– İLKER GÜLBAHAR
*
Bir ses. Çikolata jelatininin avuçta buruşturulurken çıkardığı gibi bir ses. Tezgâhtarın yeni bir gömleği raflara yerleştirirken poşetinden gelen hışıltı gibi bir ses. Defter kaplayan ilkokul öğrencisinin mutluluğuna karışmış cilt sesi. Bir ses. Kalbimden gelen ses. Bir hışırtı.
Daha önce de duymuştum bu hışırtıyı. Üniversite sınavında istediğim bölümü kazanmadan hemen önce. İlk topumu aldığımda. İlk bisiklete bindiğimde. İlk kez deniz gördüğümde. Yüzmeyi öğrendiğimde. Yabancı bir şehirde tek başıma yaşamaya başladığımda. Sonra âşık olduğumda. Bambaşka bir hışırtıydı, tarifsiz bir hışırtı.
Yine böyle bir sevincin mi hışırtısı acaba? Yoksa bir felaketin mi? Bu hışırtıyı en son duyduğumda… Hatırlamak istemiyorum… Soğuk bir gündü. Yağmur yağıyordu. Şubat sonu olabilir. Bir kedi yavrusu motorun sıcaklığında ısınmak için Doğan L’min motor aksamının olduğu yere girmişti. Kalbimde bir hışırtıyla bindim araca. Kontağı çevirdim. Bir gariplik vardı. Motor kaputunun altında çılgın bir vaveyla koptu. Arabayı durdurdum, motor kaputunu açtım baktım. Siyah beyaz, şirin mi şirin bir kedi yavrusu. Boncuk gözleriyle çipi çipil bana bakıyor. Zor hareket ediyor. Canı çok yanıyor belli ki… Miyavlıyor, hayır miyavlamıyor, yalvarıyor. Uzanıp yavruyu elime alıyorum. Can havliyle elimi cırmalıyor. Galiba arka sağ ayağı kırılmış. İşte o an kendi ayağım kırılmış gibi hissediyorum. Kalbimdeki hışırtı birdenbire kesiliyor. Yerinde iğne batması gibi, bıçak yarası gibi bir ağrı kalıyor.
İyi bir şey düşünmeliyim ki iyi bir şey olsun.
İyi bir şey… İyi bir şey ama ne? Tüm ekonomileri, tüm sosyal hayatı, tüm dünyayı allak bullak eden, sarsan salgınla ilgili güzel bir haber mi? Salgını sonlandıran aşı mı bulundu acaba? Elimdeki telefonun arama motoruna Covid-19 yazıyorum. Karşıma çıkan birçok haberi okuyorum. Yazılar; silik, bulanık. Hayal gibi… Ruhum kararıyor. Bu da değilmiş, diyorum. Ama ne, ama ne …
Korkuyorum, bu hışırtı, yaşayacağım kötü bir şeyler için olmasın? Hışırtıyı, iyiye yormaya çalışıyorum. Kendimi buna zorluyorum. Halil geliyor aklıma. Yakın arkadaşım, dostum… Yoksa, diyorum, müzmin bekâr dostum evleniyor mu? İçten içe göneniyorum. Karşısına çıkan onca iyi kısmeti -Allah bilir ya – saçma sapan bahanelerle teptikten sonra yüzündeki mutsuzluğun, umutsuzluğun, kaygının gülümsemeye dönüştüğünü hayal ediyorum. Düğünü için Mersin’e gittiğimi düşünüyorum.
Telefona sarılıyorum. “Ee, Halil’im. Ne var ne yok? Çok şükür ben de iyiyim. Yaa, kalbimde bir hışırtı vardı da yoksa sen evleniyor musun? Demiyorum tabii… Böyle saçmalık mı olur? Deli misin, derler adama. Yaa, öyle mi? Her şey aynı yani! Canın sağ olsun. Vardır Rabb’imin bir bildiği. Allah kullarını; sevdikleriyle, çok istedikleriyle imtihan eder, diyorum. Teselli ediyorum. “İnşallah Mersin’e gelirsem, biliyorsun doğruca sana uğrarım. Dostluğumuz bakidir.”
Hayır, Halil için de değil bu hışırtı. İyi bir şey… İyi bir şey… Bulmaya çalışıyorum. Yoksa bugün maç mı var? Galatasaray-Fenerbahçe derbisi… Şöyle ağız tadıyla Fenerbahçe’yi mi yeneceğiz? Hem de Kadıköy’de. Hayal gibi… Tekrar telefona sarılıyorum. Maç programına bakıyorum. Üç büyüklerin hiçbirinin maçı yok bugün. Bu da değil. Peki ne?
İyi bir şey, iyi bir şey …
Kapı çalıyor. Yönetici. Aidatı istiyor. Kalbimde bir hışırtı var, diyecek oluyorum. Lafa tutuyor. Parayı alır almaz kayboluyor. Hayal mi ne?
Bu da değilmiş.
İyi bir şey … İyi bir şey … ama ne?
Pencereye yaklaşıyorum, şehrin uzaklarına odaklanıyorum. Yükselen beton yığınlarına. Birkaç ağacın hareketinden rüzgârın şiddetinin arttığını anlıyorum. İyi bir şey, iyi bir şey… ama ne? Birkaç güvercin apartman çatılarının saçaklarına sığınıyor. İyi bir şey, iyi bir şey… ama ne? Birkaç bulut hızla geliyor şehrin üzerine. İyi bir şey… İyi bir şey ama ne? Birkaç yağmur tanesi pencerenin camına düşüyor. İyi bir şey, iyi bir şey… ama ne? Hızla kayıp pervaza doğru süzülüyor. Kalbimi kuşatan bir hışırtı. İyi bir şey … İyi bir şey ama ne?
Şu aklımdan geçenler, acaba hangi ademoğlunun aklından geçiyor, diye mırıldanıyorum. Kim bilir belki de yaşayacaklarını çağırıyorsun, diyor içimdeki bir başka derviş. Ya da levhimahfuzdan birtakım hisler kalbine yansıyordur, nereden biliyorsun, diyor. Buna beni inandırıyor. Sonra kapı açılıyor. Lapiska saçlarını arkadan toplamış bir hemşire. Elinde şırınga. Bugün sizi iyi gördüm, artık kendi kendinize konuşmuyorsunuz. İnşallah hayal de görmüyorsunuzdur, diyor. Sağ kolumu omzuma kadar sıvıyorum. Kalbimde bir hışırtı… İyi bir şey… İyi bir şey ama ne? İğneyi dirseğimin üstündeki etli noktaya batırıyor. İğneyi tenimden çekerken müjdemi isterim, diyor. İyi bir şey … İyi bir şey ama ne? Doktorlar konuşurken duydum, yarın taburcu oluyorsun, diyor. İyi bir şey… İyi bir şey ama ne? Yüzsüzlerin, riyakârların, sahtekârların, samimiyetsizlerin, çıkarcıların, dalkavukların saltanat kurduğu dünyada deli taklidine devam etmek mi, yoksa bu oyuna bir son verip dört duvar cennetinden azat olmak mı?