TÜRK DÜNYASI TÜRKÜLERİ – V
Çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Türk Dünyasının tabîi sınırları sâdece Anadolu, Balkanlar ve Orta Asya’dan ibâret değildir. Bugünkü Türk Dünyası; en kuzeyde Kuzey Buz Denizi ve Kuzey Kutbu’na, kuzeybatıda Volga (İdil) ve Don nehirleri üzerinden Kırım’a, batıda Adriyatik Denizi’ne, güneybatıda Fırat Nehri’ni takiben Orta-Doğu’ya, güneyde Hindikuş ve Himalaya Dağlarından Tibet’e, güneydoğuda Çin Seddi’ne ve doğuda da Pasifik Okyanusu’na dayanır.[1] Bu çok büyük coğrafya da Âzerî, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar, Çuvaş, Yakut, Başkurt, Gagavuz, Karakalpak, Hazara, Kumuk, … gibi kavimler değil aynı soyun boyları olan büyük Türk milletinin mensupları yaşamaktadır. Bu bölgelerdeki bâzı toplulukların çoğunluğu ya bize akraba Tûrânî kavim, ya da medeniyet ve kültür müşterekliğimizin olduğu ve gönül bağımızın bulunduğu Çeçen, Çerkes, Karaçay, Nogay, Balkar, Boşnak, Pomak, … kökenli insanlardan oluşmaktadır.
Sovyet İmparatorluğu’nun dağılması ve Demirperde’nin ortadan kalkmasıyla yaşanan gelişmeler; Rus hegemonyası altında bulunan Türklerin çok şedit baskılara, her türlü zulme, sürgüne ve soykırıma mâruz kalmalarına rağmen Müslüman Türk kimliklerini kaybetmediklerini de göstermiştir. Kezâ aynı medeniyetin mirasçıları ve aynı kültür dairesinin müntesipleri olan, Türkiye Türkçesinin uzak ve yakın lehçeleriyle konuşulduğu Türk Dünyasında soy ve inanç birlikteliğinin, töre ve sözlü kültür müşterekliğinin devam ettiği de ortaya çıkmıştır. Uzun süren Rus esâret yıllarında Türk soylu topluluklara uygulanan asimilasyon ve ayrıştırma politikaları, hiç şüphesiz bâzı menfî etkiler yapsa da bâzı erozyonlara sebep olsa da Türk kimliğinin yerine boy isimlerini ikâme etme ameliyesi yolunda bâzı mesâfeler alınsa da temel olarak Sovyetler Birliği hâkimiyeti altında yaşayan Türklerin millî kimliklerinin yok olmadığını da ortaya koymuştur.
Millî Mücâdele sonrası Dünya Türklüğünün tek bağımsız devleti olan Türkiye Cumhuriyeti varken, 20. yüzyılın sonlarında yaşlı tarihin SSCB’nin yıkılışına ve onun enkazının toz bulutları arasından Demirperde gerisindeki Türk illerinin bütün ihtişâmıyla ortaya çıktığına şâhitlik etmesiyle birlikte, günümüz insanları da Türklüğün kültür ve medeniyet coğrafyasının ne kadar geniş ve zengin, ne kadar büyük bir ekonomik güç ve ne denli mühim stratejik ve politik potansiyele sâhip olduğunu da çok net bir biçimde göstermiştir.
Sovyetler Birliği’nin çözülme sürecine girmesiyle birlikte; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan, 1991 yılının Ağustos-Aralık ayları içerisinde yapılan toplantılar ve değerlendirmeler neticesinde, 21 Aralık 1991’de gerçekleştirilen Alma Ata Zirvesi’nde bağımsızlık kararı almışlardır. 25 Aralık 1991 tarihinde SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un istifa etmesinin ardından, 26 Aralık 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen dağılmış ve Rusların egemenliği altındaki cumhuriyetler bağımsızlıklarını kazanmıştır. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan da peş peşe bağımsızlıklarını ilan etmiş ve bu Türk devletlerini ilk tanıyan ülke de Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.
