Menzil
Söz iksiri sunmuştun şiir meyhanesinde
Aşk ile sarhoş olup ilmek ilmek çözüldüm
Gönül denen ocakta muhabbetle pişmiştim
Yandıkça âh ipine boncuk boncuk dizildim
Eksik yanım yol yaptı çilenin kapısını
Aşıklar dibeğinde günden güne ezildim
Kılı kırk yarıp yine kırklandım düşlerimle
Günahın yaşmağına sarındıkça üzüldüm
Dalga savurdu dili sükutun kıyısına
İçimdeki denizde yosun tutmuş gizildim
Soyunup karanlığın kirli emellerinden
Turna donuna girip gökyüzünden süzüldüm
Mutmain olsa kalbim pimini çeker ben’in
O’ndan zerreyim madem bir kendime menzildim
Sündüs Arslan Akça
Menzil şiirini ilk okuduğumda, geleneksel, tasavvufi ve divan şiiri geleneğini modern duyarlılıkla harmanlandığını ve bunun lezzetli bir karışım olduğunu hissettim. Şiirin tadı damağımda kaldı ve üzerine yazmak lezzetini şiir severlerle paylaşmak istedim.
Şiir, oldukça derin anlam katmanlarına sahip bir metin. İlk dizeden itibaren okuru bir meyhaneye davet ediyor ama asıl olan gerçek bir iç yolculuğun eşiğine getirmesi. “Söz iksiri sunmuştun şiir meyhanesinde.” Şair burada klasik meyhane metaforunu kullanırken sarhoşluğu dünyevi bir hal olarak sunmuyor, aşkın ve hakikatin sarhoşluğu olarak sunuyor. Bu aşk, ilahi ya da insani aşk olsun, şair bizi varoluş uçözümlemeye ve çözümlenme hâline kendini bırakmaya davet ediyor.
“İlmek ilmek çözüldüm” ifadesi, sadece bir çözülüşü değil, aynı zamanda örülmeyi de ima ediyor. Şair burada, kendini var eden düğümlerden, bağlardan kurtuldukça aslında bir başka formda yeniden inşa olduğunu anlatmaya çalışıyor. Benzer şekilde, “gönül denen ocakta muhabbetle pişmek” ifadesi, tasavvufi öğretide sıkça rastlanan bir benzetmeyi çağrıştırıyor. İnsan, aşkın ve çilenin ateşinde yanarak olgunlaşır. Burada bahsedilen “âh ipi” ise dikkate değer ve benim de çok beğendiğim bir metafor, çünkü âh, hem bir yakarış hem de sitemin ifadesidir. Şair, bu ipi boncuk boncuk dizdiğini söyleyerek yaşadığı her acıyı bir anlam katmanına dönüştürdüğünü gösteriyor.
Şiirin en güçlü imgelerinden birini de, eksiklik ve yol kavramlarının bir arada ele alındığı şu dizede görüyoruz; “Eksik yanım yol yaptı çilenin kapısını.” Muazzam bir ifade…
Şair, eksikliğin, tamamlanmamışlığa yol açtığını, çileyle birleştiğinde bir kapıya dönüştüğünü söylüyor. Burada çile, bir son değil hatta bir başlangıç noktası. Aşıkların dibeğinde ezilmek, bir yok oluş gibi görünse de aslında şair için ciddi bir arınma süreci.
Şiirin kapılarını açtıkça bize bir başka dünya daha açılıyor gibi hissediyorum.
Şiirin ilerleyen dizelerinde devreye günah ve pişmanlık temaları giriyor. “Günahın yaşmağına sarındıkça üzüldüm.” Günah, burada somut bir kavram olmaktan çok, insanın kendine ördüğü örtüleri, sınırlamaları ifade ediyor. “Yaşmak” bir örtü olduğu gibi aynı zamanda bir kimlik de taşır. Şair, günaha sarındıkça, onun ağırlığını hissettikçe üzüldüğünü söylüyor. Bu, iç hesaplaşmanın derinleştiği çok zorlu bir yer ve adeta kırılma noktası.
Şiirin en özgün imgelerinden birini de iç sesin suskunlukla birleştiği, sessiz sakin bekleyen şu dizelerde görüyorum. “Dalga savurdu dili sükutun kıyısına / İçimdeki denizde yosun tutmuş gizildim.” Burada bir iç denizden söz ediliyor; bu deniz durgun, sessiz ama aynı zamanda zamanın izlerini taşıyan sırlı sandık. “Yosun tutmak” ifadesi, içe kapanmışlığın, birikmiş geçmişin, belki de dile getirilmeyenlerin bir metaforu.
Şairin bizi de misafir ettiği yolculuk, karanlıktan sıyrılma arzusuyla devam ediyor. “Soyunup karanlığın kirli emellerinden / Turna donuna girip gökyüzünden süzüldüm.” Burada turna imgesi, mistik bir dönüşümü sembolize ediyor. Turna, tasavvufta ve halk şiirinde kutsal bir anlam taşır; yolculuğun, hasretin, aşkın simgesidir. Şair, bir bedenden, bir ağırlıktan sıyrılarak bir kuşa dönüşüyor ve göğe doğru süzülüyor. Bu, yalnızca bir kaçış değil, aynı zamanda özgürleşmenin, bebek saflığına dönüş arzusunun dile getirilmiş hali.
Şiir, son kıtada varoluşsal bir iddiayla nihayete eriyor ama tüm iyi şiirler gibi bitmiyor ve her okuyan için yeniden yazılıyor. “Mutmain olsa kalbim pimini çeker ben’in / O’ndan zerreyim madem bir kendime menzildim.” Burada, kalbin mutmain olması, tasavvuftaki en yüksek hallerden birini çağrıştırıyor bana. Ancak şair, mutmainliğe ulaşmakla yetinmiyor; benliğini tamamen yok etmeye hazır olduğunu da söylüyor. “Pimini çekmek” ifadesi, bir bombayı patlatmaya benzer bir etki yaratıyor ve burada benliğin yok olması, bir patlama anıyla özdeşleştiriliyor. Ancak bu yok oluş, hiçliğe düşmek değil, tam tersine bir menzil bulmak anlamı da taşıyor.
Bu şiir, yalnızca bir aşk ya da tasavvuf şiiri değil; aynı zamanda varoluşun, eksikliğin, yolculuğun ve dönüşümün anlatısı. Şair, kelimelerle bir harita çizip önümüze koymuş. Öyle sıradan bir harita değil; klasik motiflerle modern bireyin arayışı buluşturulmuş. Ortaya şahane bir şiir çıkmış.
Misafiri olmaktan, hakkında bir iki söz yazmaktan onur duyduğum bu şiirin neredeyse tüm imgeleri alışılmışın dışında ve çok güçlü; her bir metafor, bir başka anlamı açıyor önümüze. Ve son kıtadaki varoluşsal sorgulama ise, şiirin yalnızca duygusal değil, felsefi bir derinliği olduğunu da bize giderayak göstermiş oluyor.
“Menzil” her yönüyle hem klasik hem de çağdaş̧ şiir anlayışını bir araya getiren, özgün ve etkileyici bir metin.
*
SÜREYYA ŞAHİN