YAŞANMIŞLIK VE ŞİİR / SAF GÖZYAŞLARI

 – HASAN SONGÜR

*

Şiiri tarif edemem ben. Çünkü her tarif havayı avuçlamaya benzer. Elde somut bir şey olmaz.

İmkansızın peşinden koşmamalı. En doğrusu, en akıllıca olanı “bir şiir nasıl doğar”ın hikâyesini anlatmak.

Ruhumda yankılar yapan, dilimden düşmeyen, virdini ezberden okuyan bir derviş gibi sık sık okuduğum bir şiir var. Öyle etkili, öyle diri, öyle taze öyle canlı ki.. Çünkü hayattan çıkmış. Gücü yaşanmışlıktan geliyor. Ünlü bir şairin şiiri mi? Hayır! Aksine adı hiç duyulmamış bir köylü gelin yazmış. Ben diyeyim o kadının adı Mukaddes.

Osmanlının son döneminde Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşamış. Severek evlenmiş. Mutlu olmak istemiş geleceğe umutla bakmış.

Toprakları verimsizmiş köyün. Mukaddes’in eşi de en kısa zamanda “Para kazanıp döneceğim ya da gelip seni de götüreceğim.” demiş ve çıkmış gurbete.

Mukaddes akıl almaz sabırla, hasretle, canından aziz bildiği namusuyla, iffetiyle bağda bahçede çalışarak beklemiş.

Derdini acısını içine gömerek günleri, ayları, yılları yalnız geçirerek kocasını beklemiş, beklemiş, beklemiş…

Üç yıl geçmiş, beş yıl geçmiş, on yıl geçmiş..ve nihayet yirmi beş yıl sonra askerler gelmiş kapısına. Yanlarında getirdikleri mektubu Mukaddes’e uzatıp demişler ki:

-Bunu sana kocan gönderdi. İşleri çoktu, kendisi gelemedi. Biz seni ona götürmekle vazifeliyiz.

Mukaddes kocasından gelen mektubu okumuş.

Meğer yıllar yılı haber alamadığı kocası, devlete asker olmuş. Seneler ilerledikçe rütbesi yükselmiş. Şimdi de Mısır eyaletinde paşadır. Yıllar önce bir çeşme başında gözü yaşlı bırakıp gittiği karısını yanına almak istemektedir. Onu konaklarda yatıracak, yüzünü güldürecek, mutlu edecektir.

Vakit akşamdır.

Kadın askerlere yemek verir, su verir. Yatak serer. Sabah yola çıkılacaktır.

O gece Mukaddes uyumaz. Uyuyamaz. Sabaha kadar düşünür.

Hasret acılarıyla yaşadığı hayatını düşünür. Yanık gönlüyle türküler söylediği dağları, vadileri, dere kenarlarını düşünür. Ağaçların serin gölgelerini düşünür. Hassas, samimi kalbindeki duygu iklimini.. Bu hassas kalpteki umutların, sevgilerin, emellerin kuru bir dal gibi kırılışını.. Düşünür, düşünür, düşünür. Sonra da bir şiir yazar.

Tan yeri ağarırken umursamazlık, ilgisizlik, uzaktan bakış ruhuna hakim olur. Ve sabah olur.Onu götürmeye hazırlanan askerlere kocasının gönderdiği mektubu uzatır.

-Bunu götürün sahibine verin, der. Kesin bir dille kesin kararını söyler. Varın gidin, yolunuz açık olsun, ben gelmiyorum.

Mukaddes’in kocasının mektubunun arkasına yazdığı şiir şöyledir:

Derin derelerin serin köşesi.

Kırıldı gönlümün billur şisesi.

Duydum ki olmuşsun Mısır Paşası

Vaktinde gelmedin şimdi neyleyeyim.

SAF GÖZYAŞLARI

Bir sandığım var. Çeyiz sandığı gibi bir şey. Ne zaman bunalsam, kederlensem kapağını açarım ve başlarım onu karıştırmaya. Otuz yılda biriktirdiğim değerli hatıraları olan özel eşyalarla doludur içi.

Onlara baktıkça hatırladıkça içimdeki zehir dökülür. Yine böyle bir amaçla sandığı karıştırırken yirmi yıl önce bana yazılmış bir mektup geçti elime. Şöyle bir cümle vardı:

“Abi kitabını okudum senin için ağladım.”

Biri benim için ağlamış. Ne demektir birinin biri için ağlaması?

Birisi tarafından düşünülmemiş olmanın verdiği yalnızlık ve çaresizlik duygusu…

Bu duygular içindeki vücudu sapasağlam Luşkov dilencilik yapmaktadır. Bir gün avukat Skvortsav’ın kapısını çalar. Dilenir. Avukat bu duruma sinirlenir. ” Sağlıklı ve genç bir adamsın. Çalışsana!” diye çıkışır. Dilenci boynunu eğip “İş mi var ki efendim.” karşılığını verir.

Avukat ona evinin arka tarafındaki odunları kırmasını önerir. Aylaklığı yaşam biçimi haline getiren Luşkov, iş bulabilse çalışacağını ima ettiği için teklifi geri çevirmeyi gururuna yediremez.

Çaresiz aşcı Olga’nın gösterdiği yolu izleyerek odun kırmaya gider. O günden sonra Avukatın evine haftada bir gün gelip odunları kırar, parasını alıp gider. Bir zaman sonra gelmez olur.

Aradan iki yıl geçer.

Avukat ona bir tiyatro binasının önünde rastlar. Yanında uşakları vardır. Eski dilenci, çok zengin bir beyefendi olmuştur. Avukat onunla gurur duyar. “Öğütlerimi tuttuğun için size teşekkür ederim.” der. Hiçbir şey, avukatın düşündüğü gibi değildir.

“Ben sizin hiçbir öğüdünüzü tutmadım. Sizin evinizde bir tek odun bile kırmadım. Ben şarap içerdim, odunları Olga kırardı. Bir yandan da ağlardı. Benim için ağlardı. Senin hem bu dünyan hem öbür dünyan mahvolmuş derdi. Sonra benim için dua ederdi. Bana öğüt veren, onun bu asil davranışlarıdır.”

Birisi tarafından düşünülmüş olmaktan doğan gücü Çehov böyle hikayeleştirmiş.

Belki de hepimizin bir Olga’ya ihtiyacı var. Bizi düşünerek bizim için ağlayacak… Bizi kendimize getirecek birine yani.

Biliyorum, birileri var bu dünyada birileri için ağlıyor.  Biraz da o yüzden tümden kirlenmiyoruz. O saf, temiz gözyaşları yıkıyor bizi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pendik Escort Bayan Maltepe Escort Bayan Kartal Escort Bayan Kadıköy Escort Bayan Ataşehir Escort Bayan Ümraniye Escort Bayan Anadolu Yakası Escort Bayan Şişli Escort Bayan Mecidiyeköy Escort Bayan Taksim Escort Bayan Beşiktaş Escort Bayan Ataköy Escort Bayan Bakırköy Escort Bayan Bahçeşehir Escort Bayan Avcılar Escort Bayan Beylikdüzü Escort Bayan Şirinevler Escort Bayan İstanbul Escort Bayan Avrupa Yakası Escort Bayan
Facebook
Twitter
YouTube
Instagram