Türkülerimiz yazı serisinin ilk bölümünün başına aldığımız ve Cengiz Aytmatov’un “Beyaz Gemi” isimli eserinden alıntıladığımız; “Vatanlarının bir türküsü için canlarını fedâ eden insanlar” esâreti aslâ kabul etmemiş, “Bozkurtlar Diriliyor”[2] ifâdesi hayâlden hakikate dönüşmüş ve “Gerçekler Hayâli Aştı, Ufuklar Uzak Değil” başlıklı yazımızda da geniş olarak değindiğimiz gibi; “Yedi devleti, üç yüz milyona yaklaşan nüfusu, on iki milyon kilometre kareye varan toprağı olan” ve birilerince “ütopya” zannedilen Türk Dünyası gerçeği, daha yapılacak pek çok iş olsa da aşılacak bir çok engel bulunsa da 3 Ekim 2009’de “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği” diye başlayan Türk Konseyi, Türk Dünyasının bütünleşmesi yolunda 12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen toplantıda “Türk Devletleri Teşkilatı” ismini almış, Türk birliğini kültürel, ekonomik ve siyâsî alanda tesis etmek gâyesiyle İstanbul, Bakü ve Astana’da Genel Sekreterlik ve Türk Dünyası İşbirliği Kurumları olarak teşkilatlanmış ve daha ileri merhâleler için de faaliyetlere başlamıştır. Ve böylece 1991 öncesinde komünist yönetimlerin esâretinde olan “Esir Türk illeri” ya da “Dış Türkler” tâbirinin yerini artık “Türk Dünyası” kavramı almıştır.
Türk Dünyası kavramı; Türkiye, KKTC, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi bağımsız yedi Türk devletini; Tataristan, Gagavuzya, Kafkasya, Çuvaş, Başkurdistan, Saha-Yakutistan, Altay, Karaçay, Balkar, … gibi yarı özerk bölgelerini ve dünyanın pek çok yerinde yoğun olarak bulunan Türklerin yaşadığı coğrafyaları ifâde etmektedir. Bu hâliyle Türk Dünyası’nın nüfusu ABD’ye yaklaşmış, yüzölçümü ise Kanada’yı, ABD’yi ve Çin’i geçmiş, Rusya’nın ardından dünyanın en büyük ikinci toprağı hâline gelmiştir. Şöyle ki; SSCB’den ayrılan beş bağımsız Türk devletinin toplam yüzölçümü 4,899.178 km², Rusya Federasyonu’ndaki özerk cumhuriyetlerin topraklarının alanı ise 3,8 milyon km² olup, bunlara Türkiye ve Doğu Türkistan’ın topraklarının da ilâve edilmesiyle, uçsuz bucaksız topraklara sâhip olan, Türk Dünyası’nın toplam yüzölçümü 12 milyon km²’ye ulaşmıştır. Bu alan, 10.530.000 km² yüzölçümüne sâhip olan Avrupa kıtasının toprağından bir buçuk milyon km² daha fazladır. Türk Dünyası’nın toplam nüfusu ise yaklaşık 300 milyondur.[3]
Türk Dünyası türküleri de; değişik isimlerle adlandırılsa da Türk milletinin farklı lehçe ve şivelerde söylenen, Tûrânî boyların ortak kültür değerlerinden birisini oluşturan tarihî mirasımız, müşterek duygumuz, düşüncemiz, değer yargılarımız, gönül dünyamız ve bilcümle medeniyet hâsılamızdır.
Türk kültür müşterekliğinin temel taşlarından olan, ortak sözlü kültür unsurlarımızın başında gelen türkülerimiz; milletimizin ortak duygu ve düşüncelerini, bir türlü söyleyemediğimiz hissiyâtımızı, kelimelere dökemediğimiz hayâllerimizi, kalplerimizi ihtizaza getiren sevdâlarımızı âşikâr eden, ideâllerimizi dile getiren ve Türk Dünyasının her yanında kopuz / saz eşliğinde terennüm edilip ezgilerle söylenen şiirlerden oluşan millî sanat ve edebiyat âbidelerimizdir.
