– MEHMET MORTAŞ
*
Hayata fotoğrafların siyah beyaz karesinden bakardık, renkli dünyayı bu iki renge indirmenin gayreti içerisindeydik. Siyah beyaz fotoğrafların dışında rengârenk hayatları biriktirir; ceviz, dut, elma, armut ağaçlarının gölgesinde durulamaya bırakır, yaz günlerinin serin nefesinin altında gökyüzünün maviliğini ciğerlerimize doldururduk. Rengârenk verdiğimiz pozlarımız siyah beyaz fotoğraflarda daha bir büyülü gelirdi. Fotoğraf çektirmek için verdiğimiz her duruşumuzun arkasında çocukluğumuzun küçük yaraları önce kuş yuvalarında birikir; sonra kavak ağaçlarının başını yalayan rüzgârda uçar giderdi. Rüzgârda uçup giden çocukça yaralarımız kirazların üstüne konar ve kırmızımsı rengi ellerimize bulaşırdı. Yaralarımız kiraz rengindeydi, yaz güneşinin derimizi karartan ağustos sıcağında. Her çocuk ufacık kalbinde kiraz kırmızımsı bir yara taşır, hiç kimse bu yaraları kanatmak istemezdi. Siyah beyaz fotoğraflara kiraz kırmızısı yaralarımızın rengi düşmese dahi şiirsel bir duyuşla kendimiz o rengi fotoğraflara verirdik. Yaz günleri, ellerimizde çerağ gibi yanardı. Kuzeyden gelen serin rüzgârların içine damıtılmış Ashab-ı Kehf’in tarihi nefesiyle serinler, ruhumuzun küçük sahillerinde ufacık dalgalar oluşurdu. Ruhumuzda her ufak dalga sahile vurduğunda kitapların büyülü dünyasını sahile bırakır, ceviz ağaçlarının titrek gölgesinin altında hayallere dalardık. Titrek gölgeler güneşin gökyüzündeki dansına göre hayallerimizin üzerini zaman zaman örter fakat rüzgâr ceviz ağacını salladıkça parçalı gölgeler oluşurdu. Siyah beyaz fotoğrafların; siyahlığını ağaçların gölgesinin renginden aldığını zanneder, gün boyu tenimizi ağaçların titrek gölgeleriyle boyardık.
Seksenlerin yaz günleri, susuzluğumuzun mevsiminde kitaplardan kelimeler toplamakla geçti. Mahzunî’nin kurumuş yürekleri yakan, Ferdi’nin gençliği ağlamaklı aşkların bahçesinde gezdiren, İbo’nun kalbimizi sertleştiren ve yumuşatan, zaman zaman dağların zirvelerinde gezdiren, Müslüm’ün ruh derinliklerinde yol alırken tenimizi kanatan şarkıları yaz mevsiminin göl kenarında oturularak kurulan düşleriydi. Göl kenarındaki düşlerimiz; fotoğraflarda siyah beyaz müzik çalar, filmlerin oynak renkli dünyası bizleri gerçek hayatın dışına sürüklerdi. Kitapların her kelimesinde, cümlesinde siyah beyaz bir zaman akardı. Her okuduğumuz kitaptan siyah beyaz düşler kurar, sonra bunları sulu ve pastel boya ile boyamaya çalışırdık. Daha çok şiirlerimizin dehşetengiz dünyasında kurduğumuz hayallerimizi; bir bulutun somurtkan dudaklarına asar, yaz güneşinde kuruturduk. Somurtkan bulutlar, bir bakmışın yeryüzüne küsmüş, Binboğaların, Berit’in ya da küçük dağ sayılan Atlas tepesinin üzerine kaçışmışlar, nefes nefese kalmışlar. Nefes nefese kalan bulutlar; uzaklarda dev ve soğuk yüzüyle duran termik santralin öldürücü bakışlarıyla ürperir, gökyüzüne bakmaya hayâ ederlerdi. Küçük yüreğimizi büyük santrallerle mi öldürürlerdi? Bilincine varmadan yaz sıcakları içimizin yangınında kurur giderdi de haberimiz olmazdı. Beton canavarlar; fotoğraftaki renkli dünyamızın güzelliğini bir zaman sonra siyah beyaza boyar, fotoğraflarımızdaki grileşen yüzler is kokardı.
Yaz yaza evrildi, kış ayları yaz günlerinin rolüne bürünmeye çalıştı. Güz bahara küstü, kar taneleri ayaz vakitlerini es geçti. Kış; yaz aylarının bağrına oturdu, kıyamete ayarlı mevsimler yaşandı. Zaman, siyah beyaz fotoğraflarımızı sırtında taşıyarak uzun bir yoldan geldi. Dijital dünyanın uçsuz bucaksız, sanal, mekânsız dünyasında fotoğraflarınızdaki siyah beyaz anılarımız nereye gideceğini bilmeden bir görünüp bir kayboldu.
Toprağa bulanmış tabiatın son çocukları olarak toprağın bizlere küskünlüğünü siyah beyaz fotoğraflara sığdırmaya çalıştık. Geçmiş; siyah beyaz olarak zihnimizde hayallerle zaman zaman geziniyor, bir görünüp bir kayboluyordu. Bir görünüp bir kaybolan siyah beyaz yaz günlerinin içinde içimizde tekrar büyüyen bir çocuk duruyor, bazen bu çocuk geliyor hayallerimizin üzerine konarak Kayapınarı, Değirmenbaşı, Guzbahçe, Purluk, Armutludede, İğdelioğlu, Datçaburun, Koyundaş, Hurman Çayı, Suyun Kırağı, Belan, Ashab-ı Kehf, Mağara Özü, Ayrandedeyi gösteriyordu. Ve hayallerimiz otuz altı pozluk sevecen bir siyah beyaz fotoğrafa dönüşüyor bizler geçmişe bakarak poz veriyorduk.