– GÜLÇİN YAĞMUR AKBULUT
*
Bir iklimi olmalı vuslata çıkan bekleyişlerin. Her gün aynı saatlerde bekliyorum seni. Saatimin alarmını sabah beş buçuğa kurmayı ihmal etmiyorum. Kimseler uyanmadan dışarıya atıyorum kendimi. İçimdeki bir his, gürültüsüz patırtısız bir saatte ve her nedense sokaktan geleceğini söylüyor. Biliyorum; saçı, başı, eli ayağı olan biri olarak çıkmayacaksın karşıma. Lakin mutlaka bir işaret göndereceksin bana. Belki bir ışık belki de okunaklı bir mektup.
Beni unutmadığını ve sevdiğini biliyorum. Bir anne ya da baba nasıl evladını unutmaz, korur kollarsa; senin de beni esirgeyeceğini biliyorum. Çektiğim acıların bir sebebi ve de bir sonu olmalı. Hüznü yaşayarak ulaştığımda, mutluluğun kıymetini bilmem içindir belki de çektiğim bütün cefalar.
Yarım asırdır bekliyorum beni hatırlamanı. Kırmızı fiyonklu elbisesi, turuncu kelebekli ayakkabılarıyla bayram sabahını bekleyen küçük bir kız çocuğunun heyecanlı arayışlarıyla gözetliyorum imgelerini. Hiç bıkılmayacak bir sabırla gözetliyorum avuçlarıma koyacağın sembolleri.
Yitik bir masalın içinde kaybolduğum günden beri, sonsuzluğun kapısından ödüllendirmeni bekliyorum beni. Para, şan, şöhret değil istediğim. Katıksız bir şekilde yanımdaolduğunu hissetmek istiyor sadece biçare benliğim. Kudretineve şefkatine muhtacım.
Hayat merdivenlerini çıkarken düştüm sendeledim. Yine de kesmedim senden umudumu. Annemi, babamı, varsa kardeşlerimi tanımadan ikişer üçer çıkmaya başladım basamakları. Çocuk Esirgeme Kurumunun kapısına bırakıldığım gün başlamıştı limansız gemimin hayat denizinde yol alışı. O kahrolası yangında üç yaşındaki kızım Lara ve eşim Lale’yi kaybettikten sonra, seksen iki basamaklı merdivenin en son basamağından hızla düştüm aşağıya. Ölmedim. Hayatta kimsem kalmamışken bile seni bekledim. Biliyorum ulu yaratıcı, sen yarattıklarından vazgeçmezdin.
Hiç yorulmadım varlığının işaretini ararken. Kızıl renkli alevin harında aradım seni. Kaplumbağanın adımlarında hissettim sahipsiz olmadığımı. Kimi evrenin gizinde arar sonsuzluğu, kimi de ölümlü insanoğlunda. Ben sonsuzluğun sen olduğunu, aldığım nefesin bile senden ibaret olduğunu sezinleyebiliyorum. Kapanan kapıların ardından, huzura açılan yeni kapılar açacağını düşünüyorum.
O kadar çok konuşuyorum ki seninle. Hüznümü anlatıyorum. Az da olsa sevincimi paylaşıyorum. Tekrardan yaşama asılabilmek için, senden bana uzanan küçük bir işaret bekliyorum. Gücün her şeye yeter. Ululuğun tek öznesi sensin. İstersen yeniden yürüyebilmem için sebepler gönderirsin bana.
Kimi abdal diyor halime kimi avare. Umursamıyorum. Beklemeye devam ediyorum. Geç de olsa bir iz bulacağım her daim beni hatırladığına dair. Gözümü her açtığımda senden bir iz arar gözlerimin feri. Sokak köşelerinde beklediğim saatlerde kimi gün yavru bir köpek eşlik etti kimi gün sönmüş yüreğiyle simitçi çocuk. Çadır kurmuştu özüm, ışığına uzanan her zerreye.
Ve o sabah, bilincimde sürüp giden umut zerrelerini serdin ömrümün üzerine. Yine her şafak olduğu gibi, uyanır uyanmaz dışarıya attım kendimi. Bana göndereceğin bir ses umarken derinlerden, bir çocuk ağlaması duydum. Sağıma, soluma, öteme, berime baktım. Kimsecikler yoktu. Oysa katıla katıla hıçkırıyordu çocuk. Sokağa açılan kuytu bir boş arazi vardı. Oraya yöneldim. Çamurlu elbisesiyle ağlayan küçük bir kız çocuğu bana doğru yürüyordu. Koşarak yanına gittim. Çocuğun avucunda sıkı sıkıya tuttuğu bir kâğıt parçası vardı. Kâğıdı alıp çamurundan arındırmaya çalıştım. İçinde karalama sözcükler vardı. Adım Lara. Üç yaşındayım. Kimsesizim…
Sımsıkı sarıldım çocuğa. Kucaklayıp evin yolunu tuttum. Sonraki günlerde gerekli işlemleri tamamlayıp evlat edindim Lara’yı. Ey soyunan dallara yeşilleri giydiren, beni unutmadığını biliyordum. Boşuna değilmiş bekleyişlerim. Eski pantolonumun cebinde bulduğum ekmek parası kadar çok sevindirdin beni. Yeniden bir evlat verdin bana. Teşekkür ederim sana ulu yaratıcı.