Türkülerimiz; kökeni Orta Asya’ya dayanan, Türk dünyasının farklı toplulukları tarafından çeşitli biçimlerde icrâ edilen, Uluğ Türkistan’dan Anadolu’ya, Kafkaslara ve Rumeli’ye gelip çok çeşitli ritim, ezgi ve ifâde imkânlarına kavuşarak zenginleşen; sözlü kültürümüzün en etkili, en güçlü, en yaygın olarak söylenen çok önemli eserlerimizdir.
Türkülerimiz; binlerce yıllık tarihimizin derinliklerinden gelen, kültürümüze renk, duygularımıza âhenk veren; Çin Seddi’nden Viyana kapılarına, Sibirya steplerinden Yemen’e kadar zaman ve mekân ötesine taşınan ve bir ışık şûlesi olarak gönülden gönüle akıp yayılan, dizeleri ve ezgileriyle Türklüğün parmak izini sinesine tuğralayan kültür hazinelerimizdir.
Dünyanın farklı yerlerinde büyük sıkıntılar içerisinde varlıklarını sürdüren, aynı kökün, aynı gövdenin dalları olan Türklerin birbirleriyle kültürel bağları kopmamış, kopuzdan yayılan nağmelere, sazın ezgileri eklenmiş ve türkülerimiz Türk Dünyasında asırlardır söylenmeye devam etmiştir. Şeyh Gâlib’in;
“Öyle bir şu’lesi var ki şem-i cânın
Fânûsuna sığmaz âsumânın”
dediği gibi, Türk Dünyası türküleri de “âsumânın fânûsuna” sığmamış; desen desen, nakış nakış, ilmik ilmik rengârenk bir Türkmen kilimi gibi Türk yurtlarının duygu ve düşünce gergefinde dokunmuş ve hayatın her kesitinden, tarihimizden, coğrafyamızdan, inancımızdan, ruh kökümüzden, değer yargılarımızdan, dünyayı ve ukbâyı kavrayış biçimimizden, töremizden, gelenek ve göreneklerimizden, folklorumuzdan, yaşantımızın her bölümünden ve ömrümüzün her mevsiminden pasajlar taşımıştır.
Türk Dünyası türkülerindeki melodiler; Türk dilini Oğuz ve Çağatay Türkçesinin farklı lehçe ve şivelerde konuşan toplulukların tevârüs ettikleri müşterek bir medeniyetin ve kadim Türk kültürünün kelimelere ve notalara dize dize, nağme nağme yansımasıdır. Türkistan coğrafyasındaki “yırlar”, “koşikler / koşuklar”, “halk yırları / jırları / cırları”, “halk aydımları”, “ Anadolu’daki, Kıbrıs’taki, Rumeli’deki, Gagavuzya’daki “türküler”le, Azerbaycan’daki “mahnılar”la, Türkmeneli’ndeki “hoyratlar”la öz be öz kardeşi olup, “gavim gardaşlığımızın” turkuaz mührüdür.
