak, bir çorak toprak.
Ölüme her gece bir kapı açtım yaşlanarak
Soldu ömrüm demir ağlar içinde paslanarak.
–
Sen neşenin raksına oynarsın bel kıvırarak
Ben kederin şarkısını dinlerim hıçkırarak.
İşte bir kış daha, ne vakit yaşlandı bu çocuk?
Ölümü tutmuş ellerim, ondan mıdır bu soğuk?
–
Sen o mahir cambaz, çevir çemberini dünyanın,
Ben tam da başındayım ölüm denen o rüyanın.
Oyalıyor az müddet, Azrâîl’in gölgesi bu;
Kapanıyor perdeler, ömrümün son sahnesi bu.
–
Sen muteber! Yaşına doyma, kazadan berî ol!
Ben hep mezarım bileceğim bastığım yeri o.
Eyvah! Azalıyor ıstırabım, tenim buz, ne bu?
Son damla yaş, bir avuç kum, dökülen üstüne bu…
–
İHSAN FATİH POLAT (OZÂN EBEDÎ)