Türk Dünyası türküleri; bâzen “Alper Tunga Sagusu”ndaki ağıtlardan, bâzen Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’nin dilinden yansıyan “Hikmet”lerden, bâzen Dede Korkut’un söylediği irfan yüklü nasihatlerden, bâzen Yusuf Has Hâcib’in ” Kutadgu Bilig”inde verilen öğütlerden, bâzen Fuzûlî’nin “Gül” aşkıyla kelimeleri aşka getirerek muhteşem mânâ sarayları inşâ ettiği “Su Kasidesi”nden, bâzen Koniçeli Kâzım Paşa’nın çok içli duygularla dile getirdiği “Kerbelâ Mersiyesi”nden, bâzen Şehriyâr’ın destanlaştırdığı “Heydar Baba’ya Selâm” şiirinden, bâzen Abdulhamid Süleyman’ın( Çolpan’ın) esir Türk illerinin istiklâli için kaleme aldığı “Oyganış”ın bestelenmiş “koşik”lerinden, bâzen Mağcan Cumabay’ın Kazakistan’dan olsa bile Çanakkale’yi yüreğinde duyarak dizelere döktüğü “Uzaktaki Kardeşime” şiirinin “türik” olarak seslendirilmesinden, bâzen Doğu Türkistan’ın çilekeş ozanı Abdurrahim Heyit’in zulme isyan eden “yır”larından, bâzen koçaklamalardan, bâzen hoyratlardan, bâzen mugammatlardan, bâzen bozlaklardan, bâzen koşmalardan, bâzen tatyanlardan, bâzen ağıtlardan ve bâzen de gurbet derdiyle gönülden dile hasret neşîdeleri olarak dökülen ve dilden tele yanık nağmelerle yansıyan ses ve söz efsânelerinden yansımalar taşıyan rengârenk gülistanlardır.
Türk Dünyası türküleri; Tanrı Dağları’ndan yola çıkıp “ıssız acun”da kurt başlı sancaklarla, kan kırmızı ve gök mavi bayraklarla at koşturan şanlı bahadırların, bengü taşlara kitâbeler yazdıran Bilge Kağanların, Çin sarayını kırk yiğitle basan Kürşadların, Dede Korkut ahfâdı bilge ozanların; İslâm’la şereflenen Abdulkeim Satuk Buğra Hanların, “Gül” aşkına meftun “Yesi Güvercinleri”nin yolunda yürüyen gönül mîmarlarının, mantık ve felsefe ilmine yaptığı katkılar sebebiyle Hâce-i Sâni diye anılan Fârâbîlerin, İslâm’ın Altın Çağ Döneminin en önemli doktorlarından, düşünürlerinden, bilginlerinden olan ve erken tıbbın babası diye anılan İbn-i Sînâların, îman ve irfan şâhikası Gazneli Mahmutların, Anadolu’nun kapısını açan Sultan Alparslanların, Dîvânü-Lügâti’t-Türk’ü kaleme alan Kaşgarlı Mahmutların, Türkçeyi yüksek bir sanat dili hâline getiren Muhâkemetü’l-Lügateyn’i kaleme alan Ali Şir Nevâîlerin, gönül dilimizi kıyâma durduran Yunus Emrelerin, İstanbul’u alıp gülzâr eyleyen Fatih Sultan Mehmetlerin, Sîna Çölü’nü 13 günde geçip Mısır’ı fetheden, Hilâfeti ve Mukaddes Emânetleri ülkemize getiren Yavuz Sultan Selim Hanların, “Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile / Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı”[4] düşüncesiyle hareket eden akıncı beylerinin, beşerî aşkı zirveleştiren Karacaoğlanların, mertliğin kitabını yazan Battal Gâzîlerin, Malkoçoğullarının, Köroğlularının, Medîne Müdafiî îman ve yiğitlik âbidesi Fahreddin Paşaların, Seyid Onbaşıların, Süleyman Askerîlerin, Zenci Mûsâların, Osman Baturların, Şeyh Şâmillerin, “Ölürsek Cennet bizim, kalırsak devlet bizim” diyerek Kızıl Elma’ya yürüyen Mehmetçiklerin rûhaniyetiyle şekillenmiş turkuaz destanlardır.
Türk Dünyası türküleri; milletimizin aşkını, yiğitliğini, heyecânını, isyanını, melâlini, ideâlini, duygu ve düşüncelerini seslendiren, Türk’ün gönül dünyasını mûsikîye dönüştüren, medeniyetimizin mirası ve sözlü edebiyatımızın kutup yıldızı olup, Türk boyları ve akraba topluluklarını birbirine bağlayan çok önemli bir kültür köprüsüdür. Asırlardır Türk Dünyası birbirinden kopuk yaşıyor olsa da halkımızın yüreğinden koparak gelen ve insanımızı değişik duygular içinde büyüleyen türkülerimiz; binlerce yıl önceki saflığını ve Türk’e münhasır özelliklerini kaybetmeden Altaylardan Tuna’ya, Kırım’dan Kerkük’e, Gagavuzya’dan Kıbrıs’a kadar çok geniş bir coğrafyada gönülden gönüle, dilden dile, kopuzdan kopuza aktarılmıştır. Yıllar yılı gönül sazımızın tellerinde gezinen mızrap türkü olup Türk Dünyasının dört bir yanında ağızdan ağıza dolaşmış, gümrah ırmaklar gibi çağlamış, Uluğ Türkistan’dan Anadolu yaylasına ve Balkanlara nice ezgiler taşımıştır. Türkülerimiz; aynı ruh, âhenk ve letâfetle, Türklüğün çok önemli temel değerlerinden biri olarak bugünlere kadar ulaşmıştır.
Türk Dünyası türkülerinin dizeleri ve ezgileri; hem millî özellikler taşıması, hem evrensel değerleri ifâde etmesi itibariyle; hem Türk kültür birliğinin, hem medeniyet berâberliğinin göstergesi olması, hem de Türk milletinin âlemşumül düşüncelerini ortaya koyması bakımından kültür, sanat ve edebiyat alanındaki çok önemli Ay-Yıldızlı tuğralarımızdır. Türk Dünyası; sanatın ortak paydasında bir araya geldiği zaman, Türklük şuurunu idrak edecek, türkülerde dile gelen müşterek değerler incelendiğinde “Yafes’in torunu Türk”ün ahfâdının genetik kodlarının bire bir aynı olduğu görülecek ve “Türkü bilmeyen Türk’ü bilemez” sözünün ne büyük bir hakikati ifâde ettiği de çok daha iyi anlaşılacaktır. Zâten türkülerimiz; Anadolu Türklüğü ile aynı soydan gelen ve aynı kökten dal vermiş Türkistan Türklüğünün, evlâdı Fâtihan yurtlarının ve gönül coğrafyalarımızın ortak dili olan ve muhteşem nağmelerden oluşan kültür, folklor ve edebiyat şâheserleridir.
Türk Dünyası türküleri; Oğuz ve Kıpçak Türklerinin ruh dünyasındaki İlâhî ve beşerî aşkı, İslâmî fazîleti ve millî asâleti, mazluma merhamet ve muhabbeti, zâlime isyan ve cesâreti, Türk’e has yiğitlik ve şehâmeti, ecdattan mîras kalan mertlik ve izzeti, dillere destan cihangirlik ve celâdeti, aslâ kabul etmedikleri esâreti ve vazgeçmedikleri hürriyeti, tabiat sevgisini ve insânî meziyetleri en estetik dizelerle ve çok latif ezgilerle tevhîd eden, maddeden fışkıran mânânın metâfizik güzelliklerini mûsikî yönüyle de ortaya koyan turkuaz mühürlerdir.
Hâsılı Türk Dünyası türküleri; Türk milletinin; duygularındaki enginliği, iç âlemindeki zenginliği ve dünyaya bakışındaki güzelliği, çok etkli bir biçimde söz ve nağmelerle terennüm eden müstesnâ gül bahçeleridir. Bütün bu sebepler dolayısıyla beş bin yıllık tarihimizde Türk hiçbir zaman ve hiçbir mekânda ne kopuzsuz, ne sazsız, ne de türküsüz kalmıştır. Türküler Türk’ü anlatmış, Türk’ü sevenler, Türk’ü anlamak için türkü dinlemişlerdir. Zâten türküleri tanımak, Türk’ü tanımakla eşdeğerdedir. Başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan, sâdece Türk Dünyasında söylenen türküler irdelendiğinde, bu insanların duygu, düşünce, ezgi, ritim ve şiir anlayışının ne kadar birbirine benzer olduğu görülecek ve Türk soyunun faklı boylarının aynı milletin ahfâdı olduğunu da ortaya çıkacaktır. Anayurt Marşı’nın nakaratında da ifâde edildiği gibi;
“Özbek, Türkmen Uygur, Tatar, Âzer bir boydur,
Karakalpak, Kırgız, Kazak bunlar bir soydur.”[5]
Söz buraya gelince; Türk’e ve Türkçeye, Türk’çe sevdâlılar için; ata yurdumuz Uluğ Türkistan’da kopuz eşliğinde çalıp çığrılan, Tanrı Dağları’ndan esen yellerle Kafkasları aşıp gelen, Çağatay lehçesinin farklı şiveleriyle söylenen ve bâzılarının sözlerini tam olarak anlamasak da nağmeleriyle yüreklerimize dokunan türkülerimizden bir demet arz ettiğimizde ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır:
“Gül suyundan ya salan” isimli bir Türkmen halk aydımında / türküsünde derdine dermân olacak bir güzeli anlatırken duygu ve düşünceler şu dizelerle dile getirilmiştir:
“Gül suyundan ya salan
Mahi taban sen midin
Derdime derman bolıp
Arz-ı Lokman sen midin
Gızların hüri gözel
Hürlerin piri gözel
Özge ylari istemem
Bolsam men biri gözel
Bulutlar akar gider
Cerenler öter gider
Yar geçende iz basıp
Gülgesin döker gider
Sensiz ciğerim dağlı
Gözlerim nar çırağı
Zorum yok kız zarım bar
Bul ömrüm sana bağlı
Gızların hüri gözel
Hürlerin piri gözel
Özge ylari istemem
Bolsam men biri gözel”[6]
Kezâ Özbekistan’da söylenen “Karagöz boy boy” isimli bir Özbek halk koşuğunda da sevgilisini târif eden tasvirler ve türkünün ezgileri; arada binlerce kilometre mesâfe bulunsa da Türkiye’yle, Türkmeneli’yle ve Balkan Türklüğüyle gönül yakınlığının hudutlar ötesi olduğunu ortaya koymaktadır:
“Gördüm iki peri geler
Geler sallana sallana
Aşığının könlün alıp
Geler sallana sallana
Senin özün bir yana
Menim özüm bir yana
Aşkından öler boldum
İzledim yana yana
Karagöz boy boy
Cemalin tolgen aydek
Yüzünge orten ay mu
Kalem bilen çizilgen
Kaşınge ortey mu
Senin özün bir yana
Menim özüm bir yana
Aşkından öler boldum
İzledim yana yana
Karagöz boy boy”[7]
Türkmenistan’da söylenen bu halk aydımını ile Özbekistan’da terennüm edilen halk koşuğunu dinlediğimizde Tokat yöresinde söylenen ve;
“ Zülfü kâküllerin amber misâli
Bûy-u erguvandan güzelsin güzel
Kızarmış gonca gül gibi yüzlerin
Şâh-ı gülistandan güzelsin güzel”
diye başlayıp;
“Şu karsıdan gelen dilber, yâra benzer yâr doğrusu
Yanağında çifte benler, nara benzer nar doğrusu
Gökteki yıldıza benzer, zülfünün her bir dânesi
O siyah zülfün elinden, berkararım hoş kokusu”[8]
dizeleriyle devam eden bir Anadolu türküsünün nağmeleriyle duygu ve söyleyiş açısından ayniyet kesbettiği ve aynı kökün dalları olduğu âşikâr olarak görülmez mi?
Anadolu’da görülen erkek ve kızın karşılıklı türkü söylemelerinden oluşan dizelerle, Arzu Kamber Halayı’nın Orta Asya’da görülen varyantı olan “Say boyuda turgan yiğit – Bilerzik” isimli koşuğunu dinlediğimizde;
Kız:
Say boyida turgan yigit
Kaş u közingi süzgen yigit
Bilerzigim ni algan yigit
Algen bolsan ber eke can bilerzigimni
Erkek:
Say boyida turganım yok
Kaş u közimni süzgenim yok
Bilerzigingni algenim yok
Algenler bersin ükecan bilerzigingni
Kız:
Çarbagıngge gül bolayın
Çöntegingge pul bolayın
Yangi nangda kul bolayın,
Algeb bolsan ber eke can bilerzigimni
Erkek:
Çarbagımge gül kerekmes
Çöntegimge pul kerekmes
Özüm kulman kul kerekmes
Alganlar bersin ükecan bilerzigingni
Kız:
Dutarınga tar bolayın
Arka izingde bar bolayın
Dedem birse yar bolayın
Algan bolsan ber eke can bilerzigimni
Erkek:
Dutarımga tar bolar bolsan
Arka izimde bar bolar bolsan
Dedeng berse yar bolar bolsan
Çöntegimde bilerzigin
Birlikte:
Almaça anaringe belli
Dane dek halinge belli
Kız:
Arıkça yu arıkça
Atıngız ötmeydi yigitçe
Türkistaning kızige
Küçingiz yetmeydi yiğitçe”[9]
diyen sözlerinin ve ezgilerinin Anadolu’da söylenen atışmalı türkülere ve halay havalarına tıpatıp benzerliği de “Altaylardan Tuna’ya biz hep birlikte Türk milletiyiz” hükmünün bir lâf-ı güzaf değil; soy, kültür ve medeniyet berâberliğinin türkülerin diliyle de ispatı değil midir?
“Galiye Bânu” isimli bir Kazan halk cırını dinlerken de biraz dikkat ettiğimizde, Türkiye Türkçesine pek de yabancı olmayan bir lehçenin kelimeleriyle söylenen türküdeki ezgilerin de Anadolu yaylasında söylenen nağmelerle aynı olması ne dersiniz “gan gardaşlığımızı” ortaya koymuyor mu?
“Terezeden karıysınla
Karap kimni tanıysın
Karap küzin taldır gançı
Galiye Bânu sılvın irkem
Terezeden tartıp al
Terezenni açık koyup
Kimge külmek istiasın
Kara kasım karlı gaçın
Galiye Bânu sılvın irkem
Kim bahtına üstin sin
Tereze tibin katı bal
Açıysın kilse vatıp al
Süyülerin ciana bulsa
Galiye Bânu sılvın irkem
Terezeden tartıp al”[10]
Türk Dünyası koşiklerinde / koşuklarında / halk aydımlarında / cırlarında / yırlarında da Anadolu türkülerinde olduğu gibi; gündelik hayatın çeşitli merhalelerindeki işlerle ilgili temalar; inanç değerlerini anlatan konular, aşk ve sevgiye dâir garamî hisler, vatan muhabbeti, memleket ve hürriyet hasretiyle alâkalı mevzular dile gelmektedir. Türk Dünyası türkülerinde; milletimizin, hüznü, sevinci, heyecânı, melâli, yiğitliği, mertliği, Türk’ün tarihî mefahiri ve kahramanları terennüm edilmektedir.
Aynı durum Gagvuz türkülerinde de dile gelmektedir. Mâlum olduğu üzere Gagavuzlar; Moldova Cumhuriyeti’nin güneybatısı ve Ukrayna’nın batısında, Prut nehri civârı ile kuzeydoğu Bulgaristan, Ukrayna, Romanya ve Yunanistan’da yaşayan, Ortodoks Hristiyan
olan, fakat kimliklerini yitirmemiş bulunan Türk boylarından birisidir. Türkiye Türkçesine çok yakın olan Gagavuzların (Gök Oğuzların) lisânı ve halk türküleri de Anadolu türküleriyle söz ve ezgi olarak çok benzer özelliklere sâhiptir ve hayâtın her kesitinden güzellikler yansıtmaktadır. İşte “Dilim dilime uyar” türküsü:
“Dilin dilime uyar
Boyun boyuma uyar
Ben sana gönül verdim
Gel sen ol benim eşim
Ay doğar aşmak ister
Al yanak yaşmak ister
Benim divane gönlüm
Yarlan kavuşmak ister
Al ver getir var getir
Gelmezse yalvar getir
Bükülmemiş ocaktan
Kokulmamış gül getir
Oğlan oğlan üç oğlan
Sevilmesi güç oğlan
Beni sana vermezler
Bu sevdadan geç oğlan”[11]
Gagavuz türkülerinden iki örnek daha vererek bu fasla da hatm-i kelâm edelim:
“Çalsın çırtma oynaylım
Toplansın oğlanlarım
Dostlara sevinelim mari hey
Tatlı dile doymaylım
Gün orta harman gibi
Mavi gökün yok dibi
Çalsın çırtma oynaylım
Tatlı dile doymaylım
Gelin dostlar kol kola
Oynaylım bir düz hava
Çalsın çırtma bucakta
İşidilsin uzakta”[12]
“Ben bir Köroğlu’ydum dağda gezerdim
Çalıya çırpıya kelle dizerdim
Esen rüzgârdan izler seçerdim
Kimsem yoktu Balkan’da yalnız gezerdim
Demir topuzlan kelle ezerdim
Ben yedi dağa hükmederdim
Geçenden baçını isterdim”[13]
Dr. Mehmet GÜNEŞ
3 Şubat 2023
(Devam edecek)
[1] Kadir Tosun, Ütopyadan Gerçeğe, 27
[2] H. Nihal Atsız, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1998
[3] Kamile Gülüm; Üniversite Öğrencilerinin Türk Dünyası Algısı ve Bilgi Kaynakları, 69-79 ; Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi Dergisi, Cilt: V, Sayı: 18, Kars, 2013
[4] H. Nihal Atsız, Yakarış, Yolların Sonu, 7
[5] Söz ve müzik: Mehmet Sabri Kârger
[6] Meriç Coşkun – Mehmet Özgedik, Altaylar’dan Tuna’ya Türk Dünyasından Seçme Türkülerimiz; Türk Ocakları Ankara Şubesi Yayınları, Ankara, 2005
[7] Meriç Coşkun – Mehmet Özgedik, Altaylar’dan Tuna’ya Türk Dünyasından Seçme Türkülerimiz; Eskimeyen Dostlar 3 Mayıs 2011 Türkçüler Günü Armağanı, Ankara, 2011
[8] Zülfü kâküllerin amber misâli, Yöre; Tokat, Kaynak kişi: Sadık Doğanay, Notaya alan: Necdet Kurt, Repertuar Nu: 305
[9] Say boyuda turgan yiğit – Bilerzik, Yöre: Özbekistan, Söz: Anonim, Kaynak Kişi: Yöre ekibi, Derleyen: Sabir Karger, Notaya alan: İrfan Gürdal, Repertuar Nu: 796
[10] Galiye Bânu, Yöre: Kazan, Kaynak kişi: İrfan Gürdal; Meriç Coşkun – Mehmet Özgedik, Altaylar’dan Tuna’ya Türk Dünyasından Seçme Türkülerimiz; Türk Ocakları Ankara Şubesi Yayınları, Ankara, 2005
[11]Dilim dilime uyar, Cahit Öztelli, Evlerinin Önü Türküler, 825; Özgür Yayınları, İstanbul, 2002
[12] Çalsın çırtma oynaylım, Yöre: Gagvuzya, Kaynak: Anonim; Meriç Coşkun – Mehmet Özgedik, Altaylar’dan Tuna’ya Türk Dünyasından Seçme Türkülerimiz; Eskimeyen Dostlar 3 Mayıs 2011 Türkçüler Günü Armağanı, Ankara, 2011
[13] Ben bir Köroğlu’ydum Cahit Öztelli, Evlerinin Önü Türküler, 824